"En keyifli anlarımı yemek yaparak geçirdim"

Evinde Sefarad mutfağı ile büyüyen, hayatının farklı noktalarında Aşkenaz ve Müslüman yemek kültürü ile de tanışan Serpil Güven Prandino ile yemek kültürü üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.

Dora NİYEGO Toplum
10 Şubat 2016 Çarşamba

 Kendinizi tanıtır mısınız?

1958 yılında İstanbul’da doğdum. Bütün çocukluğum Kurtuluş’ta geçti; yaz aylarında ise Büyükada’ya giderdik. Ailede annem baskın karakterli idi. Bu nedenle Yahudi kültürü, dini öğretileri ve tabii ki Sefarad mutfağı ile büyüdüm. Rahmetli annem beni hep derneklerde tutmaya çalışmıştı. Amical o zamanlar hep gittiğim dernekti.

Kurtuluş İlkokulundan sonra, orta ve lise öğrenimimi Atatürk Kız Lisesinde tamamladım. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümüne girdim, ancak anarşi yüzünden üniversitenin kapanması nedeni ile üniversiteyi bitiremedim. Gazetecilik yüksek okuluna geçtim ve halkla ilişkiler okudum.

 Mutfak merakınız nasıl başladı?

Küçüklükten beri evimizde pişen Sefarad yemekleri ile büyüdüm. Rahmetli annem yaşadığı müddetçe, Sefarad yemeklerini pişirmeyi sürdürdü. Anneannemin rahmetli annesi ise İzmir Urla’lıydı. Ondan da bazı değişik yemek tarifleri öğrendim. Bir de ortaokula kadar en yakın arkadaşım Aşkenaz idi. Aşkenazların bizimkinden tamamen farklı olan yemek alışkanlıklarından (örneğin şekerli balık) edindiğim bilgilerle zengin bir Yahudi yemek kültürü geliştirdim. Bu yemek kültürünü, lise çağlarımda evlerine misafir olduğum Müslüman arkadaşlarımın annelerinden de öğrendiğim bazı yöresel tariflerle harmanlayarak, kendimize özgün zengin bir mutfak yarattım. Ancak her zaman en popüler yemeğimiz ‘avikas kon espinaka’ ve pırasa köftesi oldu.

Genç kızlığımda Büyükada’da, bahçemizde annemlerle sohbet ederken, ‘borekitas’, ‘boyikos’ ve bazı tatlılar yapardım. Ancak bu alandaki en büyük gelişimimi, gelin gittiğim Gayrettepe’deki apartmandaki sevgili komşularım, şimdi rahmetli olan Çela Krespi ve Allah çok uzun ömür versin Sara Kohen’den aldım.

 İlk eşinizle geçirdiğiniz yıllardan ve boşandıktan sonraki dönemden bahseder misiniz?

1980 yılında ilk eşimle evlendim. İlk eşimden iki kızım var. Şimdi bir de torunum var. Evliliğimiz sırasında Gayrettepe’de oturduk. Ancak sekiz yıl sonra boşandık. Boşanmanın ardından iş hayatıma geri döndüm. Çok çeşitli işlerde çalıştım, çok uzun süre iş hayatında kaldım. O dönemde pratik ev yemekleri yapmayı ve daha da önemlisi, yemek yaparken hızlı olmayı öğrendim. 1995 senesinde şimdiki eşim Enzo Prandino ile tanıştım. Aslen mühendis olan Enzo, çalıştığı iplik fabrikasında üretim müdürü olarak görevliyken, müşterek dostlarımız bizi tanıştırdılar ve yaklaşık üç ay sonra Enzo kızlarımla tanışıp, hayatımızın bir parçası oldu. İkinci buluşmasında spagetti bolognese yaparak bana ilk İtalyan yemeğimi yedirdi. Eşim, o gün bugündür evdeki mutfağımızı yavaş yavaş tamamen eline geçirdi.

 Kızlarınız nasıl büyüdü?

Kızlarım Enzo ile büyüdüler. Hep Yahudi arkadaş çevresinin içindeydiler. Zaten Şabat akşamlarını ve Yahudi bayram gecelerini her zaman annemin evinde ve çocuklarımın halasının evinde aksamadan kutladık. Büyük kızım kocası ile mutlu bir evliliğe imza attı ve bana çok güzel bir erkek torun hediye etti. Küçük kızım ise henüz evli değil.

 İtalyan lokantası açma fikri nasıl oluştu?

Bütün hayatımız İstanbul’da geçti. Çalıştık ve bir süre sonra emekli olduk. Her ikimiz de kendi profesyonel iş hayatımız içinde en keyifli zamanlarımızı evde yemek yaparak geçirirdik. Profesyonel olarak çalışırken eşimle hep bir İtalyan restoranı açmayı hayal ederdik. Zaman içinde, emekli olduğumuzda mini bir İtalyan trattoria (taverna) açmaya karar verdik. Restoranımızı açtığımız günden beri, Roş Aşana ve Pesah bayramlarının ikinci geceleri, tamamen Sefarad bayram yemekleri pişirdik. O gece dualar eşliğinde, ailemizi ve bazı Yahudi misafirlerimizi ağırlamayı adet edindik. Hatta geçtiğimiz Pesah Bayramında, ilk gece büyük bir sülaleyi Agada eşliğinde misafir ettik. Önümüzdeki yıllarda da bu geleneğimizi sürdürmeyi planlıyoruz.

 Biraz da trattoria’yı nasıl açtığınızdan bahseder misiniz?

2014 yılının ağustos ayında, butik sahibi kuzenimi ziyaret ettiğimizde, şimdi işletmekte olduğumuz mekânın boşaldığını bize iletti. Hemen mekânın içine girip gezdik ve iki gün içinde başka hiçbir yere bakmadan orayı kiraladık.

Yapmak istediğimiz, mahallenin restoranı olmaktı. Bunun için karı -koca yapmamız gereken, gelenleri kendi evlerinde gibi hissettirmekti. Minimalist bir dekorasyonla, tamamen amatör bir duygu ve trattoria hakkındaki bilgilerimizle kuruluşumuzu tamamladık. Sekiz masalı ve otuz kişi kapasiteli mini restoranımızı, bize bu yeri bulan kuzinimizin doğum gününde açtık. O günden beri de, her yıl geleneksel olarak kuzinimin ve bizim trattoria’mızın doğum gününü kutluyoruz.

İlk zamanlar hem hesapları iyi yapamadığımızdan hem de ucuz bir yer olmayı da hedeflediğimiz için büyük zararlar ettik. İlk yılımız tamamen zarar oldu.

 Bununla ilgili bir anınız var galiba…

Evet öyle. Bir gece, iki kişi yemeğe geldi. Gecenin sonunda, karşılıklı sohbet eder hale gelmiştik. Hesap saati geldiğinde, beyefendi kredi kartını verdi, şifreyi söyledi ve lavaboya gitti. Hesaba hiç bakmamıştı. Eşim Enzo, aldığımız hesabın çok yüksek olduğunu ve zaten az olan müşterilerimizi kaybedeceğimizi söyledi. Ertesi hafta aynı bey eşi ve arkadaşları ile geldi. “Şef Enzo bize bugün ne yapacaksın?” sözleri ile içeri girdi. Yine gecenin sonunda, kredi kartını şifre ile uzatıp kalktı ve döndü, şöyle dedi: “Yalnız hesabınızı doğru dürüst yapın, biz buraya yaşadığımız sürece gelmek istiyoruz. Ama siz bu fiyatlarla, altı aya kalmaz batarsınız. Bizden aldığınızın en az yüzde 50 fazlası ile, dükkanı kurtarabilirsiniz. Size ‘cost’ yapmayı öğretmek lazım” dedi.

 Bugün hâlâ aynı konseptle mi çalışıyorsunuz?

Bugün hâlâ, aynı amatör ruhla, kendinizi evinizde gibi hissedeceğiniz, yemekleri evimizde pişirdiğimiz gibi ikram ettiğimiz konseptimizle mahallemizin ara sokağımızda servise devam etmekteyiz. Kapımızın önünde, Avrupa’daki bulvar lokantaları gibi attığımız üç - dört masamız, yaz kış keyif veriyor. Hafta sonları geceleri, piyano eşliğinde müzikli gecelerde, misafirlerimiz nostalji yaşıyorlar. Çok sık, küçük kutlamalar, mini davetler, doğum günleri, evlilik yıldönümleri, veda partileri, baby shower vs. gibi toplantılar düzenliyoruz. Böyle zamanlarda, tüm masaları bir araya getirip kocaman bir masa haline getirdiğimiz bir İtalyan aile sofrasının etrafında misafirlerimiz evlerinde gibi oturup hep birlikte eğleniyorlar. Birbirini yıllar sonra bizim trattoriamızda görüp, arkadaşlıklarını bizim mekânımızda aşka dönüştüren, evlilik teklifinin bizim tiramisumuz içindeki yüzükle yapan, bizim şahitliğimizde, piyano eşliğinde evlenen bir çiftimize de var. Kendilerine ömür boyu mutluluk diliyoruz.

Vedat Milor sizi nasıl keşfetti?

Geçtiğimiz yıl, bir misafirimizin davetlisi olarak mekânımıza gelen ve yemeklerimizden çok memnun kalan Vedat Milor, Milliyet gazetesinde, tam bir sayfasını bize ayırdı. Geçtiğimiz haftalarda da gelip televizyon için çekim yaptı. Kendisine de teşekkür ediyoruz. O gün, lezzet duraklarında en önemli tabağımız olan Frutti Di Mare ve bizim yarattığımız tatlı ‘limonlu tiramisu’muzun çekimi yapılmıştı. İsrail’deki dostlarımız bize olan hasretlerini bu programla gideriyorlar.