Büyüyünce ne olacaksın?

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
14 Aralık 2016 Çarşamba

(Hürriyet’ten Ömür Kurt’un Kasım 2016’daki

sorularına yanıtlarımdan derlediğim bir yazı)

 

‘Büyüyünce ne olacaksın?’ sorusunun sahici cevabı, “ne bileyim” olabilir. Gelecek kaygısı geleceğin net görülemediği, belirsizliğin hem kişisel hem toplumsal yaşamda egemen olduğu dönemlerde zirve yapar. Geleceğin istediğimiz kadar belirli olması mümkün olmasa da, hedef ve umutlarımızla geleceğe bir kesinlik kazandırmaya çalışırız. Belirsizliğe tahammülümüz düşüktür; geleceği şimdiden bir hedefe ipotek etmek günün kaygısına dayanmayı mümkün kılar.

Gençler için lisenin bitişiyle beraber geleceği varsayılan özgürlük ve kendi kararlarını verebilme olanağı, omuzlarına bindirdiği belirsizliği ortadan kaldırıp ‘seçim yapma’ sorumluluğu ile birlikte ağırca bir yüke dönüşür. Özgürlüğün ve seçme hakkının, bir bakıma, getirdiği yükleri taşımakta çocuklarımıza yardım edebiliriz.

Bunun için ne mi yapmalıyız? Meslek seçimi ya da gelecek hedefi belirleme gibi konulara sınırlı kalmaksızın, üniversite ya da ‘kolej’ sınavları kapısına kadar beklemektense, mevcut oyunlardaki dijital algoritmaların kısıtlayıcılığını taşımayan serbest oyun oynamayı, doğada zaman geçirmeyi ve kitap okumayı hayatlarının önemli bir parçası kılabilirsiniz. Kitap okuyan, doğa ya da oyun gibi beklenmedik olasılıkların çıktığı ortamlarda zaman geçiren çocuklar hayatta karşılarına çıkacak beklenmedik olaylara daha hazırlıklıdırlar. Başkalarının ve kendilerinin düşünce ve duygularını anlayabildikçe güçlenen sezgileriyle bilinmeyene ve belirsizliğe tahammülleri artar, hazır çözümlere razı olmamaya başlarlar.

Çözümleri başkalarıyla beraber oluşturmayı öğrenmek, başkalarının ihtiyaçları ile kendimizinkileri bağdaştırmak, başkalarını yok etmeden ya da yok saymadan var olmayı öğrenmek için küçük adımları oyunla, kitapla, doğayla atabiliriz. Bağımsızlık ve özgüven duygusuna değer veren anne-babalar, eğitimciler bunu zaten böyle yapıyor.

Gelecekteki hedefi görebilmek

Gençlerin gelecek hedeflerini hayatlarının son kararı, geri dönülmez bir yolculuğun bileti gibi algılamalarına üzülüyorum. Rüyalarını gerçekleştirememiş kuşaklardan anne-babaların çocukları, kendilerini de aynı yazgının beklediğine inanmaya başladıklarında, özgürlüklerini bir tür düşman gibi görüyorlar. Seçme hakkına sahip olmak, özgür olmak zor ve acı verici geliyor. Beynimizi yoran bu özgürlük halinden bir an evvel kurtulmak için çoğumuz can atıyoruz.

Hayat hedeflerini belirlemeye çalışan gençlerin kararlarını daha rahatça alabilmeleri, daha önemlisi gereğinde değiştirebilmeleri için güvenecekleri birisinin varlığı yeterli. Zira başkasına güven duyamayanların, kendilerine güvenmeleri mümkün değildir. Kimselere güvenemediğimiz, kimsenin samimiyetine inanamadığımız zamanlarda, genç olalım, yaşlanmış olalım, özgürce bir seçim yapmak daha da zor. Peki, bebeklikten başlayarak kime güveniriz? Koşulsuz sevene ve kabul edene… Güvenliğimizi sağlamak için şart koşmayana.

Hedef koymak kadar gerektiğinde hedefi değiştirmek ya da hedefe götürecek farklı yolları kullanmayı öğrenmek gibi bilişsel teknikleri çocuklar anne-baba ile geçirilen zamanda veya oyun, spor gibi faaliyetlerdeki uygulamalardan öğrenebilirler. Aynı çabalar, başkalarıyla uyum içinde hareket etmek, hedefe ulaşamadığında yaşanan üzüntüyü paylaşmak ve kayıplara dayanabilmek gibi toplumsal becerilerin gelişimine de imkân sağlar.

Yine kitap, doğa ve oyun konusuna döndük. Oyun derken, gerçek oyunu kast ediyorum. Oyun gibi oyun, kuralları olan, ama kurallar içinde hareket özgürlüğünün epeyce geniş olduğu, hayallerimizin oyunu tasarlayanın hayalleri ile sınırlı olmadığı. Kitap derken de kitap gibi kitap, hayallerimizi tahrik eden, hayal gücümüzü zorlayan. Doğa derken ise, beklentiyi hafifçe değiştireyim, doğa gibi doğa bulmayı beklemeyelim: Bir saksıdaki toprak, kaldırımların arasından fışkıran otlar, gökyüzünde hareket eden bulutlar. Kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakabileceğimiz her hangi bir yer.

Anne-babaların hayalleri çocuklara yük olur mu?

Bir gencin gelecek planı ne kadar net olabilir? 15 yaşında bir gencin “ben doktorluktan başka bir meslek istemem” diye kafasına koyması onun kararlılığının bir örneği sayılabilir mi? Örneğin, spesifik bir doktorluk hedefi yerine, doğayı anlayıp, insanlara yararlı bir şeyler yapmak istiyorum, diyen bir gencin daha esnek, daha az kısıtlayıcı ve gerçekleştirilebilecek çok sayıda gelecek hayali olabilir. Bu günkü düşünceleri ve faaliyetleriyle ilişkilendirebileceği ama bugünün tutsağı olmayan özgür bir gelecek tasarımı kurmuş olur.

Anneler ve babaların çocuklarına “şu mesleğe sakın gitme, mutlaka buna git” tarzı dayatmalarının altında, “biz şunu yapmadık ya da yaptık, bak başımıza neler geldi, sen şöyle yap” söylemini hepiniz sezmişsinizdir.  Kendi hayatlarındaki tercihlerinin sonuçlarını beğenmeyen, yaptıklarından memnun olmayan ve tabii ki, kendisini daha iyilere layık gören anneler ve babalar, bugünkü mutsuzluklarını geçmişteki seçimlerine, katlandıkları özverilere bağlamaya bayılırlar.

Seçimlerinden bir yandan gurur duyarken, bir yandan da başka türlü yollara gitselerdi neler elde etmiş olabileceklerini (ve elde etmiş olduklarını varsayarak neler kaçırmış olduklarını) söyleyerek, bir ‘akıl kalması’ sendromu sergilerler. Çocuklara kulak verirsek, büyüklerin “bizim zamanımızda...” söyleminin altındaki serzeniş, pişmanlık, hayıflanma duygularıyla yüreklerini burkar, geleceğe umutlarını zayıflatır.

Yıkılmış hayallerimiz olacaksa, hayallerimizi çocuklarımızın üzerine yıkmanın bir manası, yararı yok.