“Üç Kuruşluk Opera”

20. yüzyılın en etkili Alman şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht’in, müziklerini Kurt Weill’in yapmış olduğu, ilk kez 1928’de sahnelenen ünlü oyunu ‘Die Dreigroschenoper’i kendi tiyatrosundan, avangard tiyatronun en büyüklerinden Robert Wilson’un rejisiyle izlemek, özel bir ayrıcalık.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Mayıs 2016 Çarşamba

20. yüzyılın en etkili Alman şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht’in, müziklerini Kurt Weill’in yapmış olduğu, ilk kez 1928’de sahnelenen ünlü oyunu ‘Die Dreigroschenoper’i kendi tiyatrosundan, avangard tiyatronun en büyüklerinden Robert Wilson’un rejisiyle izlemek, özel bir ayrıcalık.

“Önce ekmek gelir, sonra ahlak”

20İstanbul Tiyatro Festivali kapsamındaki bu özel gösteri için İKSV’ye koca bir teşekkür.

‘Epik Tiyatro’nun, diğer bir deyişle ‘Diyalektik Tiyatro’nun kurucusu Bertolt Brecht (1898-1956), edebi metinlerin mutlaka işlevsel bir amacı olduğuna, eserleri ile toplumsal yapının şeffaflaştırılarak değiştirilebileceğine inanan bir sanatçıydı. 1920’li yılların ikinci yarısından itibaren inançlı bir komünist olarak, çalışmaları politik amaçlarına uygun bir dönüşüm göstermiş, buna paralel olarak 1926 yılından itibaren de ‘epik tiyatro’yu geliştirmeye başlamıştır. Çoğu hâlen dünyanın birçok tiyatrosunda sahnelenmekte olan 50’ye yakın oyunu arasında, ilk kez 31 Ağustos 1928 tarihinde prömiyer yapan, Weimar Cumhuriyeti’nin tiyatrodaki en büyük başarılarından, güncelliğini her dönemde korumuş, tiyatro ve tasarımı şaşırtıcı bir biçimde buluşturan müzikli gösteri ‘Die Dreigroschenoper  / Üç Kuruşluk Opera’nın özel bir yeri vardır. Oyun, maceralarla dolu bir anti kahramanlar dünyası aracılığıyla geçmişe ışık tutar gibi yaparken, bugünün dünyasına ait çok somut gerçekleri işleyerek, günümüzü farklı bir bakış açısıyla yorumlamaya imkân tanımaktadır.

John Gay ve Pebusch’un, 18. yüzyıl İngiliz Balad operası ‘Dilenciler Operası’ndan uyarladığı, müziklerin yakın dostu Kurt Weill’in bestelediği oyun, Kraliçe Victoria’nın taç giyme töreni öncesinde Londra’da geçmektedir.

Dilencileri yetiştirip organize eden, onlara verilen sadakalardan büyük komisyon alan varlıklı Jonathan Jeremiah Peachum, yetişkin kızı Polly, Sustalı Mack olarak tanınan, katil, tecavüzcü, küçük yaşta kızları ayartan bir ırz düşmanı olduğu da söylenen, hırsız çetesi kaptanı Macheath ile evlendiğinde çılgına dönecek, adamın asılması için tüm nüfuzunu kullanacaktır. İnişli çıkışlı eğlenceli ve şarkılı anlatımın asıl amacı, vahşi kapitalizmin sert bir eleştirisini yapmaktır. Brecht, kapitalist düzeni, kanunları koyanlar ve koruyanlarla suç dünyasının beraberce, dayanışarak ve paylaşarak oluşturduğunu sivri bir dille hicvederken, insanı en güvendiklerince satılmasına kadar götüren ahlaki yozlaşmayı ve bencilliği zarif bir mizahla yermektedir. Tokat gibi finalde, tam asılacakken Kraliçe’nin Mack’ı affederek salıvermesi ve asilzade ilân etmesi bir mutlu-son değil, tam tersine, alçaklığın, üçkâğıtçılığın ve kötülüğün başrolde olduğu kokuşmuş düzenin her zaman galip geleceğinin metaforudur.

Berliner Ensemble

1933  başlarında  ‘Die Maßnahme / Tebdir’ polis tarafından yasaklanarak sorumluları vatana ihanetten mahkemeye verildiğinde Brecht,  Reichstag yangınından bir gün sonra ailesi ve arkadaşları ile birlikte, Berlin’i terk ederek yıllarca sürecek bir sürgüne gider ve ancak 1948 de, Alman Demokratik Cumhuriyeti Kültür Birliği’nin davetiyle, Doğu Berlin’e döner.

1950’de eşi Helene Weigel’le birlikte açtığı, ölümüne dek yöneteceği ‘Berliner Ensemble’ın Sanat Yönetmenliğini 1956’da ölümünden sonra Helene Weigel yüklenmiştir. Weigel’in 1971’deki ölümünden sonra organizasyon iyice karışmış, 1999’da temsillere ara verilmiş, 2000 yılından itibaren, hâlen Sanat Yönetmenliğini ve direktörlüğünü devam ettiren Burgtheaters in Wien’in başarılı ve kışkırtıcı direktörü Claus Peymann yönetiminde tekrar açılmıştır. Çağcıl Alman tiyatrosunun tartışmasız en güçlü temsilcisi Berliner Ensemble’ın repertuarında, kurucusu Bertolt Brecht’in yapıtlarının yanı sıra Shakespeare, Schiller ve Büchner gibi Alman ve dünya tiyatro tarihinin önde gelen yazarlarının eserleri de yer alır.

Berliner Ensemble’ın 1998’de, Brecht’in 100. doğum yıldönümü anısına yazarın ‘Der Ozeanflug / Uçakla Okyanus Geçişi’ oyununu sahnelemek için Robert Wilson’la anlaşması hâlen devam etmekte olan çok verimli bir ortak çalışmanın başlangıcı olmuştur. “Berliner Ensemble” dünyada Robert Wilson’un oyunlarını repertuarında bulunduran tek topluluktur. Birlikte Shakespeare’den ‘A Winter’s Take / Bir Kış Masalı’ (2005) , G Büchner’den ‘Leonce und Lena’ (2003) , Brecht’ten  ‘Die Dreigroschenoper  / Üç Kuruşluk Opera’ (2007),  ‘Shakespeare Sonette  / Shakespeare Soneleri’ (2009), ‘Peter Pan’ (2013) ve Goethe’den  Faust I & Faust II prodüksiyonlarını oluşturmuşlardır.

En b¸y¸k tiyatro b¸y¸c¸s¸        Robert Wilson

Geldik yaşayan en büyük tiyatro büyücülerinden, oyuncu, yönetmen, Sahne ve Işık Tasarımcısı, görsel sanatçı olarak çizimleri, resimleri, heykelleri sergilenmiş, kişisel ve müze koleksiyonlarında yer almış, bir enstalasyonu Venedik Bienali’nde Altın Aslan kazanan Robert Wilson’a.

1941’de Waco Texas’da doğan Wilson, Texas Üniversitesi ve Brooklyn Pratt Enstitiüsünde aldığı eğitimin ardından 1970’lerde, ‘Deafman Glance’(1970), ‘A Letter for Queen Victoria’ (1974-1975) ve Philip Glass ile birlikte yazdığı çığır açan opera ‘Einstein on the Beach’ gibi imzası haline gelecek ilk işlerini yönetti.

Tiyatro, opera, edebiyat, klasik ve pop müziğin pek çok ünlü ismiyle sanatsal iş birliği yapan, bugüne kadar çoğu başyapıt düzeyinde 20 opera, 180 oyun ve performans sahneleyen Wilson 14 Mayıs’ta Pera Müzesinde gerçekleştirdiği müthiş keyifli söyleşide; doğup büyüdüğü kentte hiç tiyatro olmadığını, ilk kez tiyatro ve operayı 20’li yaşlarında New York’a gittiğinde keşfettiğini, başlarda ikisinden de pek hoşlanmadığını anlattı. 

1960’lardan bu yana ışık kullanımı, hareketlerin strüktürünü araştırması, sahne tasarımındaki yalın ötesi yaklaşımıyla vizyonunun gücünü ve özgünlüğünü ifade etmiş olan Robert Wilson, söyleşisinde Einstein’ın ‘Işık her şeyin ölçümüdür’ sözünü hatırlatarak,  tiyatronun en önemli aktörlerden biri olan ışığın seyircinin sahne üzerindeki oyunu duymasını, görmesini, algılamasını desteklediğini, ışık olmadan mekân ve uzam kavramlarının olmayacağını, bir projeye girişirken her şeyden önce ışıkla başladığını belirtti.

Oyuncuların ‘yavaş’ hareketleri için, zamanlama kavramının deneyimle belirlendiğini, önemli olanın enerjinin hangi hızda ve aksiyonla en doğru şekilde sahneye aktarılmasının belirlenmesi olduğunu söyledi. Bir başka söyleşisinde Wilson, soyut hareketin bir anlam oluşturarak lisanla kontrpuan yapabileceğini 1984-1999 yılları arasında birlikte 16 önemli proje gerçekleştirdiği Japon dansçı ve koreograf Suzushi Hanayagi (1928–2010) ile çalışırken keşfettiğini söylemiş, Wilson’un el-ayak hareketleri dağarcığını geliştirmesine, ayaklarla bedenin yere bağlantısının önemini kavramasına Hanayagi’nin yardımcı olduğunu, uzamın içinde dururken ya da hareket ederken, oyuncuların böylece bedensel devinimleriyle anlam ilettiklerini ilâve etti.  

Mimari eğitimi aldığını belirten Wilson, bir eser üzerinde çalışmak için önce bir yapı oluşturmak gerektiğini, gençlere “sakın Sahne Tasarımı okumayın, mimari okuyun” dediğini söyledi. Anlatımlarını daha soyut ve çağcıl yaklaşımla sahnelemeye çalıştığını; oluşan yapı birimlerinin kendi içinde çeşitlenen ve farklılaşan dokuları olabileceğini, bütün bunların yan yana gelmesi ile birlikte anlatılmak istenen bütünün ortaya çıktığını belirtti.

‘Dil’i sadece kelimeler olarak düşünmenin yanlış olduğunu, bedenin de dili olduğunu, sessizlik diye bir şey olmadığını, sessizliğin konuştuğunu ve oyuncunun sessizliğin sesini dinlemeyi öğrenmesi gerektiğini ilâve etti.

‘Ölüm,Yıkım & Detroit III’de Semiha Berksoy’un olağanüstü performansını öven Wilson, 90’ını aşmış bu kadınla çalışmaktan çok keyif aldığını, yaşlı insanların sahne üzerinde unutma, yanlış yönelimle hareket etme vb. sorunlar yüzünden tiyatro eserlerine dahil edilmek istenmediğini, ancak duyguları ve hisleri daha olgun düzeyde olan yaşlı oyuncuların gençlere göre daha avantajlı olduklarını söyledi.

Robert Wilson, Berliner Ensemble’da ilk kez 2007’de yönetmiş olduğu ‘Die Dreigroschenoper / Üç Kuruşluk Opera’yı Weimar kabarelerinin çekici olduğu kadar tahrip edici 1920’ler döneminde, Alman Dışavurumculuğunun belirgin etkisindeki gerçeküstü görsel ortamda sahneliyor. Her zaman olduğu gibi sahne ve ışık tasarımını da üstlendiği oyunun prolog kısmında başarılı canlı orkestranın uvertürünün hemen ardından aynen bir kabarenin seyirciye takdim edilen topluluğu gibi, beyaza boyanmış yüzlerinde ağdalı bir makyajla sahne önünde sıraya dizilirler. Bob Fosse’nin ‘Cabaret’ filminin sahne sunucusunu anımsatan, sırtı seyirciye dönük, kadınsı giyimi, saç modeli, makyajı ve fazlaca nazik duruşuyla androjin bir kişi, ünlü ‘Die Moritat von Mackie Messer /  Sustalı Mack’ın Baladı’ şarkısını söylemektedir.

İlk anından itibaren, izleyicisini eğlendirip güldürürken, parodik yapısı ve ironik içeriğiyle düşündüren, hem ciddi hem şamatacı, hem sarkastik hem duygu dolu bu öykünün bizlere kabare ve revünün büyülü dünyasında sunulacağı belli olmuştur.

Oyun başlayınca takdimcinin Sustalı Mack’ı canlandıran ünlü oyuncu Stefan Kurt olduğu anlaşıldı ki burada erkeğin kadını da çağrıştırması, Wilson’un daima sorular soran, kuşkular uyandıran ama cevapları hep izleyiciye bırakan ikililiğinin bir göstergesiydi belki de.

Sahnede üç saat boyunca soluk soluğa izlenen, dansı, hareketi, ışığı, metni, tasarımı birbiri içine geçiren o ışık ve renk cümbüşü, başta Stefan Kurt ve Angela Winkler (İzbelerin Jenny) olmak üzere o mükemmel oyunculuklar, onları destekleyen kusursuz müzik ve oyuncuların olağanüstü güzel sesleriyle söyledikleri şarkılar, para, kelepçe, parmaklık gibi müthiş gerçekçi ses efektleri anlatılır gibi değil. Hele hele, tüm dekorun birkaç strüktürel eleman eşliğinde neredeyse tamamen ışıkla oluşturulmasıyla bu yalınlığın müthiş görkemli bir görselliğe dönüşmesi başlı başına bir mucize.

Son yılların en büyük tiyatro olaylarından biri. Yolunuz Berlin’e düşerse 9 ve 10 Haziran’da Berliner Ensemble’da.

Hepinize iyi seyirler.