Aya Yorgi Tepesi

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
12 Temmuz 2017 Çarşamba

Şehirde rastladığım eski Adalılar, “Ne olur Ada yazılarına devam et, içimizi bir sıcaklık kaplıyor” diyorlar. Gerçi ne yazsam onların yüreğindeki Ada’yı geri getiremem. Bu yıl göze çarpan en büyük değişiklik Belediyenin isteği üzerine arabacıların tektip kıyafete bürünmeleri oldu. Lacivert kasket, gri polo tişört, laci pantolon ve üstte lacivertli kırmızılı kolsuz rüzgarlıklar. Tabii fayton kullanıcıları söz konusu giysileri ceplerinden ödediler. Arabacı kuyruğunda bekleyenler için hoş bir görüntüydü. Ancak bizde kurallar çabuk delinir. Kısa sürede rüzgarlıklar terletmeye, tişörtler yedekleri olmadığı için başka renge dönüştü. Kala kala herkesin başında tek tip kasket kaldı. Değişim güzel de geçerliliğini önceden hesaplamak lazım. Bu yıl Adalıların gönlünü rahatlatan, gerektiğinde muhatap olabileceğimiz bir Emniyet Amirinin göreve gelmesi hepimizde bir güven duygusu uyandırdı.

***

Ada’nın olmazsa olmazlarından biri dolunay zamanı Aya Yorgi Tepesi’ndeki kır lokantasına gitmektir. Önce bir yandan güneşi batırır, sonra öte taraftan mehtabın doğuşunu izlersin. Denize vuran yakamoz görüntüyü tamamlar. Bu konuda eski Adalılar için bir değişiklik yok; deniz aynı deniz, mehtap aynı mehtap. Ama, bizler büyüdük ve tembellik oranı yükseldikçe, Lunapark’tan tepeye giden yokuşu tırmanmak zorlaştı. Böylelikle, ‘bazılarımız’ belediyenin hizmeti olan minibüslere doluşup, üç dakikada yukarı varırlardı. Yolda giderken mutlaka bir ukala çıkar, ‘Aslında yaya çıkmayı isterdim ama eşim zorlanıyor’ der. Zaman içinde araç kullanımı, ‘bazıları’nın tekelinden çıktı. İsteyen herkes belediyeyi arayabiliyor.

***

Hafta sonunda bir grup arkadaşla geleneksel mehtap seyri için Lunapark’tan minibüsle Aya Yorgi’ye çıktık. Her ne kadar hava mülayim idiyse de, herkes tedbir alarak yanına birer kazak almıştı. Araçtan indikten sonra oturma yerlerine varıncaya kadar yaptığım kısa yol oranın en sevdiğim kısmıdır. Zemin hâlâ Ada toprağı ve kimi yerde ağaç köklerinin dışarı çıkmış küçük dallarıyla örtülüdür. Masalar da hâlâ doğallığını koruyor. Kısa sürede yemekler sohbet koyulaştı. Rüzgar düşünülenden sert esmeye başlayınca çare aranmaya başlandı. Diğer masalar polarlar almışlardı bile. Acar garsonumuz şal yerine herkese birer masa örtüsü dağıttı. Az sonra mekan kırmızı/beyaz ekose, bordo polyester örtülere sarılmış bir kalabalığa dönüştü. Erken bir Purim balosuydu sanki. Birbirimize bakarak eğlendik. Doğruyu söylemek gerekirse, dolunal keyfi ikinci planda kaldı bu ay.

Olgunluk yaşlarında havadan nem kapılıyor. Dolayısıyla ‘uğultu tepe’yi planlanandan erken bıraktık. Minibüsle Lunapark’a indiğimizde tümüyle farklı bir iklim vardı; sakin ve rüzgarsız. Eve vardığımızda dolunay tepedeydi. Bir yaz geleneğini bozmadan balkonda oturup keyfini sürdük.