Sinemayı edebiyatla buluşturan film

Grant Gee’nin ‘HATIRALARIN MASUMİYETİ’ Orhan Pamuk’un romanı ve müzesi üzerinden İstanbul’a bir güzelleme niteliğinde.

Viktor APALAÇİ Sanat
6 Nisan 2016 Çarşamba

‘INNOCENCE OF MEMORIES’

Yön: Grant Gee

Sen: Orhan Pamuk- Grant Gee

Kurgu: Jerry Charter

Müz: Leyland Kirby

Gör. Yön: Grant Gee

Seslendirenler: Ayla Pandora Colin, Mehmet Ergen

Katılımcılar: Türkan Şoray, Ara Güler, Süleyman Fidaye, Dursun Saka, Alpaslan Bulut

BAŞKA SİNEMA ‘Hasret’ten 15 gün sonra İstanbul üzerine yapılan ikinci bir belgeselle izleyicisini buluşturuyor. İngiliz yönetmen Gee’nin senaryosunu Orhan Pamuk ile müştereken yazdığı film, 2008’de yayımlanan ‘Masumiyet Müzesi’ kitabındaki metinleri, Orhan Pamuk’un yorumlarını, metropolün romana katkılarını, eski haber görüntüleri eşliğinde, mükemmel bir kurgu ile harmanlıyor. Romanda anlatılan unutulmaz bir aşkın izlerini taşıyan objelerin sergilendiği Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesine bizleri götüren belgesel, izleyicisini İstanbul’da toplumsal ve kültürel bir yolculuğa davet ediyor. Romanla müze, yazarla şehir, gerçeklerle kurmaca arasındaki ilişkiler sorgulanırken, müzik, animasyon ve seslendirme gibi farklı yollar kullanılıyor.

Ticari sinemalarda vizyon şansı bulamayan, ama sanat değeri taşıyan filmleri, iki yıldır seyircisi ile buluşturan BAŞKA SİNEMA, 15 gün ara ile vizyona soktuğu iki nefis belgesel ile sinefillerin hayranlığını kazandı.

‘Bir İstanbul Güzellemesi’ başlığı ile iki hafta önceki yazımda anlattığım ‘Hasret’in tadı damağımızda iken bu kez ‘Hatıraların Masumiyeti/ Innocence of Memories’ ile belgesel ziyafetimizi sürdürüyoruz.

Sinemanın edebiyatla buluşmasına verimli bir örnek olarak karşıladığımız Grant Gee’nin belgeseli, Orhan Pamuk’un romanının yan karakterlerinden Ayla’nın ağzından anlatılıyor.

Orhan Pamuk’u film boyunca bir TV ekranından romanı yorumlarken izliyoruz. Filmde, aralarında fotoğrafçı Ara Güler, oyuncu Türkan Şoray’ın da bulunduğu, İstanbul ile özdeşleşmiş ünlülerin ve çeşitli insanların tanıklıklarına da yer verilmiş.

Film 2008’de yayımlanan ‘Masumiyet Müzesi’ kitabındaki metinleri, Orhan Pamuk’un yorumlarını, metropolün romana katkılarını, eski haber görüntüleri eşliğinde, mükemmel bir kurgu ile harmanlıyor.

Bu, Grant Gee’nin filmine, bir roman üzerine yapılan bir güzelleme niteliğini kazandırıyor.

Romanda anlatılan unutulmaz bir aşkın izlerini taşıyan objelerin sergilendiği, 2012’de açılan Masumiyet Müzesine bizleri götüren belgeselin senaryosu, yazar Orhan Pamuk ile yönetmen G. Gee tarafından yazılmış.

Bu müzenin bulunduğu Çukurcuma’dan yola çıkarak, film bizleri İstanbul’da toplumsal ve kültürel bir yolculuğa davet ediyor. Otuz yıllık emeğini taçlandıran Nobel ödülü ile Orhan Pamuk, edebiyat alanında ülkemizi onurlandıran bir isim. ‘Masumiyet Müzesi’nden uyarlanan bir mekâna odaklanan belgeselin de, kitabı okumayanlara da keyif verdiğini, romanın içerdiği hüzün ile etkilediğini söylemek mümkün.

Hayallerden kurulu bir müze, hayal ürünü ama gerçek bir müze, bir belgesel ustası olan bir İngiliz yönetmene, 7. Sanatta iz bırakacak bir filmi yaratma imkânını tanımış.

Kimdir bu İngiliz yönetmen? 51 aşındaki, Plymouth doğumlu Grant Gee, müzik belgeselleri ve klipleri ile tanınıyor. İngiliz müzik topluluğu Joy Division üstüne yaptığı 2007 tarihli filmden üç yıl sonra The Rolling Stones topluluğunu ‘Stones in Exile’da anlatmış.

ROMANI OKUMAYANLAR DA FİLMİ SEVECEK

Orhan Pamuk’la yaptığı işbirliğinde, kamerayı bizzat kullanarak, bir müzede sergilenen hayal ürünü eşyalar üzerinden, tutkulu bir aşkın geride bıraktığı tortuları, buruk tadı, nostaljik tatlar barındıran bir üslupla sinemaya taşımış.

Grant Gee’nin ‘Hatıraların Masumiyeti’, iki yıl önce 92 yaşında iken kaybettiğimiz Fransız yönetmen Alain Resnais’nin 50’li yıllarda yaptığı belgeselleri akla getiriyor. 1955’te ‘Gece ve Sis/ Nuit et Brouillard’ ile temerküz kamplarına kamerasını doğrultan Resnais, ertesi yıl ‘Dünyanın Tüm Hafızası/ Toute La Mémoire du Monde’ ile Milli Kütüphanenin kültürel hazinesine izleyicilerini götürüyordu.

Orhan Pamuk, ‘Masumiyet Müzesi’ romanının yayımlanmasından üç yıl sonra, 2012’de İstanbul’da eseriyle aynı adı taşıyan bir müze açar.

Konusu 1975 ile 1984 yılları arasında geçen roman, farklı sınıflara ait Füsun ile Kemal’in tutkulu aşkını anlatır.

Varlıklı bir iş adamı olan Kemal ve onun kuzeni genç ve yoksul Füsun ile yaşadığı aşkı fonuna yerleştiren roman, filmde Füsun’un eski bir komşusu ve Kemal’in anlatımlarıyla sunulur.

Masumiyet Müzesi ise bu unutulmaz aşkın ve İstanbul’un, parçalarına dokunabildiğimiz, onları hissedebildiğimiz, rüyaların gerçeğe dönüştüğü, hayali ama gerçek bir müze.

Müzenin içindeki eşyalar, romana konu olan ve 1970’lerin İstanbul’unda yaşanmış talihsiz aşkın izlerini taşıyor.

Bir şehrin hafızasını oluşturan ögelerin, yaşanan değişikliklerin altını çizen roman, yolunu (Orhan Pamuk’un çok sevdiği) Nişantaşı- Teşvikiye semtlerinden de geçiriyor.

50 yıldır yaşadığım ve bir müddet Orhan Pamuk’un yanı başındaki apartmanda oturduğum bu semtlerin adlarının romanda geçmesi, bende nostaljik tatlar uyandırdı.

Film, eşyalardan hareketle şehrin büyülü kimyası, manzarası ve aşk hikâyelerine doğru bizi eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor.

ŞİİRSEL, ZARİF VE ETKİLEYİCİ

İstanbul’un geçmişi ile bugününü ele alırken, Grant Gee kişisel merakıyla başladığı ‘Hatıraların Masumiyeti’ yolculuğunu gerçekle hayalin, yazarla karakterlerin ve aşk ile İstanbul’un iç içe geçtiği etkileyici bir filme dönüşüyor.

İstanbul’a gelen birçok ziyaretçi gibi yönetmen Grant Gee’nin de şehirle ilk tanışıklığı Orhan Pamuk’un edebiyatı üzerinden oldu. Bir süre sonra Masumiyet Müzesi’nin açılışından haberdar oldu. Orhan Pamuk’un da hikâyenin bir parçası olan bu mekânı, İngiliz yönetmen belgeselle kurmaca türleri arasında gidip gelen bir format ile sinemaya aktardı.

Şiirsel ve zarif bir yaklaşım ile ‘Hatıraların Masumiyeti’, baş karakterleri İstanbul şehri, Masumiyet Müzesi ve Orhan Pamuk olan bir hikaye örüyor.

Romanla müze, yazarla şehir, gerçekle kurmaca arasındaki ilişkiler sorgulanırken röportaj, arşiv ve görüntüleri, müzik, animasyon ve seslendirme gibi farklı yollar kullanıyor.

Neredeyse tamamı gece çekilen film görmeye alışık olmadığımız bir İstanbul’da gezdiriyor bizi; gece çalışanlar, Boğaz’ın akıntısı, müzede sergilenenler arasında yolculuk ediyoruz. Filmden çok şiir gibi katmanlı olan Masumiyet Müzesi, bittikten sonra etkisi kolay kolay geçmeyenlerden...

 Film, dünya prömiyerini Venedik Film Festivalinde yaptıktan sonra ülkemizde ilk kez If İstanbul Bağımsız Film Festivalinde gösterildi.

SON SÖZ: Ülkemizde ve bütün dünyada hasılat rekorları kıran ‘Batman vs Superman: Adaletin Şafağı’ gibi vasat, göz boyayan popüler filmleri yazmaktan kaçındığımı devamlı okuyucularım bilirler. Belgesel başyapıtların üçüncüsü ‘Hitchcock-Truffault’yu, İstanbul Film Festivalinde veya vizyona girdiğinde seyretme keyfinden kendinizi mahrum etmeyiniz.