“Açık ve gizli antisemitizm Türkiye’de ciddi bir sorun”

Ankara Politikalar Merkezi çatısı altında araştırmacılar Dr. Burcu Gültekin Punsmann ve Dr. Senem Çevik, Türkiye’deki gençlerin İsrail ve iki ülke arasındaki ilişkilere yönelik algısını ortaya çıkartmak için bir araştırma yaptı. Punsmann ve Çevik ile araştırmanın çarpıcı sonuçlarını ve kendi izlenimlerini konuştuk.

Virna BANASTEY Söyleşi
8 Haziran 2016 Çarşamba

“İSRAİL, EKONOMİDE BAŞARI ÖYKÜSÜ OLARAK GÖRÜLÜYOR”

  25-30 yaş grubu gençlere yönelik yapılan araştırmanın sonucunda, İsrail ve Yahudi kelimelerinin çoğunlukla birbirinden fark göz edilmeden kullanıldığı ortaya çıkıyor. Araştırmaya göre gençler Türkiye ve İsrail’i hem coğrafi hem de kültürel açıdan birbirine yakın görürken, İsrail’in en çok ekonomik başarısını takdir ediyor.

”BAŞKA ÜLKELERDEKİ NEFRET SÖYLEMİ BİZDE GÜNLÜK HAYATTA!”

  Katılımcıların nefret söylemi konusunda bilinçli olduklarını savunan araştırmacılar, “Ancak, bazı ülkelerde nefret söylemi olarak sınıflandırılacak söylemlerin Türkiye’de rahatça gündelik hayat içinde farkında olmadan kullanıldığını görüyoruz. Açık ve gizli antisemitizmin Türkiye’de diğer nefret suçlarının yanı sıra ciddi bir sorun olduğunu inkâr edemeyiz” dedi. 

 

Araştırmanıza katılanların büyük çoğunluğu ile ilgili olarak “İsrail ve Yahudi kelimeleri birbirinden fark gözetmeden kullanıyor” tespitini yaptınız. Sizce bunun nedeni, kaynağı nedir? Eğitim materyalleri, medya ya da geçmiş dönem devlet söylemi vs… gibi somut örnekler verebilir misiniz?

Senem Çevik: İsrail ve Yahudi kelimelerinin geçişken kullanımını üç faktöre bağlamak mümkün. Birinci faktör İsrail Devleti ile Yahudiliğin ister istemez iç içe geçmiş olması ve İsrail Devleti’nin dünyadaki tüm Yahudiler adına konuşuyor imajı çizmesi. İkinci faktör ise bu iki kelimenin özellikle Türkiye’deki basın ve siyaset tarafından aynı şeyi ifade edercesine kullanılması. Yani her Yahudi İsraillidir veya İsrail Devleti’ne bağlıdır gibi bir algı oluşturuluyor. Bu algının oluşmasında da dediğim gibi hem Türk hem de İsrail siyasetini sorumlu görmek mümkün. Üçüncü faktör ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını nasıl tanımladığımız ve ne denli kapsayıcı olup olmadığı ile ilgili. Bence başlıca tartışılması gereken noktalardan biri de bu.

Burcu Gültekin Punsmann: Ben daha spesifik olarak mülakat yaptığımız gençleri merkeze yerleştirerek soruyu cevaplayacağım. Mülakatlarımıza baktığımızda, analitik yaklaşılmaya çalışıldığında Yahudi-İsrail arasında bir ayrım yapıldığını ancak genel konuşmalarda bu ayrımın ortadan kalktığını gözlemliyoruz. Genelde Türkiye’de devlet ve millet isimleri arasında ayırım yapılmadığını hatırlamak faydalı olacaktır. İsrail-Yahudi kavramlarının eş anlamda kullanılmasının başlıca nedenleri, dini kaynaklarda (Kur’an) İsrailoğullarından söz ediliyor olması, İsrail’in dünyadaki tek Yahudi devleti olması (Örneğin Şii denildiğinde akla hep İran’ın gelmesi benzer). Mülakatlara baktığımızda ayrımın özellikle ‘Türkiye’de Yahudi olarak yaşamak nasıl olurdu?’ sorusu cevaplandırıldığında ortadan kalktığını gördük. ‘İsrailli olmak neden zor’ sorusu cevaplanıyor esasen.

Arap Baharı ile başladığını varsayabileceğimiz, Ortadoğu’daki birçok ülkeyi içine alan savaş durumu ve bu durumun Türkiye’nin sınırında yaşanıyor olması, İsrail’in Ortadoğu’daki tek demokrasi olduğu gerçeğini bir kez daha perçinledi. Bu durumun, Türk gençliği arasında İsrail’in algısıısından olumlu bir sonuç doğurduğunu savunabilir miyiz?

SÇ: İsrail’in de Türkiye’nin de Ortadoğu’da bölgedeki diğer ülkelere kıyasla tüm aksaklıklarına rağmen işleyen bir demokrasiye sahip olduklarını söyleyebiliriz. Çalışmadan bizim gördüğümüz gerek Arap Baharı sürecinin gerekse de Türkiye’nin güvenlik eksenli dış politika yaklaşımından son on üç yıldır uzaklaşmış olması görüşülen gençlerin İsrail’e bakışını etkilemiş. İsrail’in 90’lara kıyasla eğrisiyle doğrusuyla, artısı ve eksisiyle daha net değerlendirildiğini söyleyebiliriz.

BGP: Demokrasi olgusunun çok ön planda olduğunu düşünmüyoruz. İsrail’in demokratik bir ülke olarak görülüp görülmediği sorusu bir yana, araştırmaya katılan gençler açısından özellikle ekonomik alanda bir ‘başarı öyküsü’ (succees story) olması dolaysıyla önemseniyor. Ayrıca Türkiye ve İsrail yakın (hem coğrafi hem de kültürel olarak) ve benzerlikleri olan ülkeler olarak görülmekte. Her iki ülkede dinin sosyal hayatı etkilemesi, seküler - muhafazakârlık arasındaki gerilim örnek olarak verilmekte. Gençler yalnızlık ve tedirginlik duygusu içinde, güvenlikte bir söyleme sarılarak İsrail’e bakmıyorlar.

Anladığım kadarıyla görüşülen gençlerin büyük çoğunluğu özellikle son dönemlerde Türkiye ile İsrail arasındaki ekonomik ilişkilerin artış gösterdiğinin farkında. Ve bunu olumlu bir gelişme olarak yorumluyorlar. Sizin bu konuda izlenimleriniz nedir?

SÇ: Ekonomik ilişkilerin iyi olması iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için de bir fırsat diyebiliriz. Fakat esas önemli olan bu ekonomik ilişkileri gerçek anlamda toplumlararası bir etkileşime dönüştürebilmek. Yani öyle bir karşılıklı etkileşim olmalı ki tesis edilen sağlam iletişim temelleri herhangi bir siyasi veya ekonomik krizde kolay yıkılmasın. Bunun için de mutlaka insanların birbirleriyle tanışmaları, temas etmeleri gerekiyor. Biliyoruz ki İsrail’den Türkiye’ye ciddi bir turist akışı var, fakat Türkiye İsrail’i gerçekten tanımıyor; sadece belgesel ve haberlerden takip ediyor. Dolayısıyla şu andaki durum dengesiz bir etkileşim. Ekonomik ilişkilerin artışını mutlaka insanlar arası diyalog ile pekiştirmek gerekiyor.

BGP: Evet konuştuğumuz gençler İsrail’i öncelikle ekonomik partner olarak görmekte. İsrail örnek alınması gereken bir ülke. Bu bağlamda kişisel düzeyde konuştuğumuz gençlerin neredeyse hepsi İsrail vatandaşıyla iş yapmayı istiyor. 90’lı yıllarda doğmuş bu gençler özel sektör zihniyetiyle yetişmiş insanlar. Tüccar gençler. Ayrıca ekonomik ilişkilerden söz etmek daha kolay, ekonomi siyasi zorlukların olduğu durumlarda ortak zemin sunması dolayısıyla önemli.

Araştırmanızda katılımcılar arasında Yahudi kültürü ve İsrail’e yönelik bir merak olduğu, bilgi kaynaklarının ise kısıtlı olduğu ortaya çıktı. Bu noktada devlet nezdinde bazı adımlar atılması gerektiğini öneriler bölümünde belirttiğiniz. Sizin açınızdan, Türk Yahudilerinin yapabilecekleri nelerdir? Sizce bu noktada Şalom’un nasıl bir misyonu olmalı?

SÇ: Bir konuyla ilgili gizlilik ve gizem oldukça ilgi devam edecek, ancak bir yandan da bilgi açığı yaşandığı için de bu açık hurafelerle dolacaktır. Aslında Yahudi kültürü ve İsrail ile ilgili tam da böyle bir durum söz konusu. Bilinmeyen şey hem gizemli ama hem de korkutucu olabilir. Bilgi açığının giderilmesi için hem Türk devleti hem de İsrail birlikte hareket etmeliler. Türk Yahudileri ve Şalom ise mümkün olduğunca -örneğin Sefarad mutfak kültürü- gibi geniş kesimlere hitap edebilecek kültürel konuları paylaşabilir. Çok basit bir örnek vereyim, Ankara’da büyüyen bir çocuğun bir Türk Yahudi’si ile tanışma ihtimali çok zayıf. Hatta genel olarak seyahat etmeyen bir vatandaşın bir İsrailli ile veya Yahudi inancına mensup bir kimse ile tanışıp arkadaş olması uzak ihtimal. Bir şekilde bu engelleri hep birlikte işbirliği içinde aşmak gerekiyor. Yine dönüp dolaşıp aslında kapsayıcı bir vatandaşlık tanımına geliyoruz.

BGP: Bu konuda Seval Kök (araştırma asistanı) Senem’e katılmıyor. Kendisinin birçok Ankaralı Türk Yahudi’si arkadaşları varmış… Mehmet İlhanlı (araştırma asistanı) Türk Yahudilerinin daha rahat ve görünür olmaları gerektiğini düşünüyor. Belki en önemlisi Yahudi cemaatiyle sivil toplum düzeyinde ortak platformların oluşturulması. Belki Türkiye’den İsrail’e göç etmiş kesim de yardımcı olabilir.

Katılımcıların antisemit retoriğin artışı hakkında endişeli olduğunu belirttiniz. Özellikle hangi grubun bu endişeyi yaşadığını söyleyebilirsiniz? Bundan yola çıkarak, Türkiye’de 25-30 yaş grubunun nefret söylemi konusunda daha bilinçli bir grup olduğunu söyleyebilir miyiz sizce?

SÇ: Katılımcılarımız antisemitizm, nefret suçu, nefret söylemi gibi kavramlardan haberdarlar. Gençlerin dünyaya daha açık bir ortamda büyüdüğünü varsayarsak nefret söylemi konusunda daha bilinçli olduklarını söyleyebiliriz. Ancak, bazı ülkelerde nefret söylemi olarak sınıflandırılacak söylemlerin Türkiye’de rahatça gündelik hayat içinde farkında olmadan kullanıldığını görüyoruz. Açık ve gizli antisemitizmin Türkiye’de diğer nefret suçları yanı sıra ciddi bir sorun olduğunu inkâr edemeyiz. Bu açıdan antisemitizm ve nefret söyleminin neyi kapsayıp kapsamadığını eğitim sistemi içinde daha geniş ele almamız Türkiye açısından faydalı olur. 

BGP: Evet Senem’le aynı fikirdeyiz. Antisemitizmle ilgili herhangi bir soru sormamış olmamıza rağmen konu gençler tarafından ele alındı. Bu bile önemli. Konu sanki muhafazakâr gençler için daha bir önemliymiş olduğu yönde bir hisse kapıldım. Belki sosyal medyada veya bazı gazetelerde rastlıyor olabilecekleri söylem karşısında rahatsızlık duyuyor olabilirler. Gençlerin, 45-50 yaş üstü olanlardan nefret söylemi konusunda çok daha titiz olduğu bir gerçek.

Çalışmanızın sonucu olarak, Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda algının iyileşmesi için atılması gereken öncelikli adımın ne olduğunu söylersiniz… 

SÇ: Türkiye ve İsrail arasındaki siyasi buzlar bir bakarsınız erir, bir bakarsınız tekrar buz keser. İlişkilerin en az zararla atlatılabilmesi için insanların birbirini tanıması, görmesi, etkileşim kurması gerekir. İki ülke toplumları arasında halklar arasında buzların erimesi öncelik teşkil etmeli.

BGP: Evet etkileşim ve temas çok önemli. En önemlisi de çok farklı kesimlerin etkileşime dâhil olması. İlişkilerin ekonomik boyutu artık siyasi ilişkilerden neredeyse tamamıyla bağımsız. Bu durum çok ümit verici. Bu etkileşimde her iki toplumun da ne kadar çok sesli ve renkli olduğunu görmek de önemli. Sonuçta her iki ülke de birer doğu-batı sentezi.

Araştırma üzerine…

Araştırma, 10 soruluk bir anketin, seçilmiş gençlere, yüz yüze yapılan görüşmelerde sorulması şeklinde yapıldı. Araştırma asistanları Seval Kök ve Mehmet İlhanlı’nın katkılarıyla yapılan görüşmelerde, 25-30 yaş grubu gençler hedef alındı. Çoğunluğu üniversite öğrencisi ya da yeni mezun olan bu yaş grubunun, Türkiye’nin geleceğini yönlendirecek grup olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, son iki on yıldaki değişim modelinin ortaya çıkartılması amaçlandı.