Sürdürülebilir ve işlevsel yakınlaşma

Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Han, Türkiye – İsrail yakınlaşmasını iki farklı boyutta değerlendirdi.

Toplum
6 Ocak 2016 Çarşamba

Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkileri iki boyutta değerlendirmekte fayda var. Bunlardan ilki reel politik düzlem. İki ülkenin, dış politika, güvenlik, enerji ve ekonomi alanlarındaki stratejik çıkarları, ait oldukları ittifak ilişkileri, bu başlık altında değerlendirilmeli. Bu düzlem iki ülkenin ilişkilerinin üzerinde yapılandırılabileceği objektif ana zemini oluşturuyor. İkinci düzlem ise iki ülke arasındaki ilişkilerin psiko-sosyal boyutu. Bu ikincisinin önemi, orta/ uzun vadede iki ülkenin ilişkilerinin sürdürülebilirliğini belirleyen ana unsur olmasından kaynaklanıyor.

İlk düzlemde ilişkilerin en karanlık anında, örneğin Davos’ta veya Dökme Kurşun Operasyonu esnasında dahi, iki ülkenin çıkarları arasında ayrışmadan çok örtüşme söz konusuydu. Siyasi ilişkilerin dar bir boğazdan geçtiği son yıllarda, ticari ilişkilerin artışını bu gerçeklik üzerinden anlamlandırmak lazım. Bugün de durum farklı değil. Hatta güncel Ortadoğu konjonktüründe, iki ülkenin çıkarlarının, hem Türkiye - İsrail ilişkilerinin ikili tarihinde, hem de Ortadoğu’da herhangi iki ülkenin çıkarları arasında, zor rastlanır bir örtüşme içerisinde olduklarını söylemek lazım. Aklın ve nesnel değerlendirmenin bize gösterdiği bu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın basına yansıyan, ‘ihtiyaç’ temasını öne çıkaran sözleri de esasen anlamını burada buluyor. Doğu Akdeniz gaz kaynaklarından, Suriye savaşına Ortadoğu’nun bugününü ve geleceğini belirleyen bir dizi sorun, Türkiye - İsrail ilişkilerinin normalleşmesini hem gerektiriyor, hem de bu iki ülkenin birbirlerine ihtiyacını besliyor.

İkinci, psiko-sosyal, düzlemin hal ve etkileri bakımından analiziyse daha zor ve karmaşık. İlkin, özellikle Türkiye’de, kamu diplomasisi de dahil alanlarda, ikili ilişkilerin fazlasıyla iç politikaya malzeme yapıldığını göz önüne almak gerek. Bu durum Türkiye kamuoyunda mevcut İsrail algısını çok olumsuz yönde etkiledi. Siyasiler hem fazlasıyla taraf oldular, hem de bu olumsuz söylemlere ciddi siyasi sermaye yatırdılar. Bunlardan geri adım atmak kimileri için kolay olmayabilir. İkincisi, Türkiye - İsrail ilişkilerinde, İsrail - Filistin sorunu daima denklemin önemli bir belirleyicisi olmuştur. Ama iç siyasi söylemde ağırlığı hiç bu kadar büyük olmamıştı. Bu iki noktada kitlelerin duygusal dünyasına ve dalgalanmalarına fazlasıyla prim verilirken, ilk düzlemin konusunu oluşturan gerçekçi değerlendirmelerin kimi normatif ve sübjektif söylemlere nazaran ikincilleştirildiği, önemsizleştirildiği ve bunun da “doğru, erdemli ve vicdanlı” davranmanın gereği olarak sunulduğu bir dönem yaşandı. Bu dönem henüz bitmiş de değil ve reel politik düzlemi ciddi biçimde yıprattı. Bir yakınlaşmanın neticeye erdirilmesi açısından bu iki unsur birer risk faktörüdür. Ayrıca ve maalesef Türkiye kamuoyunda, belli ve belirleyici, kitleler için ‘İsrail’ ve ‘Yahudi’ tanımlamaları iç içedir. Mevcut söylemler bu ikisinin bu kesimlerde aynılaştırılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlantının bir türlü kopartılamaması ve mevcut ezberlerin siyasi malzemeleştirilmesi maalesef, benim “Türk tipi antisemitizm” diye tabir ettiğim, kendine has bir ötekileştirici söylemin, anomalinin, kamuoyunda yaygınlaşması sonucunu doğurmuştur.  Bunlar iki ülke arasındaki yakınlaşmanın önünde önemli engeller oluşturmakta ve böyle bir yakınlaşma mümkün olursa, bunun sürdürülebilirliği için daimi risk oluşturmaktadır.

Aklın gereği olan Türkiye - İsrail yakınlaşmasının iki ülke için sürdürülebilir ve işlevsel olması. İki ülkenin yakınlaşmasının ortaya çıkardığı reel potansiyel imkânların bütünüyle elde edilebilmesi için ikinci düzlemin, özellikle de bu sonuncu anomalinin ortadan kaldırılması lazım. Bunun için kültürel, sivil toplum temelli, akademik vs. adımların hızla atılması gerekir.

Bu bakımdan henüz mevcut yakınlaşmanın sonuca ulaşacağı yorumunu yapmak için erken, sürdürülebilirliği için konuşmak için ise çok erken. Söyleyebileceğimiz ilk düzleme ilişkin nedenlerle sağlam bir zeminin ve niyetin bulunduğu. Belirtmek lazım ki zemin hep oradaydı ancak şimdi niyetin de ortaya çıkması sonuca ulaşmak açısından çok önemli. Umarım ki aklın emrettiği çizgide buluşulur ve diğer meselelere ilişkin yeni kapılar açılır.