Yaşamın ışığını yakalamak

The New York Boyer Foundation tarafından düzenlenen ‘Empire of Art’ sergisinde heykelleri dereceye girerek uluslararası ödül kazanan Süzet Fransez ile gerçekleşen hayallerini konuştuk.

Tamara PUR Sanat
28 Ekim 2015 Çarşamba

“Zaman gelecek/coşkuyla/ kutlayacaksın kendini varınca/kendi kapına kendi aynanda…”


İnanç yaşamın ışığıdır. Ve o ışığın coşkulu bir iç sesi vardır. Kimi zaman o iç sesi duymak için itici güce ihtiyaç olur. Bu süreç bazen yıllarını alır. Kavuştu mu insan kendi sesine, kendi gayretine, yaşamak o zaman anlamdır, sevdadır, aşktır. Süzet Fransez, The New York Boyer Foundation tarafından düzenlenen ‘Empire of Art’ sergisinde ‘Zenne, Sagacity, Automn’ adlı heykelleri ile ilk beşe girerek uluslararası ödül kazandı. Eserleri şu anda Akaretler Nişart Galeri’de sergileniyor. Fransez ile gerçekleşen hayallerini konuştuk

 

 

Heykele ilgin ne zaman ve nasıl başladı? Hayallerimizi gerçekleştirmede içimizden ve dış kaynaktan gelen bir sese ihtiyacı olur. Eyleme geçmek içinde bazen bir cümleye… 

Çok genç yaşımdan beri her çeşit hurda ilgimi çekerdi. Sokaklarda yürürken, ne zaman demir parçaları görsem yaklaşıp incelerdim. Hurdacılardan geçtiğim zaman, sanki saklı bir define bulacakmışım gibi dikkatle hurda yığınına bakar, ne aradığımı bilmeden uzun uzadıya incelerdim. Bir yandan da “sende eskici ruhu var” diye kendi kendime kızardım. “Bir gün hurdadan büyük bir heykel yapmayı isterim” diye ortalığa söyleyip dururdum. Bu anlattıklarım en az 20 sene evveline dayanır.

Günlerden bir gün Eti Behar, sanatçı Genco Gülan’ın atölyesine gittiğini, çeşitli sanat dallarında eğitim aldığını, istersem onlara katılabileceğimi söyledi. Sanıyorum en az 7-8 yıl önceydi. Derslere başladık. Bazı üniversite öğrencileri ve benim yaşlarda birkaç hanım vardı. Çok karlı bir günde, derse yalnız ben ve Hocam Genco geldi. Bir müddet bekledikten sonra, bana “boş durma heykel yap” dedi. Şaşkın şaşkın nasıl, hangi malzeme ile yapacağımı sordum. “Etraftaki her nesne heykel malzemesidir; bul ve yarat” dedi. Ben de bir aspiratör, bir antika ayna, askı ve kumaşlarla enstalasyon gibi bir ‘iş’ yaptım. Baktı, (şubat ayındaydık) “Mayısta karma sergimiz var katılır mısın” dedi. Düşünmeden “evet” dedim. Çılgınlar gibi hurdacılara koştum, malzeme topladım ve iki metre boyundaki heykelimle sergiye katıldım. Hayalim gerçekleşmişti ama devam etmemiştim. İşler güçler, bahaneler...

Yaklaşık dört sene evvel beni aradın. “Bir grup yapıyorum, heykel dersine gideceğiz” dedin. Ben ise “hiç vaktim yok” dedim, ama sen yılmadın ve beni aramaya devam ettin. Bugün heykel yapmamı belki biraz da sana borçluyum.

Sonunda dört hanım Eti Behar’ın atölyesine gitmeye başladık.

Hocamız önümüze bir büst koydu, bazı teknik bilgiler verdi ve çalışmalarımıza başladık. Bir ders, iki ders, üç ders derken ben büstten, büst de benden sıkıldı. Bir ara atölyenin içindeki depoya girdim. Kendimi çeşit çeşit teller, borular, hurdalar içinde buldum. Kalbim küt küt atmaya başladı. ‘Eskici’, beklenmedik bir kaynak ile karşı karşıyaydı.  Eti’ye gidip bu malzemeleri kullanma izni aldım ve hemen yaptığım işe teller bağladım, borular soktum. Kendimden geçmiş gibiydim. Bir ara Eti’ye baktım, “ Burada garip şeyler yapıyorum” dedim. O da bana “Ruhun seni nereye götürüyorsa oraya git’’ dedi. Ben de ruhumun peşine düştüm...

Hatırlıyorum, yaramaz çocuklar gibi malzemeleri karıştırıp yeni bir model yarattığında çok mutlu olurdun. Biz de aykırılığına şaşar, merakla sonucu beklerdik. Bu işi çok benimsemiştin.

Evet, yıldırım aşkı oluverdi. Kil ile çalıştıkça, ellerim bu işi sever oldu. Toprak, yumuşak iken sizinle beraber ilerleyen, sert iken size direnen ve sonrasında dökülen bir malzeme. Islak toprak, adeta katı bir su gibi ellerinizle beraber yön alıyor, sürüklüyor, kıvrılıyor ve beyniniz ellerinizle bütünleşip sonunu bilemediğim bir yolculuğa çıkıyorlar. Durdukları zaman heykel bitmiş oluyor, ben de yaptığımı ilk defa görmüş oluyorum. Ellerimle çalışırken iç organlarım heyecanlanıyor, sonunda da beynim. Her seferinde yeni bir yolculuğa çıkıyorum sonucu merakla bekleyerek...

Kil ile çalışmak, işin kalbini oluşturuyor; sonra bitmiş heykelin kalıbı çıkarılıyor ve bronza dökülüyor. Sonra siz parlatıp, isterseniz renklendirebiliyorsunuz.

Nerelerden ilham alıyorsun en çok, nasıl besleniyorsun?

Birey ne olursa olsun, bir konuya odaklanmaya başladığı zaman, duyuları yeni algılar geliştirmeye başlıyor. Sanki o güne kadar görmediğiniz nesneleri fark eder oluyorsunuz. Algılarınıza ulaşan sayısız imaj, kırık bir taş, ilginç bir bina, bir tablo, kaza geçirmiş bir araba, yıkık bir sur, bir fotoğraf, devrilmiş bir ağaç, delinmiş bir çöp bidonu, dizayn bir iskemle, çiçekler, meyveler vs, vs... Her şey sizin için ilham malzemesi olabilir. İlham gelince benliğiniz değişik bir evre yaşamaya başlıyor. Bu durumda, ilginç görünen her şeyi beyine kayıt etmeye başlıyor ve arkasından da zevk alma yetiniz gelişiyor. Bu zevkler de yaratıcılığın altyapısını oluşturuyor. Zevk aldıkça yaratıyor, yarattıkça daha çok zevk alıyorsunuz. Gerçekleştirebilir miyim bilmiyorum ama, sanki oturursam yüz yeni heykel yapabilirmişim gibi geliyor.

Ödüle giden serüvenini anlatır mısın? Hiç böyle bir ödülle karşılaşacağını düşünmüş müydün?

Ödüle giden yol oldukça komik diyebilirim. Temmuz ayında arkadaşlarla Bozburun’da ‘Miamai’ otelindeydik. Bir akşam bir arkadaşım barda bir beyle koyu bir sohbete girişti, kulak misafiri olduğum konuşma esnasında bu bey, kız kardeşinin Washington’da bir sanat galerisi olduğunu anlatıyordu. Ben de pasif dinleyiciden aktif sohbete geçtim. Kardeşiyle tanışmak istediğimi söyledim, e-mail adresini aldım. Profesyonel bir fotoğrafçıya yeni çektirdiğim 26 bronz heykelimin resimlerini bu galeriye yolladım. Bir hafta sonra cevap geldi. “These sculptures are amazing...”  diye başlayan e-mailde, hiç zaman kaybetmeden New York’taki uluslararası yarışmaya katılmamı söyledi. Fotoğraflar hazırdı. Yarışmaya başvuru 31 Ağustos’ta sona eriyordu, 28’inde üç adet seçip yolladım. 

10 Eylül’de çok güzel bir cevap geldi. Sofistike bir paragraftan sonra ödül kazandığımı, uluslararası ilk beşe girdiğimi yazıyordu. Böyle bir sonucu hiç beklemediğim için, bir ödül kazandığımı anlamam zaman aldı. Aldığım yanıtı hemen Washington’daki galeri sahibine yolladım. “Ben, kazanacağından emindim” dedi.

“Şans, hazırlıkla fırsatın karşılaştığı köşe başıdır” demiş bir Rus atasözü; benimki de öyle bir şey sanki...

Bu ödül sana neler kazandırdı? 

Neler kazandırdığını tam olarak bilemiyorum, zaman içinde idrak etmeye başlarım belki. Böyle bir ödül de beklemediğim için, hayalim gerçekleşti de diyemiyorum ama hayal kurma ve hayallerime devam etme şevki geldi. Bir ödül almanın en önemli yararı motivasyon. Her yaptığımı kendi iç dünyama bir artı eklemek için yapıyorum.

Şu ‘kendini sevme’ konusu var ya, hani çok moda olan... Bana anlamsız bir konsept gibi gelirdi, çünkü bizim nesle kendimizi sevmenin bir erdem olduğu öğretilmedi. Kendini sevmenin anlamının, “kendini memnun etmek” olduğunu sanıyorum. Başkasını memnun etmeye çalıştığınız gibi... İnsan sevdiği bir şeyi yaptığında, kimyası değişiyor galiba. İçimizdeki sıvılar, tortularından arınmış bir şekilde daha berrak akıyorlardır diye düşünüyorum. Bunun ‘ikramiyesi’ de daha sağlıklı ve enerji dolu bir yaşam. Ben de, kendimi fazla ciddiye almadan, kendimi sevmeye çalışıyorum. İnsanları seviyorum ve kendimi sevdikçe etrafıma daha da fazlasını verebileceğimi düşünüyorum. Benim için bu bir mutluluk yoludur, diye hissediyorum. Bu ruh durumuna erişmek en büyük hayalimdir.

Kaç yaşında olursak olalım başlamak için her gün yeni bir gündür diyebilir miyiz?

Her gün zaten yeni bir gündür, yaş ise bir rakamdan başka bir şey değil. Konfüçyüs’ün çok beğendiğim bir sözü: “Her gününü, hem hayatının ilk günü gibi, hem de yarın ölecekmiş gibi yaşa.”

Sabahları uyandığımızda kendimizi projelerle heyecanlandıracağımıza, yaşınızı göz önünde tutarak program yapıyorsanız kendinizi tek düze ve sıkıcı bir hayata teslim etmiş oluyorsunuz. Projeler ayağınıza gelmez, siz yaratacaksınız, çok yaratacaksınız ki, hiç olmazsa azını yapasınız.

Bundan sonraki projelerin neler?

Heykele devam etmek, yeni malzemeler arayışına çıkmak, yurt içi ve yurt dışı sergilere katılmak… Şimdilik heykel, hayatımda bir yenilik yarattığı için ona konsantre olmaya çalışıyorum. Odağımı dağıtmak istemiyorum. En çok istediğim, şu anda yaptığım işi geliştirmek, ilerlemek.

“Zaman geldi/coşkuyla kutla artık kendini /kendi kapında /kendi aynanda

Şarap sun/Ekmek sun/Yüreğini sun, yüreğine/ yaşadığın müddetçe.”