Müzik hayalleri ve hedefleriyle EDİZ BAHAR

Gençlik yıllarında rol aldığı dernek gösterilerinden beri, dinleyenleri sesine hayran bırakan biri Ediz Bahar… Şimdilerde de müzikle sadece hobi olarak uğraşsa da, kendisini tanıyanların dinlemek için fırsat kolladığı Ediz’le müzik hayatını, unutulmayanlarını konuştuk.

Dora NİYEGO Toplum
20 Ocak 2016 Çarşamba

Öncelikle Ediz Bahar kimdir, tanıyabilir miyiz?

1977 yılında İstanbul’da doğdum. Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölümünü bitirdim. Promosyon ürünleri ve fason ambalajlama konularında ticaretle uğraşıyorum. Evliyim. Biri kız biri erkek olmak üzere beş yaşında ikizlerim var. En büyük tutkum hep müzik olmuştur. Ancak, her ne kadar müziği profesyonel anlamda yapmak en büyük hayalim olsa da, ailemin huzuru benim için her zaman ön planda oldu. Bir ailede herkes sanatçı değil ise, bu işi profesyonel anlamda yapabilmek çok zor. Bu sebeple, yıllar önce aldığım bu karar doğrultusunda, hayatımda müziği hep amatör planda tutmaya çalıştım.

Klişe bir soru olacak... Müzik merakınız nasıl başladı?

Tabii siz de bu soruya klişeleşe bir cevap alacaksınız, ama nedense çoğunlukla öyle oluyor. Müzik, hayatıma, konuşmaya ve şarkı söylemeye başladığım zaman girdi. Dört yaşındayken, ailem bu konuda yetenekli olduğumu anlayınca, sağ olsunlar, beni bu konuda teşvik ettiler. 1981 yılında Amerika‘ya taşınmıştık. Çevremdeki insanlar bu tutkumu görünce, “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sorduklarında, cevabım “I want to be a singer” oluyordu hep. Çocukken Micheal Jackson’ın şarkılarını söyleyip, dansını taklit etmeye çalışırdım. Üç yıl sonra, kardeşim altı aylık iken, İstanbul’a dönüş yaptık. Sekiz, dokuz yaşlarında bu yeteneğim çevremdekiler tarafından fark edildi ve Yıldırım’ın Hanuka partilerinde şarkı söylemeye başladım. Sahne tutkum ve göz önünde olmak, beni o yıllardan beri hep heyecanlandırmıştır.

Uzun yıllardan beri isminizi hep duyarım. Müzik serüveniniz esas anlamda nasıl başladı ve nasıl gelişti?

11 - 12 yaşlarında İzzet Bana ile tanıştım. Bu serüven, İzzet Abi’nin desteğiyle, yine onun önderliğinde, Dostluk Yurdu’nda, Judeo Espanyol şarkılarıyla başladı. Buradan, İzzet Abi’ye o yıllarda bana verdiği destek için, bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Daha sonra, herkesin bildiği ‘Yosef’in Renkli Rüyalarında’ şarapçı rolünü üstlendim. Ardından, ‘Moiz in Broadway Serileri’ sahnelenmeye başladı. Bu müzikallerde eksiksiz yer aldım. Gençlik yıllarımda, bu müzikalleri tanımak ve seslendirmek bana önemli bir deneyim kattı. Zamanla, bu müzikallerdeki rollerim başrollere kadar yükseldi. 1992 yılındaki ilk Yosef oyunundan yıllar sonra, Dostluk Yurdu yeniden aynı müzikali tekrar sahneye koyma kararı aldığında ve bana bu kez Yosef rolünü teklif ettiklerinde, yaşadığım heyecanı daha dün gibi hatırlıyorum. Sahnede, Yosef’in yarı çıplak olması gerekiyordu ve ben de hemen spor salonlarına yazıldım, saçlarımı uzattım, orijinal Broadway kayıtlarını bularak, karakteri oynayan oyuncunun performansına yaklaşmak için aylarca çalıştım. Maalesef bu müzikalin kaydı bugün kimsede yok. Buradan okurlara bir çağrı yapmak istiyorum. Yosef’in Renkli Rüyalarının kaydı varsa, lütfen benimle paylaşırlarsa çok memnun olacağım.

Daha sonraları, üniversite yıllarında, üniversitede bir müzikal kulübü kurduk. Galatasaray Üniversitesi Müzikal Kulübü olarak, AKM’de ve CRR’de, senfoni orkestralarıyla Les Miserablas ve West Side Story müzikallerini ve ‘birçok müzikallerden seçmeler’ gecelerini sahneye koyduk. Ayrıca, Aya İrini Kilisesinde, Notre Dame De Paris müzikalini Fransızca olarak sergiledik.

O yıllarda birçok profesyonel ile tanıştım ve onların sayesinde bir miktar müzik eğitimi aldım. İlk ciddi sahne performanslarım bu dönemlere denk gelir.

Üniversite mezuniyetimden sonra, Moşe Baharhak ile tanıştım, kendisi beni Grup Mozaik orkestrasına davet etti. Grupla birlikte dört beş yıl boyunca, çeşitli derneklerin müzik faaliyetlerinde yer aldık.

Biraz da ciddi sahne performanslarınızdan bahsedelim…

1999 yılında Cemal Reşit Rey’de sahnelenen Yüzyıla Veda Konserinde, Galatasaray Üniversitesi Müzikal Kulübü olarak, bu büyülü salonda sanatçılara koro desteği verdik.

Üniversite mezuniyetimden birkaç yıl sonra katıldığım Ladies & Gentleman isimli müzikal koro ekibiyle de yıllarca birçok kez sahne aldık. Özcan Deniz, Alessandro Safina, Sezen Aksu, Albano Power, Ferhat Göçer gibi yıldızlarla aynı sahneyi paylaşma fırsatını bulduk.

Birkaç yıl önce, CD’si çıkan dostum Barbaros’la birlikte, Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda, 4500 kişinin önünde, muhteşem bir senfoni ve arkamızda güçlü bir koro desteği ile, Belle şarkısını seslendirdik.

Dernekler nezdinde son çalışmam ise, 2007 yılında, 160 kişilik kalabalık bir ekibin görev aldığı, AKM’de sergilediğimiz Masada müzikali oldu. Bu müzikalde, Roma orduları kumandanı Silva rolünü üstlendim. Bir dernek projesinde yer almayalı bir hayli de vakit geçmiş aslına bakarsanız, yıllarca görkemli projelerin yakaladığı çıta Masada müzikali ile zirvesini yapmıştı.

Cemaatimizin yine Masada gibi ses getiren bir projenin hazırlaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Derneklerde müzik çalışmaları yapılmasının, sizce, cemaatimiz fertlerine ne gibi katkıları var?

Son yıllarda, eski şaşalı günlerdeki gibi, güçlü ses getiren projelerin, maalesef bütçe kısıntıları nedeniyle hayata geçememesi üzüntü verici. Toplumdan gelecek talep ve yaratılacak bütçe ile, cemaatimiz, yeni gelen genç neslin de katkısıyla, eminim yine çok konuşulacak bir eseri hayata geçirebilir. Böyle bir projenin yaratılmasında, birilerinin öncü olduğunu görmek, bir sanatsever olarak beni ve içinde sanat ateşi olan birçok gencimizi heyecanlandıracağına eminim. Bu konularda ciddi deneyimleri olan sevgili dostlarıma, buradan da gerekli mesajı yollamış olayım bu vesileyle…

Bana göre, dernekçiliğin cemaatimizdeki en güzel yanı, toplumu bir arada tutması ve bu güzellikleri, keyifleri, insanlarımızın aynı ortamda, omuz omuza yaşamalarıdır. Gençlerimizin birbirleriyle tanışıp kaynaşmaları için, müzikal etkinliklerinin daha fazla yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda kendimden bir örnek verebilirim. ‘Grease’ müzikalini sahneye koyduğumuzda, yirmi yaşında bir delikanlıydım. Sevgili eşim Verda ile, o gün, sahnede koyduğum performans sonrası tanıştık ve Dostluk Yurdu sayesinde, bugün dünyalar güzeli iki çocuğumuzla kocaman bir aileyiz. Sadece ben mi bu ortamlar sayesinde aile kurdum? Hayır. Son olarak, Masada müzikalinde tanışan çok sevdiğimiz iki arkadaşımız da, birkaç sene önce dünya evine girdiler. Bizim gibi, daha birçok gencin de, müzik çalışmaları sayesinde tanışıp aile kurduklarına eminim.

Sahne çalışmalarınız sadece solistlikle mi kısıtlı kaldı?

Sahne hayatını çok sevdiğimden, sadece solistlikle yetinmeyip çeşitli reklam çalışmalarında ve Tarkan’ın bir klipinde de rol aldım. Yani anlayacağınız, TV sahne, ya da herhangi bir platformda, bir şekilde geniş kitlelerin önünde olmak, hayatımda hep vazgeçilmez bir heyecan oldu benim için.

Son sahne deneyimlerinizden bahseder misiniz?

Son sahne deneyimlerim, birkaç yaz önce Burgazada’da, sonrasında da Hayal Kahvesinde verdiğim konserlerdir. Ayrıca, iki yıl önce, bir arkadaşım, Kartalkaya’da bir butik otelin sahibi olan bir dostunun, yılbaşı gecesi için, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca ağırlıklı bir repertuara sahip birinin arandığını duyunca hemen beni önermiş sağ olsun. Bu sayede son iki yılbaşımı ve Sevgililer Günümü Golden Key Otelinde, büyük keyifle, hem şarkılarımı söyleyerek, üstüne para kazanıp, bir de ailece, üç gün tesiste misafir edilerek geçirdik. İnsan, böyle güzel fırsatlarla karşılaşınca, ‘acaba bunları neden sıklaştırmıyorum?’ diye de düşünmeden edemiyor.

Bunlar dışında, yine son iki yıl içinde, Neve Şalom Sinagogunda, kalabalık bir izleyici grubu önünde, bir Hanuka konserinde ve Talmud Tora’nın kuruluşunun 75. yılı kutlamasında yer aldım. Muhteşem bir akustik eşliğinde dini mabedimizde, ravları el ele dans ederken görmenin keyfi hakikaten tarifsizdi.

Aslında benimkisi, koşulları müzik yönünde zorlamadan, ‘armut piş ağzıma düş’ ve ‘istemem yan cebime’ şeklinde, biraz ‘ah keşke’li geçen bir hayat.

Bildiğim kadarıyla, geçtiğimiz aylarda, Fransız menşeli bir projede yer aldınız?

Geçtiğimiz aylar içinde, yine bir proje kafama düştü, tabiri caizse. Fransa’da, bir televizyon kanalında yayınlanan bir ses yarışmasıydı bu. Türkiye’de de yapılacak ses yarışmasında kazanan yarışmacı, geçen ay finali Paris’te yapılan yarışmada diğer kazananlarla çarpışacaktı. Dünya birincisi ile de, uluslararası bir albüm anlaşması yapılacaktı.

Türkiye’de, Fransız eğitimi almış, Fransızca şarkı söyleyen kişiler araştırmasında, bir şekilde bana da ulaştılar. Birkaç etabı geçtikten sonra, final çekimleri Büyükada’da yapıldı, ancak maalesef Türkiye birincisi olamadım. Daha sonra kulağıma gelen duyumlarda, Fransızların performansımdan çok etkilendiğini, ancak yaş, aile profili, ticaretle uğraşmam ve gerekli profile uymamamdan dolayı, rotayı, zaten mesleği müzik olan ve hatta CD si de bulunan bir bayana çevirdiklerini duydum. Eğer Paris’e gitseydim ve burada da hasbelkader birinci olsaydım ve albüm teklifi de yapılsaydı, acaba gerçekten o albümü ister miydim bilemiyorum.

Son olarak da bu yarışmanın hemen arkasından gelen daha çok taze bir gelişmeyle J Band grubuna katıldım. İlk konserimiz 13 Aralık Pazar günü Kemer Country’deki Hanuka etkinliğinde oldu.

Cemaatimizde, çeşitli sanat kollarında yeteneği olan gençler için neler söylemek istersiniz?

Müzik ya da başka sanatsal konularda faaliyet gösterebilecek oldukça yetenekli arkadaşlarımız var. Dernekler aracılığıyla, bu arkadaşların bir araya getirilmelerini, gerek müzikaller, gerekse de tiyatro, dans, bale vs. gibi sanat kollarıyla, görsel sanatlardaki çeşitliliğin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu süreçler zarfında da, gençlerin yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olacak profesyonel kişilerce verilecek eğitimlerle, bu gençlerimizin desteklenmesini diliyorum.


Son olarak, müzik alanındaki hedefleriniz nedir?

Sanatçı olmak gibi bir hedefim yok. Hobi seviyesinde sahnede olmaktan büyük keyif alıyorum. İstediğim bazı çılgın hayaller var tabii. Bugün itibariyle, uzak gözükse de, bir gün, bir şekilde, bir stadyum ya da benzeri boyutta bir organizasyonda, on binlerin önünde şarkı söylemek isterim. Ayrıca, ufak girişimlerin dışında, üst seviyede bir enstrüman çalmaya eğitilmediğim için çok pişmanım. Belki ileriki yıllarda, çocuklarımda da bu konuda bir istek görürsem, onlarla birlikte bir piyano ya da gitar eğitimine başlayabilirim.

Ayrıca, bir gün, mutlaka, yaşım ne olursa olsun, çok profesyonel bir çalışma ortaya koyup, bir CD’de sesimi ölümsüzleştirmek ve bunu milyonlarla paylaşabilmek istiyorum. Bunun dışında, bir sinema filminin, dizinin veya reklamın müziğini seslendirmek de çok keyifli olacaktır. Aslında bu konuda, kendi iç dünyamda ilginç bir paradoks yaşıyorum. Belki bu sebepten dolayı, somut bir adım atmadım bu güne kadar. Bir yandan sesinizi kitlelerle paylaşmak istiyorsunuz, diğer yandan da, ‘özgürlüğüm bitmesin’ düşüncesi var. İki durumu da bir arada sağlayabileceğim bir projem var aslına bakarsınız, ama çok yakında değil de, ilk fırsatta diyelim…

Sahne deneyimleriniz arasında, hiç unutamadığınız anılarınız var mı?

1999 yılında Cemal Reşit Rey’de sahnelenen Yüzyıla Veda Konserinde, Galatasaray Üniversitesi Müzikal Kulübü olarak sanatçılara koro desteği verdiğimizi daha önce söyledim size. Ancak benim için unutulmaz olan, bu programda Burak Kut’un gecede söylemesi beklenen ‘Sunset Boulevard’ şarkısını, dinleyicilere sürpriz olması mahiyetinde, bana söylemem için teklif edilmesi olmuştur. Yetmiş kişilik bir senfoni orkestrası eşliğinde, yirmi iki yaşında bir genç olarak, bu parçayı Sezen Aksu, Kenan Doğulu gibi ünlü sanatçıların katıldığı bir protokol gecesinde ciddi bir kalabalığın önünde söyledim. fiarkının sonunda, salonu ayakta alkışlatmak, sanırım sahne anılarımın içinde en heyecan verici, en unutulmaz olanıdır. Bu deneyim, benim her zaman unutulmazlar listemde, en üst sıralarda yerini koruyacaktır.

İkinci anım ise, iki yıl önce İstanbul’a gelen dünyaca ünlü tenor Mario Frangoulis’i kuliste sıkıştırıp, meşhur parçası Vincero Perdero’yu, ayaküstü düet yapmaya ikna ettiğim gecenin anısıdır. O kısacık sürede bile olsa, büyük hayranlık duyduğum bir sanatçıyla yan yana, onun parçasını seslendirmek, unutamadığım bir anı olarak hatıralarıma kazındı.