Seçimler ve mesajları: 88. Oscar’lar sanatın ve görselin geride kalıp, Afrika kökenlilerin hakları, cinsel taciz, eşcinsellerin uğradığı haksızlıklar ve küresel ısınma gibi sosyal mesajların aklımıza yerleştirildiği bir yıl oldu.
Rafi Kohen
Bu sene 88.si gerçekleşen Oscar Ödülleri, amatör sinemaseverler veya mesleği sinema olan profesyoneller için bir evvelki yılın bilançosudur adeta. Her ne kadar Avrupa ve dünyanın farklı bölgelerinde sinema ile ilgili ödüller ve organizasyonlar var ise de, gerek evrenselliği ve görselliği gerekse de sinema dünyasının ana merkezi olması sebebi ile Oscarlara ‘ödüllerin ödülü’ dememiz yerindedir diye düşünüyorum.
Gecenin en çok konuşulan olayı kuşkusuz sunucu Chris Rock’un her esprisinde bir şekilde Afrika kökenli Amerikalıların ödüllerde az veya hiç aday olmamaları, stüdyolar tarafından göz ardı edilmeleri vurgusu idi. Bu senenin aday olamayan ve bolca tartışılan filmi ‘Straight outta Compton’ı izledim. 1980’li yılların sonunda Los Angeles’ın Compton varoşunda ortaya çıkan Gangsta Rap olarak bildiğimiz, Dr.Dre’den Ice Cube’a rap performansçılarının hikâyesini özetliyordu. Tarzın hayranı değilim; sözleri çoğunlukla kadın düşmanı, tehditkâr, yer yer ırkçı ve antisemit ancak, tarzın ortaya çıkmasını oluşturan şartlar çok ilginç. Polis kuvvetlerinin Afrika kökenlilere uyguladığı ayrımcı ve agresif tavır, Compton gençlerinin buna isyanı sonucu ortaya çıkan bir müzik tarzı diyebiliriz, ki bu isyan 1992 Los Angeles olaylarına da sebep olmuştu. Filmi şahsen ilginç bulmadığım gibi oyunculuklarında da bir şey göremedim. Rock’ın ‘Creed’ filminde oynayan Michael B. Jordan’ı anons ederken, Oscar’a aday olması gerektiğini söylemesi de gereksizdi çünkü Jordan’ın aday olmayı gerektiren bir oyunculuk çıkarmadığı herkesin ortak fikri idi. Hele ki Compton’da sokaktan halkla röportaj yapıp, Oscar adayı filmleri bilip bilmediklerini sorması bana yakışıksız geldi. Amerika’da ve dünyada Chris Rock’ın kendisinin de tanınmadığı bölgeler olduğundan eminim.
Bu yılın kazananları, bir iki istisna hariç, teknik ödüllerden müziklere, kimseyi şaşırtmadı.
Ülkemizi yakından ilgilendiren Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü Son of Saul’e gitti, ancak ben Mustang filmini çok beğendim. Filmin şansızlığı, Son of Saul’un çok güçlü mesajlar ve görseller içeren bir yapıt olması idi. Ancak galiptir bu yolda mağlup, ülkemizde kadınların yaşadığı sorunlarla ilgili sağlam ve cesur duruşu, kadın ve bilhassa gençlerin rollerinde gösterdikleri başarı, akademi jürisini karar verirken sıkıntıya düşürmüştür kanımca. Oscar’a aday olmak dahi büyük başarı. Yönetmen Deniz Gamze Ergüven ve ekibini alkışlıyoruz.
Çağımızın en yetenekli aktörlerinden Leonardo di Caprio nihayet herkesi mutlu ederek Oscar heykelciğine uzandı, ancak ödülü Di Caprio mu yoksa rolün kendisi mi aldı tartışabiliriz. Diğer adaylar arasında da çok güçlü performanslar olsa da -mesela Eddie Radmane’in ‘Danish Girl’ de canlandırdığı ve evli bir erkeğin transseksüelliğe giden yoldaki inanılmaz değişimi- ‘The Revenant’ın yüksek fiziki efora dayalı temposu karşısında pek şansları yoktu. Bu arada muhtemelen genç yaşı sebebi ile, gecede sunucu olan ancak aday olamayan ‘Room’ filminden Jacob Tremblay’i es geçmemeliyiz. 2006 doğumlu Tremblay, bence senenin en iyi performansına imza attı. İleriki yıllarda sinemaseverler kendisini yakından takip edecekler.
Bir Kate Blanchet hayranı olarak, her oynadığı filmde favoriler arasında olmasını arzu ederim ve ‘Carol’ filmi ile aday da oldu. Ancak ‘Room’ filmindeki Brie Larson inanılmaz başarılı idi. Otoritelerin beklediği gibi En İyi Kadın Oyuncu dalında gecenin kazananı oldu.
‘Danish Girl’ filminde, kocasının cinsel değişimi esnasında, hep yanında olan ve aşkından bütün şartlara rağmen vazgeçmeyen eş karakteri ile Alicia Vikander müthişti. Herkesin favorisi idi ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında heykelciği aldı. Yine de ‘Hateful Eight’de Jennifer Jason Leigh ile ‘Carol’ filminde eşcinselliğini keşfeden genç kadını canlandıran Rooney Mara’nın performansları, sinemaseverlere “acaba?” dedirtmiştir.
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, belki de jüriyi en zorlayan seçim olmuştur. Tek anlamadığım, ‘Creed’ filmindeki Rocky Balboa rolü ile Stallone’nin adaylığı oldu. Aynı karakteri en az altı filmde oynadıktan sonra, yeni neler katabileceğini düşündüm. Ancak diğer adaylar; ‘The Revenant’ta Tom Hardy, ‘Bridge of Spies’da Mark Rylance, ‘Spotlight’ta Mark Ruffalo ve ‘Big Short’ta Christian Bale, hepsi iyiydi. Favorim Christian Bale idi ama jüri Mark Rylance’ı tercih etti.
En İyi Yönetmen Oscar’ını geçen seneki gibi, ‘The Revenant’ filmi ile Alejandro G. Inarritu kazandı ancak üç yıl üst üste En İyi Sinematografi Ödülünü kazanan kamera yönetmeninin bunda büyük katkıları olduğunu düşünüyorum.
Gecenin en büyük sürprizini bence Spotlight yaptı. En İyi Özgün Senaryo Ödülünü de alan Spotlight, en iyi film kategorisinde üçüncü sırada gözüküyordu. Favorim ‘The Big Short’tu. Otoriteler ‘The Revenant’ı işaret etmekteyken, birçok uzman ‘Mad Max-Fury Road’un üstüne bahis oynuyordu. ‘Spotlight ‘En İyi Film Oscar’ını alıp götürdü. Temposu ağır ancak konusu son derece ilginç olan film, dokümanter havasında. Ancak cinsel istismar ve taciz davalarının bol bol işaret edildiği, ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın da bu konuda konuştuğu, Lady Gaga’nın cinsel taciz ile ilgili şarkı söylediği gecede galiba çok da şaşırmamamız gerek. Bu arada Lady Gaga’nın bu yılki performansı, geçen yılı mumla arattı kanımca.
Gecede beni bolca mutlu eden, Ennio Morricone’nin En İyi Film Müziği Ödülünü alması oldu. ‘Hatefull Eight’ filminin o gergin havasını muhteşem yansıtan Morricone, daha önce beş kez Oscar’a aday olmasına rağmen heykeli almamıştı. 88. Oscarlar, ödülü çoktan hak etmiş, 87 yaşındaki bu büyük üstadın şeytanın bacağını nihayet kırdığı yıl oldu. Ödülü başka bir üstat Quincy Jones’un elinden alırken, kürsüden bilhassa kendisi gibi aday olan John Williams’a saygılarını iletmesi hem ayrı bir zarafet oldu, hem de ne yazık ki klas eskiler ile klasmanı aşağı çeken yeniler arasındaki farkı önümüze koydu.
Konuları ve zaman zaman zorlama mesajları ile bir Oscar senesini daha geride bıraktık. Sanatın ve görselin geride kalıp Akademi’nin seçtiği, Afrika kökenlilerin hakları, cinsel taciz, eşcinsellerin uğradığı haksızlıklar ve küresel ısınma gibi başlıkları göz arkamıza yerleştirdiler. Düşündüğümde, sevdiğim bir ağabeyimin geçenlerde dediği gibi, “bana sinemamı geri verin” diyesim gelmiyor değil.