Aybüke’nin Ardından

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
14 Haziran 2017 Çarşamba

Pırıl pırıl bir genç kızı kaybettik, PKK’nın katlettiği müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın yalnızca 22 yaşındaydı. Karne dönüşü teröre kurban giden genç müzik öğretmeninin kısacık hayatı, modernleşmeden başlayıp bu karmakarışık günlere uzayan periyodun özeti gibi.

Okulun yetersiz bulduğu müzik atölyesine maaşından artırdıklarıyla enstrüman alan Aybüke öğretmenin öğrencilerinin “Gitar ve piyanoyu bana sevdiren, öğreten Şenay Aybüke Yalçın hocamdır. Müzik ile hiçbir ilgim yoktu, onun sayesinde müziğin tüm enstrümanlarını öğrendim” sözleri, ruhumuzu olduğu kadar zihnimizi de titretmeli. Titretmeli, çünkü Cumhuriyet dönemi eleştirisi diye yola çıkılıp medya vasıtasıyla bulandırılan zihinler artık kendine gelmeli. Yolun sonu toptan çöküş yoksa.

Batman’da şehit olan Aybüke, Çorum nüfusuna kayıtlıymış, üniversiteyi Nevşehir’de okumuş, Konya’da da Necmettin Erbakan Üniversitesi Halk Oyunları Topluluğu’nda çalışmış. Gencecik bir kızın kısacık hayatına Anadolu’nun farklı yerlerini sığdırmasını sağlayan şey neydi? Bugün kaybettiğimiz Aybüke’mizin, çok uzağa gitmeyelim, yüz yıl önce bir eşine sahip olmuş muyduk acaba? Bir elektriği, bir suyu olmayan evlerde eğitim için çabalayan günümüz Çalıkuşu portresi çıkarmaya çalışmıyorum, Türkiye gibi erkek egemen bir ülkede bir genç kızı, iş için ailesinden ayrı, tek başına küçük taşra şehirlerine gitmeye cesaret ettiren şey nedir? Nedir Çorumlu bir kızı Nevşehir’de okumaya, Konya’da halk oyunu oynamaya gitmeye cesaret ettiren şey? Modernitedir, Türkiye’de de Cumhuriyet’le gelen devrimlerdir her şeyden önce. Batman’ın Kozluk ilçesindeki çocukların müzik eğitimini kendine dert edinen yönetim anlayışıdır.

Hala köyümüzden dışarı kafamızı çıkaramıyor olabilirdik. Bugün hepimiz böylesi bir hareket kabiliyetine sahibiz; özellikle hayata katılmaya çok daha yeni başlayan kadınlar için büyük nimet bu. Ancak yine de aramızda köyünden dışarı çıksa da, zihni köyünün sınırlarının dışına çıkamayan kimseler var; hepimize de en büyük zararı onlar veriyor. Bunlardan birtakım terbiyesizler “Onun günahı yoktu, sadece öğretmendi” diye vicdan edebiyatı parçalayarak yanlış kişinin öldürüldüğü iması yaparken, başkaları da “Askerin misyonu neyse, asimilasyon yapan öğretmenin misyonu odur” diyerek el yükseltiyor. Herkes her kavramı gönlüne göre kullandığı için ruh hastası mı bilemiyoruz ama özellikle Doğu’daki eğitim çalışmalarını asimilasyon olarak görüp göstermeye çalışan bir kesim var. Sondan söyleyeceğimizi baştan söyleyelim; eğitimi, okulları asimilasyon politikası, öğretmenleri de bu politikanın uygulayıcıları olarak görenler; insanlığın bu kurumları tüm dünyada kurmaya hangi yoldan geldiğini bilmeyenler, yani zihnen bu çağda yaşamayan kişilerdir, çağdışı kalmışlardır.

Ne yazık ki uzun bir süredir eğitim faaliyetlerini dahi asimilasyon olarak anlatan bir grup, medyada oldukça etkili; üstelik kerametleri kendilerinden menkul “aydın” sıfatlarıyla yüksek yüksek tepelerden biz fanilere doğru yolları gösteriyorlar. Yalnız tarih yazımında değil, diğer alanlarda da buna maruz kaldık. Sinan Çetin’in izleyenlerde başkaları adına utanma duygusu uyandıran kısa filmi, müzik yoluyla asimilasyon masalı anlatan masallardan aklıma ilk geleni. Oysa bunun gerçek hayatta pek bir karşılığı yok. Müzik öğretmeninin eğitim vererek asimilasyon yaptığını, ahbap çavuş ilişkisiyle tuttuğunuz köşelerinizden başka yerde anlatamazsınız zaten.

Belki tarih bilginiz kısıtlı olabilir, ancak bu da kendinizle anne-babalarınızın, dede-ninelerinizin hayatlarını karşılaştırmanıza engel değil. Hayat değişiyor, yeni ihtiyaçlar söz konusu olmaya başlıyor ve insanlar ona adapte oluyor, bunun için kurumlar kuruyorlar. Okulu, eğitimi asimilasyon addederek değişime direnmek, aptallıktan başka bir şey değil. Bugünün dünyasında iyi bir eğitim almadan, yaşadığı ülkenin dilini, kültürünü bilmeden bir yerlere gelmek mümkün değil; kaldı ki sınırların silikleşmesinin tartışıldığı bir dünyada yeterli de değil.

Eğer ömrü billah köyünüzden dışarı adım atmayacağınıza, tarlanızdan ekininizi almaya gelecek kişiden başka kimseyle konuşmayacağınıza eminseniz, eğitim almayı zül görebilirsiniz. Ancak yine de kaçınamazsınız, çünkü modern devlet vatandaşından sorumlu olan devlettir; size dilinizi kullanmayı öğretir, köyünüze doktoru gönderir, doktorla anlaşabildiğinizden de emin olur. Yalnız Doğu’daki Kürt çocukları değil, sözgelimi Edirne’deki, Muğla’daki Türk çocuğu da Türkçeyi okullarda öğreniyor; bunun için asimilasyon diye ağlaşırsanız ortak dili kuramazsınız. Evet, belki Türkçe de birçok lehçesini kaybetti, kalanları da folklor gösterilerinde ve fıkralarda hatırlanıyor belki ama bugün Edirne’de doğan biri Kars’takiyle anlaşıyorsa bu sayededir. Bu, bizi köylerimizde tıkılı kalmaktan kurtarıp dış dünyaya açan araçlardan biridir. Ayrıca bu, bugünün hareketli ve hızlı olmayı gerektiren şartlarına kolay iletişim sayesinde uyum sağlamamıza yardımcı da olur.

Gelelim müziğe. Müzik evrenseldir; yalnız köyünüzün dışına çıkarmakla yetinmek bir yana, hayatınız boyunca denk gelmeyi bile düşünmediğiniz yerlere bir melodiyle götürüp getirme gücüne sahiptir. Tam olarak da bu yüzden ilkokullarda müzik dersi konulur, çünkü Türkçe sizi köyünüzden alıp tüm Türkiye’ye bağlarken, müzik tüm dünyaya bağlar; yeteneğiniz de varsa kendinizi Alman ve Faslı arkadaşlarınızla Güney Afrika’da konser verirken bile bulabilirsiniz. Şenay Aybüke Yalçın Batman’ın Kozluk’undaki bir öğrencisine bir enstrüman öğretirken, bambaşka bir ufuk çiziyor, bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyordu aslında. Bu yüzden öğretmenlere her yerde saygı duyulur, ümit beslenir; bir öğretmenin öğrencisiyle özel olarak ilgilenmesi, hele taşrada, ne büyük bir mucizenin müjdecisidir.

Sözün özü, Şenay Aybüke Yalçın’ın 22 senelik ömrü, anlayabilene çok şey anlatıyor. Bugünün dünyası kolay kurulmadı, mahvetmek de kolay olmamalı.