Sağ ve Sol’un ölümü

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
21 Haziran 2017 Çarşamba

Beğenelim, beğenmeyelim, Fransa’nın veya diğer bir deyişle Fransız siyasal ve toplumsal kültürünün dünyanın farklı sosyolojilerine katkısı tartışılmazken evrensel insan hakları gelişiminde de oynadığı rol çok büyüktür.

Ortaçağ’ın din eksenli yönetim şekillerini yerle bir eden ve aklı öne çıkararak yeni bir dünya görüşünü ortaya koyan Aydınlama’daki Fransız aydınlanmacıların rolü, Alman ve İngiliz aydınlanmacılarından bile daha ileridedir. Zira Fransız Aydınlanması insanı bizzat yaşamın hedefi haline getirecek ve bireyin özgüvenini arttırmaya yönelik aklın gücünün kullanılmasını sağlayacaktı. Ortaçağ karanlığından kurtulan birey, aklını kullanarak sorgulamaya başlayacak ve özgürlüğü için daha çok kafa patlatacaktı. Bununla ilgili yazılı edebi ve ansiklopedik eserler sayesinde Aydınlanma ve fikirleri geniş kitleler tarafından da benimsenecekti.

Aydınlanmanın en büyük meyvesi olan Fransız Devrimi ise insan hakları ekseninde ve yeni bir dünya düzeni kurulması bağlamında tarihi bir dönüm noktası olacaktı. Fransız İhtilali demokratik ve laik anayasa rejimleri için temel teşkil ederken, eşitlik, hürriyet ve adalet kavramlarını insanoğlunun ortak hafızasına sokmuş olacaktı ilk kez.

Bu devrim ile beraber yazılan İnsan Hakları Bildirisi, benzerlerine kıyasla yeni bir özelliğe sahip olacak, Amerikan ve İngiliz Bildirilerinin yerel ve ulusal özelliğini de aşarak insan haklarının evrensel niteliğinden bahsedecekti. Bildiri sadece Fransız vatandaşlarını bağlamayacak, bütün insanlığı kapsayan bir özgürlük anlayışını getirecekti.

Her ne kadar kimi 19. ve 20. yüzyıl düşünürleri Fransız İhtilali’nin, aklı kullanarak ileride oluşacak kimi totaliter rejimlere dayanak teşkil ettiğini savlasalar bile, Fransız Aydınlanması’nın ve Fransız İhtilali’nin tüm insanlığı ve dünyayı derinden etkilediği ve onun sosyolojik ve siyasi kodlarını değiştirdiği tartışılmaz bir gerçek.

Bugüne geldiğimizde ise, yine Fransa cenahında sessizce yeni bir yumuşak devrimin gerçekleşmekte olduğunu söylersek pek abartmamış oluruz.

Koskoca ve tarihi Fransız siyasi arenasında sadece 14 ay önce ortaya çıkan ve henüz tam bir siyasi partiye dönüşmeyen, yeni lider Emmanuel Macron’un siyasi hareketi, sonuçları itibariyle şimdilik en azından Fransa’da küçük bir devrim yaratmış durumda. Solun reformcu kısmı ile sağın liberal kanadını bir potada yoğurarak sol ve sağ paradigmaları bir çırpıda yıkan, ne tam sağda ne tam solda olan, kendine özgü hibrid bir harekettir söz konusu olan. 1850’lerde ortaya çıkmaya başlayan Marksizm kaynaklı çeşitli sol renkler ile daha eski tarihe giden milliyetçi ve sağ hareketlerin miyadı dolmak üzeredir. Lenin’in dediği gibi belki de yönetenler eskisi gibi yönetemediği gibi, yönetilenler de eskiden olduğu gibi yönetilmeyi istemedikleri için, ayrıca sokaktaki insan da küreselleşmenin de beklenmedik bir şekilde yarattığı çarpıklık nedeniyle tarihi partileri mezarlığa göndermeye karar vermiş oldular. Zamanın ruhunu iyi yakalayan Macron da bu sürece su döküp kendi karizmasını da kullanarak Napolyon’dan sonra en genç başkan olarak, parlamentoda da ezici çoğunluğu sağlayarak Fransa’nın başına geçiyordu. Fransa demokrasi ile yönetilen ülkelere yeni bir örnek sağlamış olurken, klasik anlamda sağ ve sol düşüncenin kendini yenilemediği takdirde siyaset tarihinin sonsuz çöplüğünde kaybolacaklarını anlatmaya çalışmış olacaktı.

Lakin önemli bir sorun da ortaya çıkacaktı geçtiğimiz hafta yapılan parlamento seçimlerinde. Fransa seçim tarihinin en düşük katılımı ile -yüzde 42- gerçekleşen seçimler bir anlamda demokrasinin de ayağına kurşun sıkacaktı. Mevcut siyasetçiler ve bürokrasi ve yolsuzluk sarmalı içinde her geçen gün çirkinleşen ve hiçbir yeniliğe hazır olmayan siyaset yüzünden halkın yarısından fazlasının sandığa gitmemiş olması da bir ilktir demokrasi tarihinde. Ve bu bağlamda alarm zillerinin sesleri de uzaktan da olsa duyulmaya başlanacaktı.

Macron ve çoğu, siyasetin dışından, halkın içinden gelen bakanları ve parlamenterleri ile başta ekonomik reformlar olmak üzere başarılı olursa klasik siyaset sona erecek, yeni hibrid siyaset ile yumuşak devrim gerçekleşecek ve Fransız kültürü yeni bir tarihi dönüşüme ve dolayısıyla başarıya imza atacak. Tersi olursa, popülizm ile başlayan ama sürecin sonunda yeni tür bir faşizme evrileceği belli olan aşırı sağın kazanacağı evreyi yaşayacak yaşlı kıta, muhtemelen.

Fransa, Avrupa’nın geleceğinin laboratuvarı konumunda artık.

Macron ya tarihe altın harflerle geçecek ya da hızla kaybolup gidecek.