Trump ihtimali ve UNESCO kararının anlattıkları

Alber NASİ Köşe Yazısı
19 Ekim 2016 Çarşamba

ABD seçimlerine üç hafta kala gaf üstüne gaf yapan Cumhuriyetçi Başkan Adayı Donald Trump, seçim anketlerinde rakibi Demokrat Parti Adayı Hillary Clinton’un bir hayli gerisine düşmesine rağmen ABD’nin yeni başkanı seçilmesi halen ihtimaller dahilinde. Son zamanlarda üst üste yanılan kamuoyu araştırma şirketlerinin sonuçlara dayalı analizlerine göre, seçim anketlerinde Clinton’un önde olması kimseye güven vermiyor. Tüm Amerikan medyası söz birliği etmişçesine Trump aleyhine programlar yaparken, kamuoyu araştırma şirketlerinin tarafsız olduğuna inanmak da oldukça zor.

Donald Trump sempatizanı olmamakla beraber kamuoyu araştırma şirketlerinin bir kez daha yanıldığını tahmin ediyorum. Trump’ın seçilemese dahi aralarındaki oy farkının bu araştırmaların ortaya koyduğu kadar büyük olacağını sanmıyorum. Bunun ve kamuoyu araştırmalarına güvenilip güvenilemeyeceğinin cevabı seçimlerle ortaya çıkacak. Öte yandan, Trump’ın Clinton’a yakın oranda oy alması bile bundan sonraki seçimlerde adayları cesaretlendirerek, centilmenlik kurallarını aşan söylemlerle popülist politikaları benimseyen ve dile getirmelerini ve bu sayede ön plana çıkmalarını sağlayacak. Elbette böyle bir sonuçta Amerikan seçmeninin katılım oranı bir başka deyişle seçimlere gösterdiği ilgiyi de incelemek gerekecektir.

Bu kadar aşırı ve birçok farklı kesimi rencide edici söylemlerine rağmen Donald Trump’ın oy oranının yüzde 40’ları aşması demokrasi sisteminin tartışmaya açılmasını gerektirecek bir sonuç olur. Yeterince bilgilendirilmeden veya yanlış bilgilendirilen veya bilgileri gerçekleri ortaya çıkarmak için değil de kendi sığ ve yobaz algılarına göre ve kendi işine geldiği gibi yorumlayan bireylerden oluşan toplum ve topluluklarda demokrasiden bahsetmek zaten imkânsızdır. Bu tip bir topluluğun alacağı karar da sırıtır ve zaman içerisinde kadük olur. ABD toplumu dünyanın birçok ülkesinde yaşanan bu sıkıntı ile önemli bir teste girmek üzere. Sonuç demokrasinin değerleri kadar Amerikan halkının önceliklerini ve belki de cehaletini de gösterecek. Ancak unutulmamalıdır ki, bu tip örneklere sadece cahil toplumlarda değil en üst düzey bürokratlardan ve diplomatlardan oluşan uluslararası örgütlerde bile rastlanabiliyor.

Geçen hafta BM’nin kültür komisyonu olan UNESCO göz göre göre skandal bir karara imza attı. Bu kararı ile Yahudiliğin Tapınak Tepesi ile bir bağı olmadığına karar verdi. Elbette verilen kararın tarihsel ve arkeolojik gerçeklerle hiçbir ilgisi yok. Tamamen bir önceki paragraftaki örneğe uyan bir örnek.

Bu kararın yaptırım gücü olmadığı gibi, herhangi bir kararı da etkileyemeyecek. Sadece zaten bulanık olan sulara bir miktar daha çöp atmış oldu. Bu karar bir kez daha BM’nin aslında hiçbir işe yaramadığını, zamanının gerisinde kaldığını, dünya kaynaklarını çarçur eden bürokratlardan oluşan bir yapıdan başka bir şey olmadığını ortaya çıkardı. Kararları bağımsız araştırmalar ve bilimsel kanıtlara dayandırmadan sadece siyasi endişeler ve pragmatik kaygılarla alan bir kurum dünya ve kuruluş amacı olan barışa ne kadar katkıda bulunabilir ki.

Böylesine çarpıtılmış bir karara imza atan BM’nin kararları kadar caydırıcılığına ne kadar güvenilebilir? Bir sonraki Hamas-İsrail çatışmasında, Gazze’de BM kontrolünde olan hastaneler veya diğer kurumlar tekrar Hamas’ın favori karargâhı ve/ya füze rampasına dönüştüğünde tepkisi ne olacak? Nasıl yapıcı bir diyaloğa, karara imza atacak? Hamas’ın edindiği tecrübeden, hiçbir yaptırım veya açık kınamaya maruz kalmadıktan sonra BM kontrolündeki binaları yeniden askeri üsse çevirmeyeceğini düşünüyorsanız, bu sadece saflık olur. BM’nin hiçbir getirisi olmayan tam tersine zararı dokunan kararlara imza atmak yerine, görevi olan barışı tesis etmek için daha yaratıcı, daha istekli, daha tarafsız olmaya başlaması gerekir.