Filmekimi’nde öne çıkanlar

Sonbaharın mini festivalinde İKSV, yılın uluslararası festivallerinde dikkati çeken filmlerden yaptığı seçkiyi sinemaseverlere sunuyor. 3 Ekim’de başlayan festival, 11 Ekim’e kadar devam edecek. Filmekimi programında toplam 46 film var.

Viktor APALAÇİ Sanat
7 Ekim 2015 Çarşamba

Sonbaharın mini-festivalinde İKSV, yılın festivallerinde dikkati çeken filmlerden yaptığı seçkiyi sinemaseverlere sunuyor. Bu yazımızda dördü Amerikan, altısı Fransız, üçü İtalyan, dokuzu muhtelif ülkelerden gelen filmlere kısaca değineceğiz. Filmekimi’nin en başarılı filmi olan, Macar Laszlo Nemes’in ‘Saul’un Oğlu’ndan ise filmin vizyona girdiği hafta söz edeceğiz.

Sinema sezonunun İstanbul’daki ilk film festivali olan Filmekimi 3 Ekim’de başladı. 11 Ekim’e kadar devam edecek olan mini-festivalin programında 46 film var.

Bu yazımızda Filmekimi’nin öne çıkan bazı filmlerinden bir seçki yapacağız. Filmleri ülkelerine göre gruplayacağız.

FİLMEKİMİ’NİN DÖRT AMERİKAN FİLMİ

Eleştirmenlerin son Cannes Film Festivali’nde favori gösterdikleri Todd Haynes’in ‘Carol’u, Rooney Mara’nın En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile yetinmek zorunda kaldı.

Amerika’nın savaştan çıktığı 1950’li paranoya yıllarında, tabu bir konu sayılan lezbiyenlik hakkında bir roman yazmak ancak Patricia Highsmith ayarında bir yazarın cüret edebileceği bir meydan okumaydı. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı romanda, kadın yazar, değişik çevrelerden gelen iki kadının beklenmedik aşk ilişkilerine odaklanıyor.

Tezgâhtarlık yapan ve başka bir hayat düşleyen Therese ile yürümeyen evliliğinden bunalmış çekici burjuva Carol, tanıştıktan sonra birbirlerine iyice bağlanırlar.

Todd Haynes’in atmosfer yaratmadaki başarısı, filmin olağanüstü sanat tasarısı, iki başrolün mükemmel performansı ‘Carol’u yılın en çok övülen filmleri arasına soktu.

12 filmle Cannes Film Festivali’ne yarışma dışı katılma rekorunu elinde bulunduran Woody Allen’in ‘Mantıksız Adam/Irrational Man’i dünya prömiyerini Cannes’da yaptıktan sonra, Türkiye’de ilk kez Filmekimi’nde izleyici karşısına çıktı.

Mizahi yaklaşımlı suç ve cinayet filmlerine meylini bildiğimiz sanatçı, bu son filmiyle polisiye soslu bir romantik komediye imzasını atıyor. Yaşama arzusunu yeniden kazanmak isteyen felsefe profesörü, alkolik ve kadın düşkünü Abe, yeni tayin edildiği Newport’taki üniversitede tanıştığı iki kadınla hayatına renk katar. Alfred Hitchcock filmlerini aratmayacak bir olay örgüsüne sahip film kusursuz bir cinayet işlediğini düşünen Abe’in polisin bulamadığı cinayet delillerine bu iki kadının ulaşmasıyla sarsıldığını anlatıyor.

Genç Meksikalı Michel Franco’nun yönettiği, senaryosunu yazıp kurguladığı, Hollywood yapımı filmi, ‘Kronik/Chronic’ Cannes’dan En iyi Senaryo Ödülü ile ayrıldı.

Tim Roth’un canlandırdığı bir erkek hemşire, filmde bir bakımevinde ölüm döşeğindeki hastalara son günlerinde eşlik ediyor. Özel hayatında başarısız, yalnız ve asosyal bir erkeğin duygusal açıdan tükenişini anlatan film, etkileyici ve keskin bir dram.

Altın Palmiyeli ‘Hayat Ağacı’ ve ‘Aşkın İzleri’nden sonra gizemli yönetmen Terrence Malick’in ‘Knight of Cups’in ilk gösterimi Berlin Film Festivali’nde yapıldı. Kendi hayatının boşluğu ve anlamsızlığından dolayı umudunu kaybeden bir senaryo yazarının öyküsünün prestijli bir oyuncu kadrosu var: Christian Bale, Cate Blanchett, Natalie Portman, Antonio Banderas, Freida Pinto.

FESTİVALDEKİ ALTI FRANSIZ FİLMİ

Filmekimi’ndeki Fransa gövde gösterisinde Cannes’dan Altın Palmiye ödüllü ‘Dheepan’, En İyi Erkek Oyuncu ödüllü ‘İnsanın Değeri’ gibi prestijli ve etkileyici filmler var.

Hiç kimsenin favori olarak görmediği ‘Dheepan’ ile Jacques Audiard son yılların en büyük sürprizini yaptı. Senaryosunu Thomas Bidegain ile birlikte yazdığı bu en politik filminde Audiard, Sri Lanka’daki bağımsızlık için savaşan Tamil Kaplanları örgütünün bir savaşçısının Fransa’daki mültecilik günlerine odaklanıyor. Bir kadın ve bir kız çocuğuyla Paris’e (bir aileymiş gibi) gelen Dheepan, kapıcı olarak çalıştığı bir sitede gündelik şiddetle ve ailevi meselelerle uğraşmak zorundadır.

Evvelce çok yapılmış göçmen sorununu işleyen bir film yapmaktan kaçınan, merkezine ‘insan’ı alan Audiard, göçmenlerin Batı’ya bakış açısını sergileyip yorumluyor.

Stéphane Brizé’nin ‘İnsanın Değeri’ iki yıldır işsiz olan 51 yaşındaki Thierry’nin bir süpermarkette güvenlikçi olarak işe girmesinden sonra yaşadığı ikilemi anlatıyor. Günümüzün en büyük sosyal sorunlarından biri olan işsizlik sorununu insani açıdan mercek altına alan filmin bütün sahnelerinde Vincent Lindon’u izledik. 55 yaşındaki Fransız Yahudi’si aktör harikalar yarattığı bu rol ile hayatının ilk ödülüne ulaştığını (Cannes basın toplantısında) söyledi.

‘Aşk Vadisi/Valley of Love’da Guillaume Nicloux, karı koca kahramanları (İsabelle Huppert-Gérard Depardieu) ile bizleri ABD’deki ‘Ölüm Vadisi’ne götürüyor. Eskiden evli, uzun zamandır görüşmemiş kahramanlarımız, altı ay önce kendini öldürmüş oğullarından bir mektup alırlar.

Tekrar bir araya gelen ikili, durumun tuhaflığını göz ardı edip Ölüm Vadisi’ndeki yedi durağa uğrayıp, oğullarının talimatlarını yerine getirmeye karar verirler.

Fransız sinemasının en aykırı yönetmenleri arasında yer alan Michel Gondry, ‘Microbe ve Gasoline’de bizleri Versailles’da geçirdiği çocukluk günlerine götürüyor. Ev yapımı bir karavanla Fransız taşrasını kat eden iki ergenin, tatlı bir fantezi havasındaki büyüme hikâyesinde, yolda bir sürü macera ve çılgın tiple karşılaşırız.

Filmlerinde müziğe verdiği önemle tanınan Xavier Giannoli ‘Marguerite’te detone bir sopranonun komik öyküsünü anlatıyor.

Alice Winocour’un ‘Darmadağın/Maryland-Disorder’ı karanlık işler çeviren Lübnanlı zengin bir işadamının güzel karısını koruması içim tutulmuş bir Fransız askerinin hikâyesini anlatıyor. Cannes’da yarışan bu psikolojik gerilimde Diane Kruger ve Matthias Schoenaerts başrolleri paylaşıyor.

BİRİ KÖTÜ ÜÇ İTALYAN FİLMİ

Otobiyografik filmleriyle tanınan İtalyan usta Nanni Moretti, Cannes’da Kiliseler Birliği Ödülü’nü kazanan filmi ‘Annem/Mia Madre’de, anneleri ölümcül bir hastalığa yakalanmış iki kardeşin hikâyesini anlatıyor.

Kendi annesinin, dört yıl önce film çevirdiği bir sırada hastalanıp ölmesini hatıra defterine kaydeden Moretti, iki kardeşten birini oynuyor. Film çevirmekte olan yönetmen kız kardeşi, yaratıcılara has sinir krizlerini atlatmaya çalışırken, hastanede yatan annesinin son günlerine tanıklık ediyor.

Ölüm üzerine duygu yüklü filmi, Altın Palmiyeli ‘Oğul Odası’ndan 14 yıl sonra Moretti, evrensel konulu ‘Annem’ ile hayatımızda önemli bir yeri olan bir yakınımızın son günlerinde, hissettiklerimiz hakkında bizleri düşünmeye çağırıyor.

‘Muhteşem Güzellik’ ile Roma’ya bir aşk mektubu yazıp Oscar’a uzanan Paolo Sorrentino, ‘Gençlik/Youth’ ile bizlere sanat, sinema, başarı, cinsellik ve aşk üzerine tespitler yapıp, ilginç şeyler söylüyor. İsviçre Alplerinin eteklerinde lüks bir otelde geçen konusuyla film, her yıl tatillerini burada geçiren emekli müzisyen Fred ile vasiyet-filminin senaryosunu yazan Mick ve otel sakinlerinin öyküsünü anlatıyor. ‘Gençlik’ dediğine bakmayın, üç başrolde oynayan Michael Caine 82, Jane Fonda 78, Harvey Kietel 76 yaşında. Üçü de muhteşem oynuyor.

Filmekimi programındaki hemen unutmak istediğim film Cannes’dan iki kez Jüri Büyük Ödülü ile ayrılmış İtalyan usta Matteo Garrone’nin son filmi olan ’Bir Varmış, Bir Yokmuş/Tales of Tales’i. Barok ve fantastik bir dönemde geçen konusuyla film, büyücülerin, perilerin, korkunç canavarların, öcülerin, hokkabazların, cariyelerin dünyasından birkaç masal anlatıyor. Garrone’nin şanına yakışmayan kâbus gibi bir film.

BİRER CÜMLE İLE  DOKUZ FİLM

 Cannes’da bu yıl Belirli Bir Bakış Bölümü Ödülünü kazanan İzlanda filmi ‘İnatçılar’ birbirleriyle 40 yıldır konuşmayan, koyun yetiştiricisi iki kardeşin ilginç öyküsünü anlatıyor. Kaliteli bir film.

 Modern Çin toplumunu anlatan seviyeli filmlerinden tanıdığımız Jia Zhang-Ke ‘Dağlar Uzaklaştığında’da, 1990’da başlayıp yakın bir geleceğe(2025) uzanan  üç bölümlük bir öykü ile Çin’in ekonomik ve toplumsal dönüşümünü ele alıyor.

 Terk edilme, sevilen birinin kaybı, ölüm gibi temalı filmleriyle Japon toplumunu anlatan Kore-Eda Hikorazu ‘Küçük Kız Kardeşim’ ile yıllardır görmedikleri babalarının cenazesinde, üvey kız kardeşlerini tanıyan üç yetim kız kardeşin duygusal öyküsünü anlatıyor.

 Cannes’da Jüri Ödülü kazanan Yunanlı Yorgos Lanthimos’un ‘The Lobster’ı hazmı zor bir bilim-kurgu filmi. Hiç ısınamadım.

 Norveçli Joachim Trier ‘Sessiz Çığlık’ta ölen bir kadın fotoğrafçının ardından ailesinin yaşadığı düş kırıklığını ve dramı anlatıyor.

 ‘Son Efsane’de İngiliz usta Stephen Frears, Tour de France’ı yedi kez kazanan Lance Armstrong’un yükselişini ve düşüşünü izliyor.

 Şilili Pablo Larrain Oscar’lı ‘No’nun ardından yaptığı ‘The Club’ ile Berlin Jüri Ödülü’nü kazandı. Sert eleştiri ile mizah el ele.

 Naomi Kawase’nin ‘Umudun Tarifi’ Japon sanatçının son yıllarındaki başarılarını unutturan zayıf bir film.

 Filmekimi’nin en kaliteli filmi Macar Laszlo Nemes’in ‘Saul’un Oğlu’  için ne yazık ki yerim kalmadı. Vizyona çıkmasını bekleyeceğiz.