Sabrina Fresko’dan ‘Dalgaların Köpüğü’

Heykeltıraş Sabrina Fresko’nun DALGALARIN KÖPÜĞÜ adlı sergisi, 18 Şubat Perşembe akşamından itibaren Galeri Miz’de izlenip yaşanabilir

Tamara PUR Sanat
8 Şubat 2016 Pazartesi

Deniz, aynı yaşam gibi, dalgalarını kimi zaman savurarak köpürtürken kimi zaman da durgundur, göller gibi suskundur. Sanatçı,sonsuzluk denizinde yüzerken bu döngüde yakaladığı ritim ile hayal dünyasından çıkan formu gerçeğe dönüştürür. Mimar, heykeltıraş Sabrina Fresko ile yeni sergisini konuştuk.

 Deniz Sabrina’ya neleri çağrıştırır?

Denizin devinimi beni büyüler, günlerce, saatlerce denize bakabilirim, her an değişik bir şey görür, düşünürüm. Yüzmek dünya yüzünde en sevdiğim ve en iyi yaptığım eylemdir. Deniz ve dalgalar en iyi dostumdur anlayacağınız. Bir de şanslıyım, pırıl bir koy beni bekler her an, Kocadal altı koyu. Her taşını, yosununu, balığını ezbere bilirim.

Dalga heykeli denizi hep yanımda hissetme isteğinin şekillenmesidir, ama denizi yanına almak ne mümkün, o özgür, kimselere teslim olmaz.

Dalga heykeli bir hayal. Heykellerim hayal gücümden fırlıyorlar ve gerçek dünyaya ait oldukları an paylaştığım, bazı his ve düşünceleri yükleyebildiğim bir form oluşuyor.

Deniz heykeline dokunduğum zaman denizin devinimine, ürpermesine, kükremesine, kuzucuklanmasına, zincirlerini koparıp rüzgâra kapılmasına, hiçbir şey olmamış gibi süt liman olmasına yakınlaşıyorum. Hayal dünyamdan çıkan form gine hayal gücümü tetikliyor, hep yapıp durduğum sonsuzluk şekline dalıveriyorum, aynı denize daldığım, sonsuz kulaç hareketleriyle yüzüp durduğum gibi…

 ‘Dalgaların Köpüğü’ sergisi ilk nasıl oluştu?

Sergiler nasıl oluşuyor? Çok güzel ve önemli bir soru; zaman içinde kendime bu soruyu çok sordum ve şöyle bir sonuca vardım: 

Durmadan çalışıp, çok ürettiğim bir medya var, metali çalışıyor, takı-heykel yapıyorum, bu şekilde kendimi ifade ediyor ve sanatın sağladığı catharsisi içimde duyuyor, ürettikçe arınıyorum. Seçtiğim konular, hayatımda beni etkileyen, sevdiğim, çok yakından tanıdığım malzemenin ve formun özünü yakalayabildiğim konular. Bundan önceki sergilerimde - Oyun-u-Yorum, Zaman, İstanbul, Maske- hep aynı şeyi yaşadım. Sergi konusu kendiliğinden oluşan, içgüdülerimle yöneldiğim, o zaman dilimi içinde öne çıkan konuların elimde, aklımda şekil alması…

Konu kendini göstermeye başladığı zaman heykeller bir süre benimle yaşıyor, rüyalarımda, her an gözümün önünde oluyorlar. Belki de sözlerle ya da başka bir şekilde ifade edemediğim kadar derin izler taşıyorlar. ‘Deniz ve Dalga’, beni tanıyan herkesin bekleyeceği bir konuydu diye düşünüyorum. Dalga heykellerini 2015’te yaptım, her zamanki gibi küçük ve bronz heykellerle başladım, gittikçe ölçeği büyüttüm ve malzemeler çeşitlendi. Ahşap ve Assos taşından aynı formu çalıştım, poliüretan dökümler renklendi ve kırmızı bir deniz oluşturdu. Bunu çok sevdim ve Billy Holiday’in ‘Strange Fruit’ şarkısı gibi bir çığlığa dönüştüğünü düşündüm. Bunun üzerine bu yıl Assos’ta yaşadığımız mülteci dramı bu sergiye yeni bir anlam kazandırdı.

Denizin sadece sevdiğim, âşık olduğum, saatlerce yüzüp mutlu olduğum şiirsel bir güzellik olmadığını, canını kurtarıp ümide koşmak isteyen insanlara bir engel oluşturduğunu, istemese de can aldığını gördüm. Suriyeli göçmenler artık o denizin bir parçası olmuştu ve baktığım, gördüğüm deniz artık masum bir güzellik değildi. Deniz lekelenmişti, aynı Nazilerin Auschwitz gaz odalarında Beethoven’in 9. Senfonisini dinlettiği zaman sanatın kirlendiği gibi. Şimdi serginin küratörü Emre Zeytinoğlu’nun da yazısında belirttiği gibi sergi, güncel olayların etkisiyle denizin güzelliğinden günümüzü yaralayan bir insanlık dramına çekildi. Yazın yüzerken denizin güzelliğini, derinliklerini göstermek istediğim video çalışmamda, binlerce volkanik çakıl taşını toplayıp oluşturduğum çakıllı heykeller çalışmalarımın üstünde, “Buradan biz geçtik, yaralandık, öldük, bazılarımız yeni bir yaşama yelken açtı” diyen mültecilerin resimleri; bir başka videoda, fırtınalı denizde Lesbos Adasına geçebilmek için mücadele veren insanlar var. Deniz de aklımız da bulandı tekrar.

 Sürekli bir devinim içinde olan dalgaların öyküsü nedir? Kırmızı dalgaların içindeki mavinin? Ahşabı çatlayan ve gümüş varakla düzeltilmiş olanın hikâyesi biraz da bulanan dalganın kucaklanıp yeniden sulara bırakılması mıdır?

Algılarla oynamayı severim, bunun için sergide ‘Dalga’ heykelimin değişik boyut ve malzemelerini göreceğiz. Ahşap Dalga heykeli ahşabın çatlaması ile başka bir boyut kazandı. Çatlakları örtmek bana samimi bir davranış gibi gelmedi. Japonların kırık seramikleri Kintsukuori tekniği ile altın ya da gümüşle sıvamaları gibi, dalga heykelinin çatlaklarını gümüş şeritlerle daha belirgin hale getirdim, ahşabın dokularını da renklendirdim. Böylece malzemenin sözünü heykelin üzerinde okuyabileceğiz.

 Gerçek deniz görüntüsüyle başlayan sergi, daha sonra dalga motifiyle makrodan mikroya kadar uzanan yolculuklarında metal ve süslü takılara dönüşüyorlar. Ayrıca merak ettim serginin ismi nasıl oluştu?

Serginin ismi ‘Dalgaların Köpüğü’, Boris Vian’ın ‘Günlerin Köpüğü’ romanına bir selam niteliği taşıyor. Çalışmalarımı değişik ölçeklerde gerçekleştirmek, mimarlık disiplininden geldiğim ve takıyla küçülüp, heykel boyutuna geçtiğim için biraz da oyun gibi ortaya koyduğum bir şeydir.

Gittikçe küçülen bronz ‘Dalga’ heykelleri algımızı değiştiriyor, parlak bronz heykellerin yanında gine malzeme ile ilgili sözü olan yıpranmış bronz heykelleri görüyoruz. Dalga yüzükler ise takı sanatını unutmadığımı ifade ediyorlar. Kırmızı Dalga heykellerinin içinde gördüğümüz değişik renk ve malzemeler sürpriz ve yaşanmışlıklara işaret ediyor, her şeyin süt liman olmadığını belirtiyor.

15 Mart’ta sona erecek olan bu sergi, ancak izlenince yaşanır. Sanatçının duyarlılığında başlar, dalga dalga yayılır, genişler, uzar gider yüreğe, akla, belleğe kadar…18 Şubat anılarımıza ilginç bir renk katacak.  www.galerimiz.com