Quo vadis Nişantaşı?

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
2 Kasım 2016 Çarşamba

Her ne kadar yeniliklere açık olmaya çalışsam da bazı konularda giderek daha tutucu davrandığımı fark ediyorum.

Yıllarca benzer semtlerde yaşadım. Manav, eczacı, kuru temizlemeci, bakkal gibi esnafla dostane ilişkilerimiz oldu. Acil bir ihtiyaç olduğunda bir telefonla evimize getirirlerdi.

Oturduğum apartmanda en güçlü kadın hakları savunucusu, kapı görevlimiz Hasan Efendi’nin eşiydi. Hasan Efendi ufak tefek, eşi ise oldukça tombul ve uzun boyluydu. Bizler için adı ‘teyze’, sürekli kapının önünde oturduğu için de, yöneticiye göre ‘Buda’ heykeliydi. Teyze, gireni, çıkanı, eğriyi, doğruyu kendine göre değerlendirir, bu arada Hasan Efendi’ye emirler yağdırırdı.

Kat sahipleri, kiracılar birbirini tanır, iyi ve kötü günler paylaşılırdı. Aslında bir aile apartmanıydı. Belki de onun için ahenk vardı. İlk değişim, apartman sakinleri ile başladı. Zaman içinde yaşlananlar, terk-i diyar edenler, başka şehre taşınanlar derken, daireler el değiştirmeye başladı. Yeni insanlar, yeni yüzler yerleşti. Kapı girişinde rastladıklarım birer yabancı. Bu evde mi oturuyorlar, ziyarete mi geldiler, ayırdında değilim. Derken girişte, çocukların küçükken sıkça ziyaret ettikleri Bakkal Yılmaz dükkânı devretti. Gitmeden önce bütün komşulardan ‘helallik’ istedi. Bu da görgü göstergesiydi. Tabii gelen gideni arattı.

Çevre planlama kâbusu ile bitişiğimizdeki bina yıkıldı. Gidenlerin yerine bakalım kimler gelecek? Aynı kaldırımda yürüdüğünüz simaları görememek insanı acıtıyor.

***

Valikonağı’ndan Nişan-taşı’nın dört yol ağzına kadar olan kısa mesafede kapanan dükkânları saymadım. Yılların ‘Abant Şarküteri’sinin kepenklerini indirmesi çevredeki herkesi üzdü. Abant sadece kaliteli ürünleriyle değil, tezgâhın arkasındaki personelin müşteriye yaklaşımı, güler yüzleri, bembeyaz önlükleri ile bir ekoldü. Kapıdan girene çoğu kez isimleri ile hitap eder, kimin hangi peyniri sevdiğini bilir, onunla da yetinmez, bıçağın ucunda tadımlık bir parça ikram eder,  yanında bir peçete uzatırlardı. Kimler pazar günleri ailece beş çayı için bir araya gelir, neler sever, bilirlerdi. Çalışırken müşteri ile sohbet eder, ama asla saygı sınırını aşmazlardı. Abant bana göre bir tez konusu olabilirdi. Ne yazık ki yılların müessesesi, ekonomik nedenlerle yok oldu.

***

Fırının karşı sokağındaki ayakkabıcının vitrininde, kocaman bir yazı, ‘bitiriyoruz’. Dükkânın sahibi mesleğin eski erbabı. Dericilik sektörünün içinden gelmiş. Rumeli Caddesindeki eski ‘Disney’ mağazasının sahibi… Kaliteden, malzemeden anlayan bir beyefendi. İçeri girdiğinizde, bakımlı bir kişinin size, ‘hoş geldiniz’ demesi, denediğiniz ayakkabı için, ‘bu sizin kalıbınız değil’ diyebilmesi, şimdilerde sık rastlanan bir olay değil. Onu da uğurluyoruz anlaşılan.

Bir üst sokakta farklı sektörden dört iş yeri daha kapandı. Onlara mı üzüleyim, yoksa yerine açılanlara mı? Kapatanların yerine üç kebapçı ve bir dönerci hizmete girdi. Günah yazmasın ama sokağa yayılan kokular anlatılır gibi değil.

Quo vadis Nişantaşı?