Amerikan basketbolunda nesil çatışması

Özellikle basketbol gibi küçük bir alanda oynanan takım sporlarının yüksek skorlara ulaşması bir yana konulursa, onları en cazip kılan unsur, dünyayı etkisi altına alan akımlara hızlıca ayak uydurması ve onlara bir ayna görevi görmesidir. Bu trendler teknolojiden tutun, takım psikolojisine, antrenman tekniklerinden, maç yayınlarına kadar her alanda kendini gösterir. Ve bu trendlerin çağımızın basketboluna yansımasını tam olarak anlamak için geçmişteki akımlarla karşılaştırılmaları elzemdir.

Spor
9 Mart 2016 Çarşamba

İgal ERS

 

Bu hafta, modern Amerikan basketbol tarihinin en başarılı normal sezonlarını yaşayan iki takımını, 1995-1996 sezonunu 72 galibiyetle bitiren efsanevi Michael Jordan’ın Chicago Bulls’u ile 2015-2016 sezonunun rekor yolunda giden Stephen Curry’li Golden State Warriors’ını, bir-iki yönüyle karşılaştırarak bazı çıkarımlar yapmak istiyorum.  

Öncelikle basit istatistiklerle başlayalım: Bu sezon Golden State Warriors 115 sayı ortalamayla oynuyorken, 95-96’nın Chicago Bulls’unun 105’e yakın bir sayı ortalamasıyla oynamış olduğunu görüyoruz. Bunun yanında Golden State, rakiplerine 104 sayı izni verirken, Chicago ise rakiplerini sadece 95 sayıda tutuyordu. Ayrıca içinde bulunduğumuz sezonda genel lig ortalaması 102 sayıyken, 95-96 sezonunda bu rakam 99,5 idi.

Öncelikle ortalama sayı artışından anladığımız gibi ligin kendisinin daha hücumsever bir hale geldiğini hemen söyleyebiliriz. Temponun artmış olduğu ve ligin tamamının hücumda gelişim göstermiş olduğu artık yadsınamaz bir gerçek. Bunun yanında (ortalamadan beş sayıya yakın daha az yiyerek) Chicago’yu başarıya götüren yolun savunmadan geçtiğini ancak (ortalamanın on sayı üzerine yakın daha fazla atarak) Golden State’in başarısının ise hücumdan geçtiğini görüyoruz. Demek ki artık Amerikan basketbol kültürünün liderliğinin tabir-i caizse ‘kemik kıran’ bir moddan, daha tempolu, daha akıcı ve skorlu bir moda geçtiği çıkarımını yapabiliriz.

Gelelim saha içi lider karşılaştırmasına. Olaya imaj açısından yaklaşırsak, Michael Jordan antrenmanda maç yaparken kendi takım arkadaşlarıyla yumruk yumruğa girecek kadar rekabetçi bir portre çizerken, Stephen Curry’i saf yeteneklerini ve eğlenceyi ön plana çıkaran, takıma agresif bir şekilde önderlik yapmayan, daha sakin bir çizgide görüyoruz. Bu da liderlerin takım felsefelerini yansıtan semboller oldukları göz önüne alınırsa, bu iki takımın arasındaki inanılılan değerlerin farklılığını göz önüne sermekte.

Basketboldaki bu kültürel devrimin ve bu lider karakterlerin değişimi size bir şeyi anımsatmıyor mu? Eğer iş dünyasını yakından takip ediyorsanız, sürekli olarak Generation Y (Y nesli) lafını sürekli olarak içinde bulunduğu birçok araştırma ve yazıyla karşılaşmışsınızdır. Bir önceki nesle göre (X nesli), çalıştığı işten zevk almak isteyen, rekabetin değil, ortak çalışmanın daha verimli olduğunu düşünen bu jenerasyon artık iş dünyasını temelden değiştiriyor. Peki, o zaman böyle bir neslin tüketicisi olduğu bir ligin, kültürel liderlerinin de onlar gibi olması kaçınılmaz değil midir?

İşte yazının başında bahsettiğim gibi, sporların sahip olduğu ayna görevi tam da burada kendini belli etmektedir. Golden State Warriors da dünyadaki bu değişimin rüzgârını arkasına alarak kendini lider konuma almıştır. Bu yüzden demek isterim ki eğer dünyanın nereye gittiğini anlamak istiyorsanız, basketbol kortuna bakın. Size düşündüğünüzden fazlasını verecektir buna emin olabilirsiniz.