Kölenin şansı

Hikâyemiz, dürüstlük, tevazu ve gerçek bir güven duyma öyküsü. Hikâyenin kahramanları; sahibinin güvenini sonuna kadar hak eden bir köle ve babasının isteklerini asla sorgulamadan yerine getiren sadık bir oğul…

Sara YANAROCAK Kavram
18 Kasım 2015 Çarşamba

Selim, Şam şehrinde oturan çok zengin bir tüccarın oğluydu. Babasının en büyük zevki, oğlunun isteklerini sezinleyip, ona sağlamaktı. Çocuk da babasını, büyük bir sevgi ve saygı ile mutlu etmeye çalışırdı. İkisi birlikte çok mutlu bir aile yapısına sahipti. Nadiren ayrılırlardı ki, o vakit babası mecburi bir iş gezisinde olurdu. Adam işlerini çabucak halleder, hemen Şam’a oğlunun yanına geri dönerdi. Şehirde olduğu zaman, en büyük vaktini oğluna ayırırdı.

Her şeye rağmen, eğer babası şehir dışındaysa, Selim evlerinde yaşayan zenci köle Pedro’ya emanet edilirdi. Pedro iri ve heybetli bir adamdı. Kıyafetleri ve duruşu ile dikkatleri üzerine toplardı. Pedro çok sadık bir köle olup, Selim ile babasının en sağlam dostuydu.

Selim büyüyüp, delikanlılık çağına ulaştığı zaman, babası tahsiline devam etmesi için onu Yeruşalayim'e göndermeye karar verdi. Gerçi adama oğlundan ayrı kalmak fikri çok zor geliyordu ama oğlu için en iyi kararı verdiğinden emindi.

Bu haberi Selim’e vereceği zaman, çocuğun da bu karara gönülsüzce yaklaşacağını hissediyordu. Oğlan evden ayrılmak istemiyordu. Ayrılık vakti geldiğinde, Selim çok üzgündü ama gözyaşlarını içine akıttı ve cesurca, “Bu senin isteğin olduğu için, hayır demeyeceğim. Çünkü bunu benim geleceğim ve iyiliğim için arzuladığını biliyorum babacığım” dedi. Babası,

“Benim akıllı oğlum” diyerek onu sevgiyle öptü. Selim, “Pedro’yu da yanımda götürebilir miyim?” diye sorduğunda, babası, “Hayır, bu olanaksız oğlum. Seni herkesin içine şatafat ve zenginlik sergileyerek gönderemem. Sonra insanlar, senin ve benim sadece zenginlikleriyle övünen, budala kişiler olduğumuzu sanabilirler. Oysa bilgelik ve aklın zenginlikle hiçbir ilgisi yoktur. Onun içindir ki oğlum, bilgili ve olgun bir kişi olman için zenginliğe değil, aklına güvenmen gerekiyor. Seni bu büyük şehre, dünyanın bin halini öğrenmen, öz güvenini kazanmayı sağlaman için gönderiyorum. Böylece güvenilir ve sağlam bir kişilikle, yaşamdaki görevlerini yerine getirebilir ve mutlu bir adam olursun” dedi. Selim biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Ne de olsa babası onu ilk defa evden uzaklara gönderiyor, üstelik ilk defa onun istediklerine evet demiyordu. Ama yine de gururu okşanmıştı. Demek ki babası ona güveniyor ve yalnız gitmesine izin veriyordu. Boynunu büktü; “İsteklerin benim için emirdir babacığım” dedi.

Selim Yeruşalayim’e gitti. Babası ile vedalaşmak ona çok zor gelmişti ama şehre gidip yerleşince, oraya hemen uyum sağladı. Kendini ciddiyetle derslerine verdi. Kısa zamanda öğretmenlerinin gözdesi oldu. Çok dikkatli ve çalışkan bir öğrenciydi. Kendine yeni bir mutluluk kaynağı bulmuştu. Deneyimleyerek ve okuyarak öğrendiği bilgilerden müthiş bir keyif alıyordu. İnsanlarla çok güzel ilişkiler kuruyordu. Şehir çok ilginçti. Daracık sokakları, güzel yapıları olan antik bir kentti. Nedir ki yine de sıla hasreti çekiyordu.

Babasıyla düzenli olarak haberleşiyordu. Babasına günlük hayatını anlatan uzun mektuplar yazıyordu. Aradan bir yıl geçmişti. Selim bir gün tanımadığı bir el yazısıyla yazılmış bir mektup aldı. Kötü bir haber alacağını hissedermiş gibi, mektubu yırtarcasına açtı. Mektup babasının yakın bir dostundan geliyordu; “Sevgili dostumun çok değerli oğlu, şimdi sana vereceğim bu kötü haberi okurken, Tanrı’nın sana güç vermesini diliyorum. Bu acı görev ne yazık ki bana verildi. Tanrı senin aziz babanı yanına almaya karar verdi. O, artık cennete gitti. Burada, Şam’da büyük bir yas var. Şehir halkı, baban gibi şereşi, dürüst, fakir dostu, hayırsever bir adamı kaybetmenin acısını yaşıyor. Ama kederimiz, senin üzüntün ile elbette mukayese edilemez. Bizler her konuda bize destek olan ve akıl veren değerli bir dostumuzu kaybettik. Ama sen daha fazlasını kaybettin. Sen sevgili babacığını yitirdin. Şimdi biricik oğlu olarak, onun görevlerini devralmalısın. Senin acını hepimiz paylaşıyoruz. Seni sevgi ve şefkatle sarmalamaya hazırız. Gelişini sabırsızlıkla bekliyoruz. Burada seni bekleyen şereşi ve önemli görevlerin var. Bizler, babanın yakın dostları olarak, sana her şeyde destek olmaya hazırız sevgili Selim…”

Genç çocuk bu satırları titreyerek okuduktan sonra, yere oturdu. Sesini bile çıkaramıyordu, boğazı düğümlenmişti. Acıyla boynunu büktü ve katıla katıla ağlamaya başladı. Daha sonra ayağa kalktı, kendini toparladı. Dışarı çıkıp dönüş için gerekli olan hazırlıklarını tamamladı. Okula gidip öğretmenlerine ve arkadaşlarına veda etti. En son olarak, okulda ona ders veren rabbinin yanına gidip, “Sevgili öğretmenim, giderken,  bana öğrettiğiniz değerli bilgileri ve bilgelik konusundaki öğretilerinizi yanımda götürüyorum. Onlar her zaman rehberim olacaklar. Gerçi az bir zaman yanınızda kalabildim, her şeyi öğrenemedim. O zaman gerektiğinde size danışabilmek için lütfen Şam’a giderken bana eşlik etmenizi rica ediyorum” dedi.

Selim ve Rabbi Şam’a döndükleri zaman, büyük kalabalıklarla karşılandı. Herkes ona babasının büyüklüğünden ve bilgeliğinden söz ediyordu. Taziyelerin ardı arkası kesilmiyordu. Cenaze töreninden sonra, Selim babasının vasiyetnamesinin, avukatın, yakın dostlarının ve şehrin ileri gelen kişilerinin huzurunda okunmasını istedi. Avukat vasiyetnameyi açtı ve okumaya başladı.

Önce babasının mal varlığının listesi açıklandı. İnsanlar malların ve servetin miktarından etkilenerek saygı ve hayranlıkla mırıldanıyorlardı. Vasiyetnameyi okuyan avukat birdenbire, “Sanırım yanlış okudum, tekrar okuyacağım” diyerek inanmaz gözlerle elindeki kâğıtlara bakıyordu. Selim onu dürterek, “Okumaya devam et” deyince, adam alçak sesle okumaya devam etti “Ve şimdi, bütün mirasımı ömrünü bana adayan, sadık ve yakın dostum, zenci kölem Pedro’ya bırakıyorum”. Odadaki kalabalık, “Pedro mu?” diye bağırmaya başladı. Kapının ağzında ayakta, sakin ve kıpırtısız bir şekilde duran, iri kıyım, siyahî hizmetkâra hayret içinde baktılar. Köle bütün her şeyi duyduğu halde, hiçbir şaşkınlık veya sevinç gösterisinde bulunmamıştı. Selim şaşkınlığını gizlemeye gerek bile duymadan, “Nasıl olur? Bana hiçbir şey bırakmadı mı?” diye şaşkınla sordu. Kimseden ses çıkmadığını görünce kâğıtları eline alıp kendi okumaya devam etti: “Bu vasiyet gelecekteki maddeler için de geçerli olacak. Oğlum Selim bu vasiyeti okuduktan tam 24 saat sonra, bu yazdıklarım yürürlüğe girecek.”

Vasiyetin okunması bittikten sonra, konuklar birer ikişer dağılırlarken alçak sesle aralarında Selim için ne kadar üzüldüklerini fısıldaşıyorlardı. Hepsi de merhum tüccarın kaleme aldığı saçma sapan vasiyetnameyi eleştiriyordu.

Selim başına gelen bu darbeyle sersemlemiş vaziyetteydi. Babasının yakın dostuna ve Rabbiye ne düşündüklerini sordu. İkisi de kâğıtları tekrar tekrar okudular. Yazılanlarda ne bir hata ne de bir kuşku vardı. Tamamen normal ve aklı başında yazılmış bir vasiyetti. Selim acı içinde, “Babam budalaca bir hata yapıp -oğul ile köle- kelimelerini birbirine karıştırdı” derken, Rabbi, “Hiç de öyle gözükmüyor. Baban son derece kültürlü ve bilge bir adammış. Bence hüküm vermekte aceleci davranma ve düşünmeden yanlış hamleler yapma. Ben şimdi sana odana gidip, olayların üzerine yatıp, iyi bir uyku çekmeni tavsiye ediyorum. Yarın sabah bu bilmeceyi birlikte çözeceğiz” dedi.

Son derece öfkeli, kederli ve şaşkın olan Selim, yatağına yatar yatmaz çok derin bir uykuya daldı. Sabah uyanıp aşağıya indiği zaman, Rabbi’yi sabah tefilasını yaparken buldu. Duasını bitirdiği zaman Rabbi, Selim’e bakarak, “Günaydın Selim. Bu gün çok güzel bir gün. Güneş senin mutlu olman için parıldıyor sevgili oğlum” dedi. Selim o kadar umutsuz ve sıkıntılıydı ki, hiçbir yanıt vermedi. Rabbi’nin onun geleceği için beslediği umutları, hissettiği iyiliklerin farkına bile varmadı. Rabbi, “Ben bütün gece boyunca hiç uyumadım ve babanın vasiyetindeki sözlere kafa yordum. Sonunda vardığım kanı ise, senin babanın çok akıllı ve bilge olduğudur.” Selim bu sözleri onaylamayan bir jestle Rabbi’nin sözünü kesti. Rabbi ona aldırmadan konuşmaya devam etti: “Bence baban, buradan uzakta olduğun zamanda ölmesi halinde, senin buraya dönmenin gecikebileceğini düşünerek mallarını Pedro’ya bıraktı. Aksi halde o boşlukta evdeki hizmetkârlar, bozuk karakterli bazı tüccarlar varlığını talan edebilirlerdi. Senin tecrübesizliğinden ve gençliğinden kendilerine fırsat yaratabilirlerdi. Bence Pedro bu vasiyetten haberdardı ve tembihliydi. Çünkü yoksa baban vasiyetini bu şekilde hazırlamazdı. Sevgili Selim, sen aslında çok şanslı bir çocuksun.” Selim, “Anlayamıyorum” diye huzursuzca homurdandı. Rabbi, “Her şey çok açık ve net. Kısa zamanda sen de bunu anlayacak ve akıllı babana hak vereceksin. Sana bunu inanarak söylüyorum” dedi. Selim fikrini söylemedi ama kendisine söylenenleri kabul etti. Kendisi ve içine düştüğü sefil durum karşısında sesini çıkarmadı. Ama Rabbi’nin şöhretli zekâsı ve bilgeliği ile ona, babasının onu çok sevdiğini söylemesi üzerine, susup beklemeyi yeğledi.

Bütün şehir halkı, Selim’in babasının vasiyeti üzerine, ne yapacağını merak ediyordu. Selim onların umduğundan daha sakin görünüyordu. Rabbi de son derece sakin ve dingindi. Pedro yine kapı ağzında, itaatkâr ve duygularını açığa vermeyecek şekilde heykel gibi dikiliyordu. 24 saat sonra bir akşam önceki aynı topluluk ve avukat, yine çalışma odasında bir araya geldiler.

Selim ayağa kalktı ve sessizliği sağlamak için elini kaldırdı. Herkes susunca, “Babamın vasiyeti gereğince, şimdi herkesin önünde, onun mal dağıtımı istekleri uyarınca, onun tüm servetinin, zenci köle Pedro’ya bırakılmasını onaylıyorum” dedi. İşte o zaman herkes, babanın acayip vasiyetinin anlamını kavradı. Aslında muazzam servetin, gelecekteki gerçek sahibi Selim olacaktı. Selim daha sonra kapı ağzında kıpırdamadan duran Pedro’ya dönerek “Ve sen sevgili dostum, seni kölelikten azat ediyorum. Ömrünün geri kalan günlerini rahat ve huzur içinde geçirecek büyüklükte bir servete sahipsin artık,” dedi. Pedro ona doğru sevgiyle bakarak:

“Benim sana hizmet etmekten başkaca hiçbir dileğim yok. Tek isteğim, soylu babanın ayak izlerini takip eden, mutlu, akıllı ve bilge bir yetişkin olmanı görmektir. Başkaca hiçbir amacım yok” dedi.

Salondaki herkes mutlu ve tatmin olmuş bir ifade ile Selim ile Pedro’nun konuşmalarını ve sevgiyle kucaklaşmalarını izliyordu.

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories: Gertrude Landau/1919