Tatile girmişken

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
25 Ocak 2017 Çarşamba

Tatile girmişken tatille ilgili bir şeyler yazayım dedim. Öğrenciler kadar öğretmenler de tatile girdik diye sevinirler, emin olun. Onlardan tek farkımız, tatile çabuk doyuyor olmamızdır, o kadar. Bu söylediğim, yaz tatili için geçerli elbette. Yoksa iki haftalık tatil, hepimizin dinlenmesi için ancak yeterli oluyor, inanın.

Tuhaf bir biçimde yoruluyoruz. Aslında hemen hemen aynı yoğunlukta çalışıyoruz, yeni plan ve programlara uysak da özellikle son sınıfa girenler aynı amaç doğrultusunda geçiriyoruz birinci dönemi, o da çocukları hiçbir eksikleri kalmadan YGS’ye hazır hale getirmek.

Bundan hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamıyor insan. Bir test daha çözsem, biraz daha uygulama yaptırsam, acaba sormak istedikleri bir şeyler daha var mı, diye diye sınav gününe geliyoruz. Bu araya sıkışan iki hafta içinde onları sadece merak edebiliyoruz, o kadar. Acaba yeteri kadar tekrar yapabildiler mi, eksiklerini kapadılar mı, dershaneye düzenli devam ediyorlar mı, filan… Rahat vermiyor kafamız bize, durmadan çalışıyor.

İşin en tuhaf tarafı, çocuk okuldan çıktığı anda, öğretmenin kontrolünden de çıkıyor. Vaktini nasıl geçirdiği hakkında hiçbir fikri olmuyor öğretmenin. Tatil bitip okul başladığında da sınava yaklaşık bir ay kalmış oluyor.

Sınav günü de zaman bir türlü geçmek bilmiyor öğretmen için. Sabah erkenden uyanıyor, saatine bakıyor ve kafasında deli sorular, yeni düşünceler beliriyor: Çocuklar sınava girdi, acaba sorular kolay mı, ölçer nitelikte olsa bari, çalıştıklarına değse; acaba midesi bulanan var mı ya da dün gece yedikleri dokunan? Erken çıkmasalar bari, sorudan korkup bırakmasalar sınavı, kaydırmasalar?

Sorular ve cevaplar açıklanınca bu sefer de kimin ne yaptığına kafa yormaya başlıyor: Acaba Ali şu soruya bu sefer doğru cevap verdi mi, şu paragraf tam Ayşe’nin karıştıracağı türden, inşallah aklına ilk geleni seçmiştir, Elif kesin şu soruda iki şık arasında kalmıştır, boş mu bıraktı acaba, gibi…

İşin tuhaf tarafı, bütün bunların ardından okula gider gitmez, sanki bunları hiç yaşamamış gibi, çocuklara hiçbir soru sormadan hayata kaldığı yerden devam eder. Çünkü geçmiş, geçmiştir; önlerinde yeni bir sınav vardır, şimdi ona bakmak lazımdır.

Bu çocukların hiçbirini dünyaya getirmediği halde, en az dünyaya getiren kadar onlar için kafa yorabilmek, sadece öğretmene mahsus bir durumdur.

Bu bir iş ya da meslek olmaktan çok farklı bir duygudur. Bu, sorumlulukların en büyüğüdür ve her biri için ayrı ayrı alınır. Zaman içinde kaybolup gidecektir ama neyse ki yerine yenileri gelecektir.

Tatil demek, bu sorumluluklardan, düşüncelerden, sorulardan az da olsa uzaklaşma zamanı demektir tanımda. Ama aslında pek de öyle değildir.

Bir de adına on beş günlük tatil diyoruz. Öğretmenlikte yirmi beş seneyi geride bırakacağım. Bu güne kadar bunun üstünde hiç düşünmemiştim. Öğretmen bir arkadaşımın oğlu bir gün bana, Tülay Teyze, bu tatil on beş gün değil ki, on gün. Hafta sonları zaten okula gitmiyoruz, neden adına on beş tatil diyorlar, diye sorduğunda bu ezber tatil düzeninden ilk defa çıkıp dışarıdan baktım geçen günlere. Zaten tatil falan değil Tülay, dedim kendi kendime, bu bildiğin yeni döneme hazırlık, hepsi bu. Kalan zamanı daha kaliteli geçirmek için plan yapmakla, değişen müfredata bakmakla, nelerin sınıflara daha uygun olacağına karar vermekle geçen adı on beş gün ama sayısı on gün olan bu hızlı sürecin ardından, sanki hiç tatil yapmamış gibi yeniden çalışmaya başlamaktır tatil dediğin…