Yossi Yusuf Pinhas ile 35. İstanbul Festivali´ni değerlendirdik

Şehre iz bırakan İstanbul Film Festivali 7 Nisan’da başlıyor

Sanat
30 Mart 2016 Çarşamba

Türkiye’nin en köklü ve en etkili uluslararası sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivali bu yıl 35. kez düzenleniyor. İşin mutfağından biri olan Yossi Yusuf Pinhas ile hem bu yılki festivali değerlendirdik hem de Yossi’nin renkli kişiliğini yakından tanımak istedik.

Etel Kazado Temurcan

 

Seni biraz tanıyalım mı Yossi? Nasıl başladı İKSV macerası?

Aslında kimya mühendisiyim ama zorunlu stajlar hariç mesleğimi hiç yapmadım. Üniversitenin son yıllarında teknik çeviri yapmaya başladım; Şalom için de bazı makaleler çeviriyordum. O zamandan beri, arada bir uğrasam da bir tür “gizli mesleğim” diyebilirim çevirmenlik için. Zaten İstanbul Film Festivali’yle ilk bağlantım da öyle kuruldu. 1996 yılında, ilk altyazı çevirimi yaptım festivale: İsrail yapımı ‘Sahkanim / Oyuncular’ diye bir film. 2001’e kadar hep dışarıdan çalıştım festivale. 2001’de festivalin eski direktörü Azize Tan’ın asistanlığını yapmaya başladım, o sırada film trafiği koordinasyonunda çalışıyordu. 2005’te festival editörü oldum, yani İstanbul Film Festivali’nin yazılı, basılı, online metinlerinden sorumluyum. Katalogdaki ve internet sitesindeki film özetleri, bültenlerin son kontrolü, sitedeki metin ve görseller, föyler gibi her metnin son kontrolü bende. Bunun dışında yıllar içinde festivalde farklı görevler de üstlendim. Şu an koordinatör ve yayın yönetmeniyim. Arada üç İstanbul Bienali’nde nakliye koordinasyonu yaptım. Şaka maka brüt 20, net 16 yıl olmuş İKSV’de.

 

“ANNEM 1940-50’LERİN İSTANBUL’UNU ANLATIYOR, BEN KAYDEDİYORUM”

Geçenlerde El Amaneser’de Ladino bir yazın yayınlandı. Ladino’yu nasıl öğrendin? Ne hakkında yazıyorsun?

Bu soru bir hatıramı çağrıştırdı. Ortaokulda ikinci yabancı dil öğrenebilmem için İngilizce öğretmenimizin onayı gerekiyordu. Fransızca alabilmem için onu Judeo-Espanyol’a yatkın olduğuma ikna etmem gerekiyordu. Bana Balık burcunun İngilizcesini sordu: Pisces. Sonra İspanyolca balık kelimesini sordu: Pişkado. Birçok dille Judeo-Espanyol sayesinde bağlantı kurabileceğimi bu sayede fark ettim.

Judeo-Espanyol’u, annem-babam ve çevremizden öğrendim. Küçükken anlamayayım diye bu dilde konuşulurdu; anlamaya başladığımda ben ısrar ettim özellikle benimle konuşmaları için. Şimdi kıra döke konuşabiliyorum, ama neredeyse eksiksiz anlayabiliyorum. Judeo-Espanyol yazdığım (şimdilik) ilk makalede bu dilin hor görüldüğünü, 1930’larda yediği darbeleri bugün farklı şekillerde yediğini, bu eşsiz ve önemli dilin kaybolmakta oluşunda hepimizin suçu olduğunu anlatmaya çalıştım. Epey duygusal bir yazı oldu aslında. Çıkış noktası da, dünyadaki Judeo-Espanyol tek yayın olan El Amaneser’i çıkartan Şalom Gazetesi’nin “Gelin, telefonda İbranice konuşma alıştırmaları yapalım” yazan bir duyuru dağıtması oldu. Türk Yahudi toplumunun belirleyici özelliklerinden Judeo-Espanyol değil, İbranice oluyor… Kipur’da senelerce bir kısmını İspanyolca dinlediğim Neila’yı, bu sene tek bir dize bile İspanyolca duymayınca da sinirlendim.

 

Facebook’ta annenle yaptığın röportajlar serisi yayınlıyorsun. İstanbul Yahudi toplumunun yakın tarihine ışık tutuyor. Devamı gelecek mi? Okuyucularımız bu videolara nereden ulaşabilir?

Annem hep annesinden, çocukluğundan bahsederdi. Şimdi onun anlattıklarını dinleyince, ona da hep bir şeylerin anlatıldığını fark ediyorum; demek aileden geliyor. Annemi dinlemeyi hep sevdim; yıllar önce ses kayıt cihazı aldım, kaydederim diye, ama o da anlık tepkiler için yetersiz. Şimdi hazırlıksızsam cep telefonuyla, yoksa tripodla ve sabit mekân ve ışıkla çekmeye başladım. Sadece Yahudi tarihini değil, 1940'lar 50'lerin İstanbul'unu da kendince anlatıyor annem. Hem bu hikâyelerini kaydetmek istedim hem de başkaları da dinlemek ister belki, dedim. Devamı gelecek, belki toparlayıp kitaba dönüştürürüz. Şimdilik, YouTube'da ‘yosistanbul’ kanalında tüm videolar var.

 

“TÜRKİYE'DEN FİLMLERİ DAHA YAPILMADAN SAHİPLENİYORUZ”

Festivale hazırlık süreci nasıl işliyor? İşin mutfak sırları neler?

Festival nisan ayında yapıldığı için ocak-şubatta hazırlıklara başlıyoruz sanılabilir. Oysaki bir festival bitince, mayıs ayında Cannes Festivali’yle birlikte bir sonraki yıla hazırlanmaya başlıyoruz. Festival ekibi yıl boyunca yurtdışındaki festivallere katılarak film seçiyor. Varsa bu yılki Otto Preminger ve Gömülü Hazineler gibi özel bölümlerin yazışmaları ve görüşmeleri yapılıyor. Sonra konuk yazışmaları, gösterim çizelgesi, katalog yazıları, tanıtım ayrıntıları ve zamanlamaları, sponsorluk görüşmeleri, hepsi aynı anda götürülüyor. Festival başladığında tüm bunların tamamlanmış ve sonuçlanmış olması gerekiyor. Festival sadece film gösterimlerinden de ibaret değil; sinema dersleri, panel ve söyleşilerde sinemacıların, izleyiciler ve geleceğin sinemacılarıyla buluşmalarını sağlıyoruz; böylece ‘okul’ işlevini de üstleniyoruz. Köprüde Buluşmalar’da ortak yapımlar için yurtdışından temsilcilerle Türkiye’den projeleri buluşturuyoruz.

 

Film festivali nasıl bir misyon taşıyor?

İstanbul Film Festivali'nin birkaç misyonu var: Öncelikle Türkiye'de nitelikli sanat filmlerinin izleyiciyle buluşmasını sağlamak. Bunun için güncel, ödüllü, çok konuşulan filmleri gösterirken bir yandan da festival izleyicisinin tanıdığı ve takip ettiği yönetmenlerin varsa son yapıtlarını, usta yönetmenlerin son yapıtlarını da programa ekliyoruz. İstanbul Film Festivali, bir yandan da Sinematek işlevini üstleniyor: Sinema tarihine yön vermiş akım veya yönetmenleri tanıtarak, izleyiciye bu filmleri bilgisayardan değil, niyetlenildiği gibi beyazperdeden izleme fırsatı veriyoruz. Türkiye yapımı filmlerin programda yer almasıyla bu filmler yurtdışından festivale konuk gelen festival temsilcisi, uluslararası dağıtımcı, yapımcı ve sinema yazarları tarafından izleniyor. On bir yıldır da Köprüde Buluşmalar ile Türkiye'deki sinemacılara filmleri daha proje aşamasındayken uluslararası arenaya çıkma fırsatını sağlıyoruz. Türkiye'den filmleri daha yapılmadan sahipleniyoruz.

 

Türkiye sinemasının hangi filmleri ilk kez festivalde gösterime girecek?

48 film gösterilecek Türkiye Sineması bölümünde. Ulusal Altın Lale Yarışması'nda beş filmin dünya prömiyeri yapılacak: ‘Tarla’ (Cemil Ağacıkoğlu), ‘Benim Kendi Hayatım’ (Adnan Akdağ), ‘Siyah Karga’ (Tayfur Aydın), ‘Rauf’ (Barış Kaya, Soner Caner) ve ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’ (Seren Yüce). Ulusal Belgesel Yarışması'nda da yedi dünya prömiyeri var. Elbette çok sevindiğimiz bir durum bu. Türkiye'deki sinemacıların ilk uluslararası buluşmalarının İstanbul Film Festivali'nde olması bizim için büyük bir onur. Genç yaşta kaybettiğimiz yapımcı ve yönetmen Seyfi Teoman anısına verdiğimiz ilk film ödülü için de bu yıl on üç film yarışacak; bu sayı da Türkiye'de sinema üretimine dair başka bir ipucu veriyor.

 

Türk Klasikleri Yeniden bölümünde bu yıl hangi filmi restore edilmiş hali ile izleyebilecek festival takipçileri?

Dokuz yıldır Groupama işbirliğiyle bir Türk sinema klasiğinin restorasyonunu üstleniyoruz İstanbul Film Festivali olarak. Bu yıl Yılmaz Güney'in senaryosunu yazdığı ve Zeki Ökten'in yönettiği ‘Sürü’ filmini restore ettirdik. Birçok açıdan anlamlı bu seçim: Hem filmin başrolündeki Tuncel Kurtiz'in 80. doğum yılı bu yıl, hem de konusu itibariyle çok özel. Şehre göç, modernleşme, toplumsal yapının dönüşmesi ve aile gibi hâlâ güncel birçok konuya değiniyor. Yapımından 38 yıl sonra yeniden büyük ekranda izlemek için müthiş bir fırsat bence.

 

“COEN'LERİN SON FİLMİ ‘YÜCE SEZAR!’ KAÇIRILMAMALI”

Bu sene festivalde öne çıkan filmler hangileri?

Hepsi güzel; daha doğrusu herkese göre film var festivalde. Akbank Galaları bölümünde ödüllü, çok konuşulan ve merak edilen filmler varken, mesela Mayınlı Bölge’de yeni tarzları, sinemada pek dolaşılmamış köşeleri merak edenler için muhteşem keşifler var. Dünyada olan bitenleri sinema gözüyle aktaran müthiş çarpıcı belgeseller var, biraz neşelenip hafiflemek isteyenler için Antidepresan bölümümüz var. Dünya Festivallerinden bölümünde saygın festivallerden ödül kazanmış filmleri bir araya getiriyoruz.

 

Akbank galalarında hangi filmleri izleyebileceğiz?

Açılış filmimiz de olan Jeff Nichols'ın ‘Midnight Special’ filmi eski usul bilimkurgulara dönüş babında yurtdışında özel bir ilgi çekti. Coen'lerin son filmi ‘Hail, Caesar! / Yüce Sezar!’ bu bölümün en çok konuşulan filmlerinden. En hüzünlü filmleri bile mizahtan pay alan Coen'ler bu kez Hollywood'un Altın Çağı tabir edilen 1950'leri bir yandan anlatıyor bir yandan ti’ye alıyor. Her zamanki gibi inanılmaz parlak bir kadro topluyor Coen'ler. Cesc Gay'in ‘Truman’ filmi, duygusal film sevenlere yönelik. Arjantin'in en büyük oyuncularından Javier Cámara, Ricardo Darin ve köpekleri Truman karşılıklı döktürüyorlar. ‘Maggie's Plan / Kördüğüm’ de bence dönemimizin en iyi oyuncularından Julianne Moore'u da barındıran kadrosuyla dikkat çeken bir komedi-dram. Anne-kız çekişmelerine aşina olanlar başrolde Susan Sarandon'ın müthiş bir anne olduğu ‘The Meddler / Karışma Anne!’yi çok sevecekler. Özellikle bilimkurgu sevdiğim için merakla beklediğim diğer bir film de, her filminde ayrı şaşırtan Ben Wheatley'nin Sienna Miller ve Jeremy Irons'lı kadrosuyla J.G. Ballard uyarlaması ‘High-Rise / Gökdelen’.

 

“MÜZİKSEVERLER, MUSİKİŞİNAS BÖLÜMÜNDE KENDİ MÜZİĞİNİ BULACAK”

Festival çocuklara yönelik de içerik hazırladı; bu ilk mi olacak?

Hayır, ilk olmayacak. Her yıl programımızda Çocuk Mönüsü adını verdiğimiz bir bölümümüz var. Çocukların aileleriyle birlikte seyredebilecekleri filmleri gösteriyoruz. Çoğu zaman da Türkçe canlı seslendirme yapılıyor salonda. Son derece eğlenceli oluyor. Bu yıl iki film var bu bölümde ‘Adama’ ve ‘Talihsiz Sophie’. Simon Rouby'nin yönettiği Adama bir çocuğun gözünden 1. Dünya Savaşı yıllarında göç yollarını anlatıyor. Talihsiz Sophie ise aslında bambaşka tarzlarda filmlerini izlediğimiz Christophe Honoré'nin haylaz bir kız çocuğunu anlatan komedisi.

 

Bu yıl festivale ne tarz yeni bölümler eklendi?

Musikişinas bölümümüz (ki İngilizcesi ‘Musicians’ da aynı sesi veriyor) müziği hayatlarının ayrılmaz bir parçası kılanların hikâyelerini bir araya getiriyor. Gömülü Hazineler bölümü ise kayıp, yasaklanmış ya da zamanında gözden kaçmış filmleri yeniden beyazperdeye getiriyor. Bu bölümde benim aklımı alan bir film var: ‘Belladonna of Sadness / Hüzünlü Belladonna’. Bir Fransız öyküsünden Japon manga tarzı uyarlama. Müthiş sert, 1973 yapımı olmasına rağmen zamanının ötesinde, bir o kadar da psikedelik bir film. Mutlaka büyük ekranda görmek gerek. ‘Deneysel sinemaya giriş’ diye özetleyebileceğim Işığın Peşinde bölümü de bu türün ilk çıkış noktası olan 70’ler Amerikan Avangart Sineması’ndan örnekleri bir araya getiriyor. Ulusal Kısa Film Yarışması ve Ulusal Belgesel Yarışması da bu yıl ilk defa düzenlenecek. Eurimages bu yıl ilk defa vereceği Audentia Ödülü’nü İstanbul Film Festivali’nde başlatıyor. Audentia kadın sinemacıları teşvik etmek ve cinsiyet eşitliğini yaygınlaştırmak amacıyla bir kadın yönetmene 30 bin Euro para ödülü veriyor. Bu ödül için festival programından 15 film yarışıyor.

 

Musikişinas bölümüyle ilgili biraz detay verelim mi?

Özellikle ‘Playing Lecuona / Lecuona Çalmak’, en görmek istediklerimden. Küba müziğinin en büyük isimlerinden Ernesto Lecuona'nın yapıtlarının Omara Portuondo ve Chucho Valdes gibi ustalardan oyuncu Ana Belen'e kadar müthiş yetenekler tarafından seslendirilmesiyle Lecuona'ya bir saygı duruşu. Latin müzik sevenler için kesinlikle kaçırılmaz. Klasik müzik sevenler için ‘Yabancıların Müziği’, çellonun süperstarı Yo-Yo Ma'nın kurduğu uluslararası Silk Road Ensemble'ı anlatıyor. Filmin başı da Ortaköy'de çekilmiş. Caz ve blues meraklıları için özellikle Mdou Moctar’ın rol aldığı Nijer yapımı ‘İçinde Kırmızı Olan Mavi Renkte Yağmur’ ve oyuncu olarak bildiğimiz Don Cheadle’ın Miles Davis’i oynadığı ‘Miles Ahead’ öne çıkıyor. Miles Ahead ve Doğuştan Kederli filmlerine bayılacaklar. Biri Miles Davis diğeri Chet Baker'ın hayatlarının pek bilinmeyen noktalarını anlatıyor. Michael Jackson'ın Yolculuğu ise efsane isim hakkındaki en yetkin belgesellerden biri, üstelik yönetmeni Spike Lee. Aslında bu filmler bir yandan müziğin kendisi bir yandan da müzisyen ve sanatçı olmak hakkında çok özel ipuçları ortaya koyuyorlar.

 

Festival kapsamında ne gibi etkinlikler var?

Kaçırılmayacak sinema derslerimiz ve söyleşilerimiz olacak yurtdışından ve Türkiye’den konuk sinemacılarla. İki konserimiz var, filmleri de festivalde gösteriliyor: Nijerli Mdou Moctar geleneksel Tuareg müziğini rock şablonlarına oturtuyor; Tunuslu Ghalia Ben Ali de Arap halk ezgileriyle geleneksel caz formlarını çağdaş chillout ve klasik Hint müziğiyle harmanlıyor. Mdou Moctar 9 Nisan’da, Ghalia Ben Ali, 12 Nisan’da, ikisi de Salon İKSV’de.

Meksikalı yönetmen Carlos Hagerman ile gerçeklik ve belgesel sinema hakkında bir atölyemiz var; süper düşük bütçeyle film yapma konusunu İsrail Film Fonu yöneticisi Katriel Schory anlatacak; kara film türünün ‘babası’ Otto Preminger hakkında ve 70’ler avangart Amerika sineması hakkında da birer söyleşi yapılacak.

 

“GECE YARISI FİLMLERİNİN HEPSİ DE LİSTEMDE”

Sen bütün filmleri izledin mi? İşin mutfağında olmanın böyle artıları var mı?

Aksine, işin mutfağında olmanın bu yönde eksileri var diyebiliriz. İlk yıllarımda 40'a yakın filmi festival sırasında izleyebilirken şimdi festival sırasında böyle bir lüksüm yok. Öncesinde ve sonrasında telafi etmeye çalışıyorum. Festivalde bu yıl 187 uzun metrajlı film gösterilecek; matematik olarak mümkün değil zaten.

 

İşin içinde biri olarak senin film seçkin nasıl olacak?

Görmek istediğim çok film var tabii. Midnight Special'ı çok merak ediyorum. Korku filmi meraklısı olarak ‘Wicker Man’i tekrar büyük ekranda görmek var… Çok övülen aşırı sert ‘Vahşi’yi görmek istiyorum. Köpekdişi tayfasından Athina Rachel Tsangari'nin ‘Şövalye’si de listemde. Eva Neymann'ın Şalom Alehem öykülerinden derlediği ‘Ezgiler Ezgisi'ni çok görmek istiyorum; bir önceki filmi ‘Kuleli Ev’e bayılmıştım. ‘Rabin'in Son Günü’ de suikasta kurban giden bu devlet adamının son gününü ve olayın yankılarını anlatıyor. Michael Moore yine aynı dalga geçer sertliğiyle ‘Şimdi Nereyi İşgal Edelim?’ diye Amerikalılara sorarak Avrupa'yı geziyor. Bunu görmem lazım kesin! Geceyarısı filmlerinin hepsi de listemde.