Dışarıdan bakarken…

Toplum
8 Haziran 2016 Çarşamba

Henri Çiprut

Eski bir Şalom’cu olarak yuvaya (ya da kürkçü dükkânına) dönüyorum galiba. Bundan uzun yıllar önce bir dönem Şalom’un dış haberler sayfası için çeviriler yapmıştım. Herhalde bugün de o âdet değişmemiştir; Şalom’u yönetenler o zaman beni ve benim gibi birkaç hevesli gönüllüyü ciddiye alıp, yazı kurulu masasına davet etmişler, söz almak istediğimde çıkıntılık yapsam bile kulak verip dinlemişlerdi. O masadan ve gazete sayfalarının milimetrik kâğıtlara dizgisinin yapıldığı salı gecesi çalışmalarından çok şey öğrendim. Gazeteye katkım gerçekte mini minnacıktı ama işte kendime Şalom’cu dememe yol açtı o kısa deneyim.

Sonra ‘Eski Şalom’cu’ oldum. Sıradan bir okuyucusu ve abonesi olarak izledim. Abone vurgusu boşuna değil. Bilirsiniz gazeteler reklam ve abone gelirleri ile yaşarlar; o yüzden çevrenizde gazeteyi sadece internet’ten okuyan varsa abone olmalarını sağlayın, gerekirse siz kısa bir dönemi hediye edin, onlar da her hafta evlerine gelen mavi plastik zarfa alışsınlar. Bana yuva olan Şalom, benden daha yetenekli ve heveslilere de okul olmaya devam edebilsin.

Reklamlar bittiyse konumuza dönelim. Arada bir karşılaştığımız zamanlarda “Sen niye bize yazmıyorsun? Yazsana” cümlelerini duyduğumda hep eski günlerin anısına bir iltifat olarak kabul ettim, bazen “Kadronuzda bu kadar kalem olmasa ciddiye alacağım; teşekkür ederim” gibi cevaplar verdim. Sonunda bir telefon geldi. İşte bu yazı – diğerlerinin ilki olur mu şimdilik meçhul –  onun üzerine. Başlıktaki gibi, bazen gazetenin kendisine, bazen toplumumuza, bazen de yöneticilerimize dışarıdan bakacağım ya da bakmaya çalışacağım.  Gazetenin mottosunu biliyorsunuz, işte oradaki ilk sıfat ilgi alanıma daha çok girecek.

Biliyorsunuz, geçenlerde Edirne’de bir düğünümüz oldu. Güneş ve Harun kardeşlerim, kelimenin tam anlamıyla dillere destan bir düğünle evlendi. Mutlulukları daim olsun. Bu mutlu olayın haber değerini oluşturan birçok önemli, zikredilmesi elzem detayı vardı. Bunları hem Şalom’da hem de ana akım gazetelerde gördük. Haber kadar köşe yazılarına da bolca konu oldu.

Türkiye’deki Yahudi toplumunun küçük, kapalı dünyasında düğünlerimizin ardından genellikle kimin ne giydiğini konuşuruz, ama bu düğün medyatikti. Hazırun arasında mülkî erkân da olduğundan doğal olarak kimin ne dediği daha çok yazıldı.

Gazetelere yansıyan bir diğer tarafı da kimilerine göre, hiç dikkate almayıp üzülmememiz gereken, başkalarına göre ise TCK 216’da tarif edilen suç kapsamına girdiğinden asla peşini bırakmamamız gereken o ‘Periscope yorumları’ydı. Ben hem birinci hem de ikinci takımdanım. Hiçbir söz veya düşüncenin karşımıza çıkarak “o günkü “ mutluluğumuza gölge düşürmesine izin vermemeliyiz. Ancak, bu konuda sesimiz artık biraz daha gür çıkabilmeli. Hani bir şarkıyı evde mükemmel söylersiniz de iş karaoke’ye geldi mi mikrofonun karşısında sesiniz size ihanet eder çıkmaz ya, işte öyle bir şey.  Hepimiz kendi aramızda antisemitizme karşı duyarlıyız, bu tür söylemlere karşı olası cevapları birbirimize veririz, ama dışarıda… İşte dışarıda sesimizi kısan her ne ise artık bize ihanet etmemeli.

Basından gidelim. Edirne Sinagogunun açılışından hatırlarsınız, gazetelere yansıdığında haberciler düğünlerimizin ve önemli kutlamalarımızın bir parçası olan Anoten’e özel ilgi göstermişler, bazıları başlığı da buradan atmışlardı: “Cumhurbaşkanı için dua ettiler.” Yine böyle olacağı önceden biliniyor olsa gerek, töreni yöneten Rav’ımız da bu duaya başlamadan önce Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için dua edileceğini açıklayan bir iki kelime etmek ihtiyacını hissetti ve ekledi:

“Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün, Atatürk’ün söylediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!”

Bana sanki o anda toparlanmış cümlelerden oluştuğu izlenimi veren bu kısa konuşmanın içeriği, yanlış mı? Değil elbette. Ama oraya uygun mu? Bir ibadethanede böylesi bir konuşma yerinde mi? Anoten duası, hakkındaki bilgilendirme, böyle slogan gibi tınlamadan da söylenemez miydi? Buradaki eleştirim, Rav’ımıza değil tabii. O, geleneklerimizdeki ‘öğretmen’ kimliği ile törenin o anında bulabildiği iki cümlelik zaman içinde öğretme yükümlüğünü yerine getirmeye çalıştı.

Türk Yahudi Cemaati yetkilileri, bu düğüne özendiler ve belli ki hazırlığına çokça da emek harcadılar. Bence hiçbiri boşa gitmiş değil. Ama belki bunu bir tık daha ileri götürmek mümkün.

Örneğin bu düğüne ilişkin bir basın kiti ve/ya küçük bir broşür de hazırlanmış olsaydı, geleneklerimize aşina ol(a)mayan davetlilere ve izleyen habercilere biraz daha yardımcı olunabilirdi.  

Kısa yazılı bir metinle düğün törenlerimizin akışı, kutsama dualarımız, hazanlarımızın okudukları makamlar, Anoten duamızın içeriği, bu geleneğimiz hakkında derli toplu bir bilgiyi aktarmak çok şık bir hareket olurdu sanırım. Hem belki Edirne ve Trakya Yahudilerinin tarihinden de bir cümle ile bahsedilir, basında çıkan haberleri okuyanların kendi kendilerine “Yahudi vatandaşlarımız niye Edirne’den gitmişler ki acaba?” gibi soruları sormamalarına (ya da daha iyisi sormalarına) vesile olurdu. Bu da, eskilerin deyişi ile nazar boncuğumuz, yaşam koçlarının moda deyimi ile de gelişim alanımız olsun.