Ölüm üzerine duygu yüklü bir film

Nanni Moretti annesinin ölümünü anlattığı ‘ANNEM’de yas tutma temasının ustası olduğunu kanıtlıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
25 Kasım 2015 Çarşamba

Dört yıl önce film çevirirken ağır hastalanan annesinin son günlerini ‘Annem’de anlatan Moretti, ölümün ardından oluşan boşluğun, acı, kayıp ve ölüm temalarının hakkını veriyor. Yönetmen kız kardeşi üzerine kurduğu kurmaca öyküde, hayatımızda önemli bir yeri olan bir yakınımızın son günlerinde, hissettiklerimiz hakkında bizleri düşünmeye davet ediyor. İç dünyasını yansıtan içten ve esprili filmlerinden tanıyıp sevdiğimiz Moretti, ‘Annem’de dramla mizahı ustaca harmanlama başarısını gösteriyor. Ölüm olgusuna odaklanan bu film (Altın Palmiye kazandığı) ‘Oğul Odası’nı ve Haneke’nin ‘Aşk’ını akla getiriyor.

 

 

‘Yas tutma’ temasının ustası olduğunu Altın Palmiye ödüllü ‘Oğul Odası/La Stanza del Figlio’ (2001) ile kanıtlayan Nanni Moretti, dört yıl önce annesinin hastalığı sırasında ve ölümünden sonra yaşadıklarını ‘Annem/Mia Madre’de anlatıyor.

Ölümün ardından oluşan boşluğun, acı, kayıp ve ölüm temalarının hakkını veren Moretti, yakınının kaybının bir insan hayatındaki en önemli geçiş evrelerini, duygu yüklü bir sinematografi eşliğinde anlatıyor.

Evrensel bir konuyu ele alan film, yaklaşan ölüm karşısında aile bireylerinin davranışlarını mercek altına alırken, bir yakınımızın son günlerinde hissettiklerimiz hakkında bizleri düşünmeye davet ediyor.

‘Annem’in otobiyografik filmleriyle tanınan İtalyan ustanın en kişisel filmi olduğunu söyleyen eleştirmenler oldu.

Film bu yıl Cannes’da, “iyi yapılmış, insanın yitirdiklerinden yeni başlangıçlara uzanan yolculuğunu hassasça keşfeden, mizah yüklü bir yapıt” değerlendirmesiyle Ekümenik Ödülüne layık görüldü.

Moretti, Cannes’da “Habemus Papam gösterime girer girmez sonraki projem olarak ‘Annem’i düşünmeye başladım. Başrolü kendim için değil, kız kardeşimi oynayan Margherita için düşündüğümden, kadın bakışını yansıtabilecek iki kadın yazar ile senaryoyu yazmaya koyuldum. Annemin hastalığı boyunca tuttuğu günlüğü tekrar okumaya karar vermekle yola çıktım. Aslında bu iş gerçekten çok acı vericiydi” dedi.

Babası da öğretmen olan Nanni Moretti’nin annesi, üç yıl boyunca Roma’da Visconti Lisesinde, edebiyat, Yunanca ve Latince dersleri vermişti. Eski öğrencilerinin çoğunun, mezuniyetlerinden yıllar sonra annesini görmeye geldiğini anlatan yönetmen, filmini annesine ithaf etti.

Dört yıl önce film çevirirken annesinin son günlerinde yaşadığı tecrübeleri ‘Annem’e taşıyan Moretti, yönetmen kız kardeşi üzerine kurduğu kurmaca öyküde, aile içi çekişmeleri ince bir mizahla resmediyor.

FİLM İÇİNDE FİLM

Ergen bir kız, şahane bir anne, her şeye koşan fedakâr bir ağabey, bir de kendini beğenmiş Amerikalı film yıldızı…

Hayatı altüst olmuşken, kadın yönetmen Margherita (Margherita Buy) yeni filmini bitirmeye çalışırken, annesinin ölümcül bir hastalığa yakalanmasıyla duygusal açıdan yıkılmıştır.

Margherita, çalıştıkları fabrikayı işgal eden işçilerin anlatıldığı sosyal içerikli film projesinin gergin atmosferi ile boğuşurken, kızı bile büyükannesinin yaklaşan ölümünün daha makul karşılayabilirken, kendini iyice yetersiz hissetmeye başlar.

Kızı Margherita’yı yalnızca kendisini ve işini düşündüğü için bencillikle suçluyor. Hastaneye yaptığı ziyaretlerde annesini tam olarak tanımadığı bilincine varan Margherita’nın, bu durumu atlatması için önce kendisiyle hesaplaşması gerekecektir. Evliliğini sürdürememiş, set ve set dışında her şeyden şüphelenen, Amerika’dan gelen egosu şişik başrol oyuncusu Barry’nin (John Turturro) sayısız kaprisiyle boğuşmak durumunda kalan kadın yönetmen, yeni yetme kızının genç kızlığa geçiş sorunlarıyla da yüzleşmek durumundadır.

Ölüm olgusuna odaklanan, hüzünlü ve duygusal bir film olan ‘Annem’ benzer bir konuyu işleyen Michael Haneke’nin ‘Aşk/Amour’unu akla getiriyor.

Akdeniz’e özgü bir duyarlılık içinde Moretti, bizlere hayatımızda önemli yeri olan annenin kaybını anlatıyor. Olgunluk dönemini yaşayan yönetmen aile ile ilgili konulardaki ustalığını tekrar sergiliyor.

ÖLÜMLE BAŞ EDEBİLME

Rolünü ezberlemek yerine, kendini methetmeyi yeğleyen Amerikalı aktör sonunda doğru yolu bulacak, yönetmeninden özür dileyerek rolüne dört elle sarılacaktır. Moretti burada Turturro’nun şahsında sinema dünyasında sık rastlanan kaprisli oyuncuları hicvediyor. Sevgilisinden ayrılmış kız kardeşinin mesleki sıkıntılarını bilen, sakin, olgun, ağırbaşlı ağabey (Moretti), işinden izin alarak, bütün vaktini hastanede geçirerek, annesine son günlerinde yardımcı olmaya çalışacaktır.

Nanni Moretti, ikinci uzun metrajlı filmi ‘Altın Düşler/Sogni d’Oro’da alter-egosu Michele Apicella olarak bir yönetmeni canlandırmıştı. Film 1981 Venedik Film Festivalinde Jüri Büyük Ödülünü kazanmıştı. ‘Annem’de bu kez yönetmen rolünü (filmde kız kardeşini canlandıran) Margherita Buy’a teslim etmeyi uygun görmüş.

Ferzan Özpetek filmlerinden tanıdığımız Margherita Buy, kafası karışık kadın yönetmen rolünde, oyuncu kadrosunda öne çıkıyor. Daha önce Moretti’nin ‘İl Caimano’ ve ‘Habemus Papam’ filmlerinde oynayan Buy, zor bir rolün nüanslarını başarıyla aktarıyor.

Egosu şişik Hollywood aktörünü oynayan John Turturro, bilinen becerisi ve rahatlığıyla rolünün hakkını veriyor. Cannes’da 12 kez yarışmaya katılan Turturro, Coenlerin ‘Barton Fink’i ile En İyi Aktör seçilmiş, ertesi yıl ilk filmi olan ‘Mac’ ile Altın Kamera ödülünü almıştı.

Anne Ada rolünde, İtalya dışında pek tanınmayan Giulia Lazzarini, müthiş performansıyla, kendisinin her birimizin annesi olabileceği duygusunu veriyor.

 

‘MİA MADRE’

Yön: Nanni Moretti

Sen: N.Moretti- Francesca Piccolo- Valia Santella

Gör: Arnaldo Catşnarş

Kurgu: Clelio Benevento

Oyn: Margherita Buy- John Turturro- Nanni Moretti-Beatrice Mancini-Giulia Lazzarini

 

OTOBİYOGRAFİ USTASI

İtalya’nın son 40 yılına eleştirel gözle bakan, son derece kişisel (çoğu kez otobiyografik) ve muhalif tavırlı filmleriyle hayranlığımızı kazanan Nanni Moretti, komple bir sinemacı: aktör-yönetmen-senarist-yapımcı-işletmeci.

Moretti’nin, filmleriyle keskin bir felsefi çerçeve çizerek kendi türünün sentezini oluşturma yeteneği onun sık sık Woody Allen’le karşılaştırılmasına yol açmıştır.

Gençliğinde su topu oyuncusu, hızlı bir solcu, filmlerinde aşklarından, komünizmden, yendiği kanser hastalığından, sinema aşkından bahseden Moretti’yi, sosyal ve politik sorular sormaktan hoşlanan güçlü bir yönetmen olarak tanıyoruz.

Sinemasının özellikleri olan duygusallığı, ince mizah anlayışı, samimiyeti, içtenliği ve cesaretiyle Moretti’nin filmleri yalın, şiirli, hüzünlü ve etkileyicidir.

Beni en çok etkileyen filmi, İtalya’ya 23 yıl aradan sonra Altın Palmiye ödülünü getiren filmi ‘Oğul Odası/La Stanza del Figlio’dur. Neorealizm akımının ünlü ustalarının ölümünden sonra bir duraklama dönemine giren İtalyan sinemasının Cannes’da yüzünü güldüren son yönetmen Ermano Olmi idi.

Altın Palmiye getiren ‘Oğul Odası’nda Moretti, insanın başına gelebilecek felaketlerin belki de en büyüğü olan evlat acısını, yüreklere hitap eden duygulu bir tonla, melodramın tuzaklarına düşmeden anlatıyordu.

Moretti, Cannes’da ilk ödülünü (mizansen) aldığı ‘Sevgili Günlüğüm/Caro Diario’da, özel hayatında geçirdiği deri kanserinden sonraki kemoterapi sürecini anlatıyordu.

Berlusconi eleştirisi ‘Nisan/Aprile’ (1998) ve ‘Timsah/İl Caimano’ (2006), Vatikan’ı hicvettiği ‘Bir Papamız oldu/Habemus Papam’ (2011), yönetmenin iç dünyasıyla daha yakından tanışmamızı sağlayan dokunaklı filmlerdi.

Genç milli takıma seçilecek kadar iyi bir su topu oyuncusu ve komple bir sporcu olan Moretti, bu hasletini komünizm idealinin başarısızlığını itiraf eden ‘Kızıl Güvercin/Palombella Rosa’da (1989) gösterir.

Herkesin gözü önünde olmayı sevmediğini, gazetecilerle konuşmayı, televizyona çıkmayı reddettiğini, kendi aile çevresinde sakin bir hayat sürdüğünü bildiğimiz Moretti’yi Cannes’daki basın gösterimlerinden, sıcak ilişkiler kurmasını bilen, sevecen kişiliğiyle tanıyorum.

Alaycı, kışkırtıcı, eleştirel, benmerkezci üslubuyla, güldürmeyi ve ağlatmayı bilen, dramla mizahı ustaca harmanlayan filmleriyle Moretti, 40 yıldır ilgi çekmeyi sürdürüyor.

Yaşama coşkusunu, takıntılarını, kaygılarını, iç dünyasını neşeyle hüzün arasında gidip gelen bir sinema diliyle senaryolarına aktaran Moretti’yi, duyarlı, içten ve esprili filmleri İtalyan sinemasının en saygın isimlerinden biri yaptı.

Sanatçının hasletlerinden biri genç sinemacılara destek vererek onları yüreklendirmesi ve yol gösterici olması.