D-Marin Turgutreis 11.Uluslararası Klasik Müzik Festivali
Klasik müziğin gelişimine katkıda bulunmak, Türkiye’nin turizm merkezlerinden Bodrum’da yerli ve yabancı ziyaretçileri klasik müziğin evrensel değerleri çerçevesinde bir araya getirmek amacıyla Doğuş Grubu kurucu destekçiliği ile 2005 yılından bu yana düzenlenmekte olan D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, 11.yılını kutluyor.
On yıldır D-Marin Turgutreis’te düzenlenmekte olan etkinlik, bir marinada düzenlenen ilk ve tek klasik müzik festivali. Klasik müziğin daha çok dinleyiciye ulaşmasını, Türk sanatçıların yabancı sanatçı ve orkestralarla buluşarak dünya çapında çalışmalar üretmesini hedefleyen, çok sayıda ünlü soliste, bir o kadar da ünlü orkestraya ev sahipliği yapan, 3500’ü aşkın sanatçıyla 160 bini aşkın müziksevere ulaşmış olan festival, kısa geçmişine karşın, küçük bir yöresel etkinlik değil; beşinci yılından beri Avrupa Festivaller Birliği EF’ya kabul edilmiş önemli bir uluslararası organizasyon.
Saat 19.00’da marinanın küçük amfitiyatrosunda izlenen Gün Batımı Konserleri’nin keyfine bu yıl Gün Doğumu Konserleri de eklenerek, büyüleyici deniz manzarasında güneşi karşılayacak müzikseverlerin, klasik müziğin zevkine gün doğumunun etkileyici atmosferiyle varmaları da sağlanmış. Festivalin bir diğer ilki de marinanın dışına çıkılarak Bodrum’un simgesi Bodrum Kalesinde düzenlenen özel konser.
21.00’de başlayan gece konserleri marinanın çekçek bölgesinde gerçekleşiyor. 3000 kişinin rahatça oturtulabildiği dörtgenin bir kenarına büyük bir sahne kurulmuş. Sahne her yerden görülse de, kocaman orkestralar bile arka sıradakiler için mikroskobik boyutlarda kalıyor. Orkestranın ve solistlerin seslerinin de her tarafa ulaşması kolay değil. Burada imdada üst düzey teknoloji yetişiyor. Birkaç kamera ile çekilen canlı konser görüntüleri mekânın sağ ve solundaki iki dev perdeye yansıtılıyor. Müziği iyi bilen görüntü yönetmenlerinin elinden çıkan, sadece solistleri değil, orkestra içindeki mini soloları dahi değerlendiren çekimler gerçekten başarılı. (Açılış konserinin müthiş klarinet & fagot dörtlüsünü ve ‘yeni dünyadan’ senfonisinin olağanüstü üflemeli ve madeni nefesliler gruplarını bu görüntüler sayesinde keşfederek burnumuzun dibindeymişçesine izleyebildik). Gelişmiş ses düzeni, canlı müzik kalitesi bozulmadan, en arkadaki izleyicinin bile konserin içine girmesini sağlıyor. Önlerde ve özellikle hoparlörlere yakın oturanlar için seslerin yankılanması, çınlaması, az da olsa, ortaya çıkmıyor değil. Teknolojilerin durmaksızın geliştiği çağımızda, bu kadar büyük mekânlarda bile sesleri hiç bozulmadan izleyicilere aktarabilecek sistemler artık mevcut.
Rus Ateşi
11. D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, açılışını, 15 Ağustos gecesi Şef Charles Dutoit yönetimindeki İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın konseriyle yaptı.
1946’da Sir Thomas Beecham tarafından kurulan, her besteciyi kendi stilinde mükemmel yorumlamasıyla ün yapan Royal Philharmonic Orchestra, İngiltere’nin en köklü müzik kuruluşlarından biri. 2009’dan beri orkestranın birinci şefi ve müzik direktörü olan, günümüz orkestra dünyasının yaşayan efsanelerinden 1936 Lozan doğumlu Charles Edouard Dutoit, Avrupa, Japonya, Çin, Kuzey ve Güney Amerika ile Avustralya’da sayısız konser yönetmiş, 200’ü aşkın ses kaydının altına imzasını atmış. Beş kıtada saygı gören, genç nesillerin eğitimine de hassasiyet ve özveriyle yaklaşan Dutoit, Türkiye’ye ilk kez geliyor.
Açılışın ‘Rus Ateşi’ olarak adlandırılan programının başında, dünyaca ünlü kemancımız Ayla Erduran’a, Yaşam Boyu Başarı Ödülü takdim edildi.
Ardından orkestra, Rus piyano geleneğinin genç temsilcilerinden Denis Matsuev’le birlikte Sergey Rahmaninov’un Do minör op.18 no 2 Piyano Konçertosu’nu seslendirdi.
Denis Leonidoviç Matsuev, piyano hocası bir anne ile piyanist ve besteci bir babanın oğlu olarak 1975 sonlarında İrkutsk (Sibirya)’da doğmuş. İlk piyano derslerini babasından alan genç piyanist 23 yaşındayken 11. Çaykovski yarışmasını kazanmış. 19. yüzyıldan bugüne dek sayısız virtüöz çıkartan Rus piyano ekolünün günümüzdeki en göz kamaştırıcı temsilcisi, ‘Çağımızın Horowitz’i’ olarak tanımlanan Matsuev’in, konser kariyerinin paralelinde aktif bir toplumsal yaşamı da var. Birçok ulusal ve uluslararası müzik festivalinin kurucusu ve/veya yöneticisi olan Unesco iyi niyet elçisi Matsuev, şimdiye kadar 10.000’i aşkın yetenekli çocuğun ve gencin profesyonelliğe adım atmasını desteklemiş olan New Names Vakfının da başkanı. Sergey Rahmninov Vakfı’nın, 2008’den beri, bestecinin torununun davetiyle, sanat yönetmenliğini yapan Matsuev, 2013’den beri vakfın müdürlüğünü de üstlenmiş. Geç Romantik Rus müziğinin önde gelen temsilcisi Rahmaninov’un eserlerine getirdiği yorumlarla büyük beğeni kazanan sanatçı, bestecinin az bilinen eserlerini Rahmaninov’un Lucerne’deki villasındaki piyanosunda seslendirmiş ve kaydetmiş.
40 yaşını henüz doldurmayan piyanist, gürbüz çocuk tavrıyla, ünlü konçertonun alışılmadık şekilde solo piyanonun çan sesini anımsatan akorlarına dokunur dokunmaz, benzersiz bir yorumla karşılaşacağımız belli oldu. Tutkulu birinci bölümün ardından, piyano yazınının en duygulu ve en güzel ağır bölümlerinden biri olan ikinci bölümü cüssesinden beklenmeyen bir zarafetle yorumlayan Matsuev, hırçın, enerjik ve gösterişli finali, koca piyanoyu sarsmaktan çekinmeyerek olağanüstü bir güçle seslendirdi. “Bis’te ne çalacağıma tabureye oturduğum an karar veririm” diyen Matsuev, fazlasıyla hakedilmiş coşkulu alkışlara karşılık vermek için tekrar piyanosunun başına geçtiğinde karşımıza olağanüstü bir caz piyanisti olarak çıktı. Caza “Klasik müzik eşim, caz ise sevgilim” diyecek kadar tutkuyla bağlı Matsuev’in, değme cazcılara taş çıkartacak düzeyde olağanüstü doğaçlamalarla zenginleştirdiği uzun bis parçasından sonra daha da coşkulu bir tezahüratla uğurlandı.
Aradan sonra orkestra, Çaykovski’nin, 5. Senfoni’sini seslendirdi. İlginç bir döngüsel yapısı olan 4 bölümlü eserin her bölümünde yinelenen ana tema, ilk bölümde trajik ve matemli bir karakterde ortaya çıkar ve her bölümde değişime uğrayarak son bölümde bir zafer marşına dönüşür. Girişte kaderin yazgısına tamamen boyun eğerek kabullenmiş görünen Çaykovski eseri, kaderi yenilgiye uğratacakmışçasına muzaffer bir tempoda sonlandırır.
Dutoit’nın müzik dünyasında neden ‘altın kulak’ olarak tanımlandığı senfoninin ilk mezürlerinden bile anlaşılıyordu. Orkestradan çıkmasını istediği sesi kolayca elde edebilmesini sağlayan benzersiz yeteneğiyle şef, orkestrasından olağanüstü bir yorum elde etti. Dinmek bilmeyen alkışlara kısa bir ‘bravura’ parçasıyla, Bizet’nin L’Arlesienne Suiti’nin ilk bölümüyle cevap verdi.
Yeni Dünyadan Yeni Sesler
Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın ‘Yeni Dünyadan Yeni Sesler’ başlıklı ikinci konserinde Charles Dutoit yönetimindeki topluluk ilk olarak, günümüzün en büyük kemancılarından, New York Times’ın “Yetenekleri o seviyede ki insan doğanın gizemlerine hayret ediyor” dediği Sarah Chang’la birlikte, Jan Sibelius’ün Re minör, op.47 Keman Konçertosu’nu seslendirdi.
1980 sonlarında Philadelphia’da doğan, Koreli bir ailenin üstün yetenekli çocuğu Chang’ın, annesi besteci, babasıysa ilk keman öğretmeniydi. Zubin Mehta ve Ricardo Muti önünde verdiği sınavlarda olağanüstü başarı göstererek ilk kez New York Filarmoni’de solist olarak çaldığında sadece 8 yaşındaydı. Harika çocuk büyüdüğünde günümüzün en ünlü kemancılarından biri oldu. Dünyanın önde gelen orkestraları, şefleri ve piyanistleriyle çalışmış olan, 2004’te Olimpiyat meşalesini taşıyan, 2006’da Newsweek dergisinin En Güçlü 20 Kadın listesinde yer alan Sarah Chang’ın Maris Jansons yönetimindeki Berlin Filarmoni Orkestrası ile kaydettiği Sibelius’un keman konçertosu, müzik eleştirmenlerince harikulade bulunmuştu.
Sibelius’ün 1904’de bestelemiş olduğu ilk ve tek keman konçertosu solistinden olağanüstü virtüözite isteyen, özellikle üçüncü bölümünün teknik zorluklarıyla keman için yazılmış en zor eserlerden biri, belki de en zorlusudur. Bizim gibi eseri Sarah Chang’dan canlı olarak dinlemiş olanlar sanırım harikulade değerlendirmesini son derece yetersiz bulmuş, bu olağanüstü dinletinin yaşamlarının önemli müzik olaylarından biri olduğunu düşünmüşlerdir. Konserin ikinci yarısı, Claude Debussy’nin dört el piyano için bestelemiş olduğu Petite Suite / Küçük Süit’in orkestra uyarlamasıyla başladı. İlk iki parçası Verlaine’in şiirleri için yazılmış bu dört bölümlü süit, Dutoit’nın yönetiminde, izlenimci müziğin ne olduğu, nasıl çalınması gerektiği ve de nasıl dinlenebileceği konusunda bir derse dönüştü.
Peşinden çalınan Dvorak’ın No.9 Mi minör, op.95 B.178, Yeni Dünyadan senfonisi, sadece bestecinin eserleri arasındaki değil, klasik müziğin en popüler yapıtlarından biridir. Konserden önce, biraz fazla çiğnenmiş sakız tadında olacağını düşündüğüm senfoni, dâhi şefin yönetiminde olağanüstü bir dinletiye dönüştü. Dutoit, orkestrasının bütün olanaklarını kullanarak, neredeyse ezbere bildiğimiz ezgilerin her bir notasını ışıltılı bir ışın gibi içimize akıtarak, kusursuz yorumuyla senfoniyi ilk kez dinliyormuşçasına keyif almamızı sağladı.
İlk iki gecenin bilançosu, olağanüstü bir orkestra, olağanüstü bir şef, iki olağanüstü yorumcu. İnsan daha ne isteyebilir ki!