Amerika’da anti-entelektüel gelenek

“Anti-entelektüalizm uzun zamandır iş adamlarının antisemitizmidir.” Arthur Schlesinger, 1953

Umut UZER Köşe Yazısı
2 Mayıs 2017 Salı

1963 yılında basılan Amerikan Yaşamında Anti-entelektüalizm adlı kitapta Columbia Üniversitesi akademisyenlerinden Richard Hofstadter Amerikan siyasetinde ve toplumsal hayatında aydın karşıtlığını tartışmakta, anti-entelektüalizmi akla karşı şüphe ve nefret olarak tanımlamaktadır.  

Hofstadter’e bu kitabı yazmaya iten temel sebep daha önce pek duyulmayan bu terimin 1950’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaşmasıdır. O dönemde Wisconsin Senatörü Joseph McCarthy’nin başlattığı cadı avıyla her yerde komünistler aranmaya, sorgulanmaya ve işlerinden atılmaya başlamışlardı. McCarthy’cilik olarak tanımlanan bu hareket kritik akla karşı şüphe duyulmasına yol açmış ve popülist politika açısından önemli kazanımların olduğu bir devre olmuştur. Nitekim 1952 başkanlık seçimlerinde Adlai Stevenson aydınların desteğini kazanırken, İkinci Dünya Savaşının muzaffer komutanlarından General Dwight Eisenhower Cumhuriyetçilerin adayı olarak seçimleri kazanmıştır.

Çok yönlü bir tarihçi ve aydın olan Arthur Schlesinger bu dönemi analiz ederken, 20 yıllık Demokrat Parti idaresinde entelektüellerin saygı gördüğünü ancak şimdi Cumhuriyetçilerin tekrar iktidara gelmesiyle artık iş dünyasının çıkarlarının hakim olduğunu, işadamlarının da aydınları garip ve ‘yumurta kafa’ (egghead) olarak gördüklerini yazmaktaydı. Bu tanımın aşağılayıcı bir anlam içerdiğine şüphe yoktu. Nitekim bu tanıma göre, genellikle profesör veya onun himayesindeki yüzeysel, duygusal, efemine ve halktan kopuk küstah sahte entelektüeller olarak tanımlanan aydınların genellikle sosyalist oldukları iddia edilmekteydi.  

Bu bağlamda yeni Başkan Eisenhower’ın kovboy romanlarını okumayı sevmesi ve aydınları çok konuşan ukala adamlar olarak nitelemesi yeni dönemde iktidar ile okumuş kesim arasındaki uçurumu daha da belirliyordu. Eisenhower ayrıca tartışmalara doğrudan katılıyor ve entelektüelleri bildiğinden daha fazlasını gereğinden daha fazla kelimeyle anlatan kişiler olarak tanımlıyordu.

Bu konuda ilginç bir örnek, 1957 yılında Seylan’a (bugünkü Sri Lanka, eski adı Ceylon) atanmak istenen büyükelçi adayının Senato’da sorulara muhatap olduğu esnada verdiği cevaplar anti-entelektüel olmanın büyük ölçüde cahil olmayla eşanlamlı olduğunu gösteriyordu. Seylan’da ne tür sorunlar olduğu sorusuna cevap olarak sorunun orada yaşayan insanlar olduğunu belirten aday, bu ülkenin başbakanının kim olduğunu bilmediğini de itiraf etmekteydi. Bütün bu gaflara rağmen büyükelçi olarak atanan bu kişi bir yıl sonra görevinden istifa etmişti.

Amerika’daki uzmanlara karşı olan düşmanlığın, halkın eğitimli kesimlere karşı olan nefretiyle açıklayan Hofstadter, bu nefretten bilim adamları kadar diplomatların da payını aldığını yazmaktadır. Bugüne kadar etkisini sürdüren bu hissiyatta Amerikan diplomatları çizgili takım elbise giyip, İngiliz aksanıyla konuşan Doğu kıyısından gelen kişiler olarak tanımlanıp, Amerika’nın kalbi olarak işaret edilen Orta Batı (Midwest) ve Batı Amerika’yı küçük gördükleri iddia edilmektedir. Bu tanımlamaya giydiği çizgili takım elbiseler ile fiziksel olarak 1993-1997 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı yapan Warren Christopher uysa da, kendisinin Amerika’nın Batısında bulunan North Dakota’da doğduğu gerçeği aslında bu tür damgalamaların gerçeği yansıtmadığını göstermektedir.

Buna rağmen özellikle Orta Batı’dan gelen Senatör McCarthy diplomatları bütün ayrıcalıklarına rağmen ülkeye ihanetle suçlamış ve komünist olduklarını iddia etmiştir. Bunun sonucu olarak da 1950’lerin sonuna gelindiğinde Amerikan kamuoyunda aydınlara karşı tepkinin oldukça yerleştiği söylenebilir fakat bu düşünce biçiminin yaygın olmasına rağmen başat olmadığı tespit edilmelidir. Ayrıca eklemek gerekir ki, aydın karşıtlığı Amerikan toplumunda güçlü olarak var olan insanların eşit oldukları fikrinden de beslenmektedir.

Belki de mesele daha çok gel-git benzetmesi ile açıklanabilir. Mesela, 1960’larda tekrar akademisyenlere Washington’da yer verilmeye başlanmıştır ki, bunların arasında en önemlisi ulusal güvenlik danışmanı ve daha sonra dışişleri bakanı olacak Henry Kissinger’dır. Dolayısıyla Demokratların aydınlara, Cumhuriyetçilerin ise anti-entelektüel kampa daha yakın oldukları söylenebilir. 

Ayrıca vurgulamamız gereken bir başka nokta, özellikle muhafazakâr kesimlerin, eğitimden çok din ve ahlakın hayatımızda rehber olması gerektiği iddiasında bulunmalarıdır ki, bu iddia bugüne kadar devam etmektedir.   

Örneğin, Cumhuriyetçi Parti içinde anti-entelektüalizm uğruna üniversiteye çocuklarınızı göndermeyin diyenler bile çıkmıştır. Bu bağlamda, 2012 başkan adaylarından İtalyan kökenli Rick Santorum, kendisi üç üniversite bitirmesine rağmen, halkın çocuklarını liberal profesörlerce endokrine edilmemeleri için üniversiteye göndermemeleri tavsiyesinde bulunacak kadar ileri gitmiştir.

Günümüzde ise, bu dünya görüşünün bayraktarlığını ‘alternatif gerçekler’ kavramını siyasi literatüre yerleştiren Trump iktidarının yaptığını söylemekte fayda görüyorum.

 

Okuma Önerisi

Anti-Intellectualism in American Life. Richard Hofstadter.