Hakikati söylemek

Toplum
7 Mart 2016 Pazartesi

Melike Karaosmanoğlu yazdı :


İnsan, çıkarlarının peşine düşme isteğini şiddet ve yok sayma ile harekete geçirmeye çalışıyor ise bu onun mantıktan hastalığa ulaşmış olması anlamına gelir. Kişilere tapabilir, bununla kalmaz çıkarlarından yaptığı nesnelere kayıtsız şartsız itaat eder. Kendi içinde kurguladığı ve benimsediği değerlere diğerlerinin de aynı şekilde bağlanmasını ister, bu bağlanmayı reddeden birisini kabul edemez ve onu her an yok etmeye hazırdır. Ancak iktidar ve şiddet arasındaki sınırın geçirgenliği bu davranışın kolektifleşip kolektifleşmeyeceğini belirler.

Peki, bu sınırın geçirgen olduğu durumlarda demokrasinin akıbeti ne olur? Michel Foucault’un bu soruya cevabı, “Demek ki demokrasi ancak hakikati söyleme sayesinde hayatta kalır” olmuştu. Hakikati söylemekten kastı ise parrhesia yani özgür ifadeyi de kapsamına alan açık sözlülüktür.

Bu kavrama ilk kez Antik Yunan döneminin büyük tragedya şairi Euridipes’in eserlerinde rastlamıştır. Fenikeli kadınlar, Hippolytos, Bakkhalar, Elektra, Ion ve Orestes bu eserlerdendir ve hepsi Foucault’un parrhesia analizinden geçmiştir.

Parrhesia kullanan kişi -parrhesiastes- aklındakileri söyleyebilen kişidir. Hakikati kanıtlamaktan ziyade muhatabının maskesini düşürmektir amacı. Kalbindeki ve aklındakileri dolaysızca karşısındakine söylemek ister. Hiçbir retoriğe başvurmaksızın yapar bunu. Lakin açık sözlülükten anladığımız asla boşboğazlık olmamalıdır.

Parrhesia’nın özelliklerinden biri eleştiriyi aşağıdan yukarıya yöneltmesidir. ‘Güçsüzün’ güçlüye karşı söyleyebilecekleri vardır elbette. Eşit konuşma hakkı, tüm vatandaşların iktidarın kullanımına eşit katılımı ve hakikati söyleyebilme hakkı Atina demokrasisinin olmazsa olmazlarıydı, Foucault ise bu pratiklerin modern dünyadaki eksikliğinin totaliter devletlerin varlık nedeni olduğunu düşünüyordu.

Antik Çağ’da Platon Siraküzalı Tiran İkinci Dionysios’a bir ziyaret düzenlemiştir. Dionysios kendisine yöneltilecek eleştirileri dinlemeyi kabul eder. Platon tiranlıktan demokrasiye geçişin pek kolay olmayacağını bilse de dobralığından ödün vermeyip hakikatleri söylemekten çekinmez. Lakin Platon’un eleştirilerine tahammül edemeyen Dionysios onu öldürtmeye kalkışmıştır.

Yirminci yüzyıldan da birçok parrhesia örneği verebilmemiz mümkün. 1906 yılında Breslau’da doğan Luteryen Alman Pastör Dietrich Bonhoeffer, 1932 yılında Berlin’de antisemitizme ve Nazi ideolojisine karşı hakikat anlatıcısı olmuş ve birçok insanı etkileyen bir konuşma yapmıştır. Hitler’e boyun eğmeyeceğini içindeki adalet duygusunun sesini dinleyerek haykırmıştır.

Şairler hakikati anlatmayı sever. Ece Ayhan mesela benim için en büyük parrhesiasteslerden biridir.

Hâsılı, bir insan şayet içindeki adalet duygusunu kaybetmemişse hakikat ile bağlantısını da koparamaz ve doğal olarak hakikate ulaşma imkânına daima sahiptir. İçinde bulunduğu koşullarda tehlikeyi göz ardı ederek hakikati söylüyor olması onu anlatıcı yapar. Yani bir hükümdara ya da tirana ne olursa olsun -her türlü tehlikeyi göze alarak- direkt olarak hitap edip yönetimin hatalı ve eksik tarafları olduğunu ve düzenin adaletle bağdaşmadığını söyleyebilmesinden bahsediyorum. Cesaretle iç içe geçen bir tavır ile bireyin vatandaş olabilmesidir bu. Eleştiri sunmaktır. Başkalarının da eleştiri yapabilmesi yolunu aralamaktır.

Hakikati söyleme yetisini kaybetmeyen bireylerin fikirlerin yer değiştirebildiğini anlattığı bir ülkeye barış gelebilir. Bunu söyleyenlerin ise cezalandırılmadığı toplumlarda yeryüzüne cehennem inşa edilmeyecektir.