Babamın İstanbul’u

Hayatta tüm yalnız ve babasız kalan oğullar için…Geçtiğimiz hafta bir akşam arkadaşımla girdiğimiz bir mağazada ‘Babalar Günü’ özel indirimi ile karşılaştık. Birinci ürünün yarı fiyatına ikinci ürün babanız için indirimle satılmaktaydı.

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
14 Haziran 2017 Çarşamba

Bu duyguyu sadece en yakınını kaybetmiş olanlar anlayabilirdi. Babamın vefatını ilk öğrendiğim an bunun dünyada sadece benim başıma gelebilecek bir gerçek olduğunu düşünmüştüm. Yıllar geçtikçe alışamasam da babasız bir dünyayı kabullenmeye çalışıyorum. Babalar Günü bizim gibiler için zor zamanlardan biridir. Babam hayatta olsaydı, ben bambaşka biri olabilir miydim? Kim bilir? En azından her babalar gününde bu satırları kaleme alarak sana uzaklardan da olsa seslenmeye çalışıyorum babacığım…

Babama mektup

Sana anlatacak o kadar çok olay biriktirdik ki geçtiğimiz yıl nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum baba.  Bir cuma akşamı boğaz köprüsü kapanacak, ardından gece boyu tanklar, savaş uçaklarının sesleri, dışarıda çatışmalar ve darbe girişimini yaşacağız deseler inanır mıydın? Peki ya, o hep büyükbabayla öğle yemeklerine gidip, boğazın keyfini çıkardığınız bir dönemin Lido’su nam-ı diyar Reina silahlı teröristlerle taranıp onlarca insana mezar oldu desem? İstanbul öyle değişti ki babacığım, tanımakta güçlük çekiyoruz. Bir zamanlar kravatsız çıkmadığın Grande Rue de Pera’da ne bir tiyatro kaldı ne de adamakıllı bir pastane.  Birileri yaşama zevkimizi elimizden alıyor baba, hiçbirimiz ses veremiyoruz. Yıllarca beğenmediğimiz binaları mumla arar olduk. Atatürk Kültür Merkezi, Devlet Tiyatroları Sahnesi cezalı birer çocuk gibi bir köşede kaderini bekliyor. Gitmek mi daha zor yoksa kalmak mı? Etrafımdaki insanlar tek tek azalırken inatla “burada kalmaya devam edeceğim” diyorum. Hem bizler de terk edersek kim gidecek büyükbaba- büyükannenin mezarlarına her sene, çocuklarıma ilerde senin İstanbul’unu nasıl anlatırım?

Şu sıralar turlarımda bol bol senden bahsediyorum baba, belki oralarda kulakların çınlıyordur. Ne olurdu keşke yine burada Taksim’deki evimizde olsak, Mordiko aşağıdan “Jojooo” diye seslense, inip üç beş kuruş versek, oradan The Marmara’ya Şevket Uğurluer’i dinlemeye, ya da akşam annemi de alıp İnci’de profiterol yemeğe gitsek?  Suadiye’deki yalının yerinde şimdi gökdelenler yükseliyor baba, İstanbul öyle büyüdü ki şu on beş senede, gözlerine inanamazsın. Dünyanın en büyük havaalanını, en büyük alışveriş merkezlerini yaparken, balkonsuz, ruhsuz sitelerde şehirden gittikçe uzaklaşıyoruz. Şu sıralar arkadaşlarımın çoğu Kemerburgaz’a taşındı desem inanır mıydın baba? İyi ki Musevi Lisesinde de beni okutmuşsunuz. Hayatta gerçek kardeşlerim diyeceğim dostları orada tanımışım. Bu arada bana bıraktığın bu değerli mirası unutmadım. Kişisel tercihlerin, hayata bakışın farklı olsa da galiba istediğin gibi bir Yahudi olma yolunda ilerliyorum. Yaş aldıkça seni, her zaman eleştirdiğim seçimlerini daha iyi anlıyorum. Yıllar geçtikçe çıkmaya gayret gösterdiğim her basamakta merdivenin sonunu göremesem de bana anlattığın hikâyeleri hatırlayıp, yolumu kaybetmemeye çalışıyorum. Yaşadığım şehre, beş yüz yılı aşkın bir parçası olduğumuz topluma yabancılaşsak da aidiyetimi kaybetmemeye çalışıyorum. Fatih Camii’nin avlusunda elinde bayrak “İsrail’e ölüm” diye gezinen şahsı gördüğümde, bazen televizyonda, gazetede şuursuzca “Yahudi” kelimesini ağzına dolayan insanları ibretle izlediğimde sözlerini bir kez daha hatırlıyorum baba. Keşke ilk bozulanı hemen değiştirebilseydik, belki o zaman sana anlatabilecek, bu şehre dair daha mutlu hikâyelerim olurdu. Umudumu yitirmeyeceğim baba, annem, sen ve ben yine aynı masada yemek yiyeceğimiz günleri arıyorum. Hayatımın bu yönü sen gittikten beri bir milim oynamadı yerinden. Bir yanım hep eksik, senin de olduğun bir dünyayı özlüyorum. 

2 Yorum