Telepati

Sami AJİ Köşe Yazısı
22 Şubat 2017 Çarşamba

Yıl 1955… Jules Verne’in romanları ile yeni haşır neşir olmaya başlamıştım.

‘Deniz Altında 20.000 Fersah’ kitabını büyük bir merak ve heyecanla okuyarak bitirmiştim.     Kaptan Nemo, denizaltısı, Nautilus ve o gemide yaşanan olayları bir daha aklımdan silinmeyecek şekilde hazmetmiş ve özümsemiştim.

İşte tam o günlerde, radyo ve gazetelerde ABD deniz kuvvetlerinin, nükleer güç ile çalışan bir denizaltıyı inşa ettikleri haberleri yer almaya başladı (O zamanlar bu gemiye ‘atom denizaltısı’ deniyordu).  İsmini de Jules Verne’in romanından esinlenerek ‘Nautilus’ koymuşlardı.

Artık modern (!!!) Nautilus hakkındaki haberler de ilgi odağımın içine girmişti.

Aradan üç sene geçti. Temmuz 1958 sonlarında adeta inanılmaz bir haber medyada yayılmaya başladı (yanlış anlamayın o yıllarda medya dediğimiz sadece altı veya sekiz sayfalık gazeteler ile bol parazitli radyolardı).

Nautilus, ağustos ayı başında, Pasifik Okyanusundan Atlantik Okyanusuna, Kuzey Kutbunun altından geçerek ulaşacaktı. Nitekim de öyle oldu. Kutup buzlarının altından beş gün süreyle yol alan denizaltı, Grönland yakınlarında su yüzüne çıkmıştı.

Bu muazzam serüvenin tüm dünyada yarattığı heyecanı gerçekten tarif etmek çok zordu. Hele o yolculukta görevli subay ve erlere New York’ta yapılan karşılama töreni öve öve bitirilmiyordu. (O zamanlarda çekilen haber filmlerini izlemenizi tavsiye ederim.)

Aynı anda yine basında ve özellikle Fransız basınında, sualler sorulmaya başlandı. Buzların altındaki beş günlük süre zarfında denizaltı ile nasıl irtibat kurulmuştu? Telsiz iletişimi imkânsızdı. Yepyeni elektronik cihazların gemiye monte edildiği biliniyordu. Ancak onlar sadece yön tespitine yarıyordu.

Resmi bir cevap hiçbir zaman alınamadı (halen de yoktur). Ancak 1959 başlarından itibaren dergi ve gazetelerde temasın ‘Telepati’ yöntemiyle sağlandığına dair yorum ve makaleler yayınlandı. Bu kelimeyi de ilk defa o zaman duydum. (Bugüne kadar bu olay resmen ne doğrulanmış ne de yalanlanmıştır.) Ancak Ruslar kesinlikle telepatinin kullanıldığına inanmışlardı. Hatta bu yöntemle nükleer bombadan daha güçlü bir silah yapılacağını öngörmekteydiler.

Peki, nedir bu telepati? Genel olarak kabul edilen deyişle, “paranormal bir yetenektir.” Fertler arasında duyular dışı algılama yoluyla, düşünce fikir hatta belli şekil ve resimlerin aktarıldığı iddia edilir. Doğu Avrupa ülkelerinde ‘bio-enformasyon’ terimi kullanılır. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde telepati üzerine çok geniş tecrübeler yapılmıştı.

Sibirya’da bazı Şaman topluluklarında bu kabiliyetin gelişmiş olduğu bilinmekle beraber, araştırmalar ilmi bir sonuca varmamıştı.

Bilişim teknolojilerinin bugün ulaştığı inanılmaz seviyelerine rağmen, (beyin dalgaları ile bilgisayara komutlar gönderildiğini yeni okudum) telepati sahasında halen araştırmaların yoğun bir şekilde sürdürülmeye devam edilmesi bize şaşırtıcı gelebilir. Hele dünyaca ünlü çok sayıda üniversitelerinin psikoloji bölümlerinde yoğun deneylerin yapıldığını ve bu yönde geniş bütçelerin ayrıldığını öğrenmek gerçekten hayret verici…

Üstüne üstelik bugüne kadar kesin bir neticeye de varılmış değil. Aralarında belli bir yakınlığa sahip bireylerin (ana-çocuk gibi) telepatik ilişkiye girmesinin daha kolay olabileceği tespit edilmiş olmakla birlikte kesin bir hükme varmak şimdilik mümkün değildir.

Ayrıca böyle bir irtibata girebilecek insanların hangi yöntemlerle yetiştirileceği hususunda henüz belli bir sistem de geliştirilememiştir.

Özetle, telepati hala bilim kurgu veya paranormal ilişkiler seviyesinde değerlendirilmektedir.

Ancak, ilim adamlarının pes etmeye niyetleri yok. Niçin? Bu gayret niye?

Hâkim bir inanç var: İnsan beyni sürekli bir evrim içindedir. Beynimiz bir taraftan hayatımızı kolaylaştıran teknolojiler yaratırken, bu teknolojiler beynimizin gücünü daha da arttırmaktadır. Diğer bir deyimle fiziksel faaliyetlere ayırdığımız zaman azaldıkça beynimizde düşünmeye ve düşünceye daha fazla yer kalmaktadır.

Dolayısıyla, devam etmekte olan telepatiye dair tüm çalışmalar sonuç verirse, sadece ve sadece göndereceğimiz mail’i “düşüneceğiz.” Ne laptop ne de akıllı telefona ihtiyacımız olacak. Muhatabımız kimse direkt onun beynine adeta ışınlayacağız. Şaka bir yana, duş altındayken bile mesajlarımızı gönderebileceğiz. 

Beyinlerimiz arasında iletişimi başarabilirsek, fikir ve düşüncelerimizi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar paylaşabileceğiz. Daha da önemlisi bugün siber saldırılar yüzünden büyük bir tehdit altında olan internet sistemine ihtiyaç bile olmayabilecektir.

Yazımı Michael J. Gelb’in1, şu sözleri ile bitirmek isterim: “Beynin sahip olduğu neredeyse sınırsız öğrenme kapasitesi sayesinde her insan potansiyel bir dâhidir.”        

 

1Michael J. Gelb (doğum 1952) yaratıcılık ve innovasyon üzerinde uzman olup bu konularda yayınları mevcut. Ayrıca birçok büyük şirketlere danışmanlık hizmeti veren bir kurumun başında.