‘Sizin Hiç Maviniz Var Mı?’

‘Sizin Hiç Maviniz Var mı’ bir günde bitirdiğim bir kitap oldu. Yazı dilinin akıcılığı, samimiyetin kitabı almış götürmüş. Kitabın arkasında ise aslında birçoklarının yaşadığı bir hikâyeyi dile getirmeye cesaret etmiş bir kadın var. Huzurlarınızda ekranların güzel yüzlü, tatlı dilli ve içi kan ağlasa da gülen gözlü ismi : Özge Uzun

Lili BARDAVİT Yaşam
5 Ağustos 2015 Çarşamba

Özge...

İdeallerinin peşinden koşmuş, kendisini büyüten babaanne ve dedesini geride bırakıp Ankara'dan İstanbul'a stüdyo tozu yutmaya gelmiş bir haber spikeri, bir sunucu, bir ekran yüzü.

Her genç kız gibi âşık olduğu adamla evlenip anne olmak için yanıp tutuşan bir dişi.

Ve hayaller olmuş, düğün dernek kurulmuş, beklenen bebek doğmuş. 


Özge...

Güzel mi, kesinlikle evet. 

Özel mi, çoook. 

Çünkü onun Dağhan'ı var. 

Dünyada kimsenin yok, bir tek onun var. Hayata annesine bir şeyler öğretmek için gelmiş, sarı kafa, mavi boncuk, çok özel bir çocuk. 

Çünkü onun Siva'sı var. 

Hayata gülmeye gelmiş, ona destek, sağlıklı, mucize gibi bir kızı var. 

 

Dağhan sekiz sene önce hayata çeşitli anomalilerle gelmiş. Hem de ultrasonların nerdeyse vesikalık fotoğraf çektiği modern bir dönemde. Minik parmakları yapışıkmış, kalbinde sorun varmış, kalçası çıkıkmış, damağı sorunluymuş... Doğmaya kesin niyet ettiğinden, yanlış giden nesi varsa hepsini doktorlardan saklamış. 

Annesi diyor ki "İyi ki saklamış, ya görseydik de doktor onu benden ayırsaydı, o zaman bu kadar özel bir çocuğun annesi hiç olamayacaktım." 

Anne yüreği işte...

Bir kere koynuna aldı mı, kokusunu içine çekti mi, artık evlat o. Kalçası çıkık, telaffuzu bozuk, hırçın, mırçın fark etmez.

Bebeğiyle karşılaşınca başından aşağıya kaynar sular inen ve artık tüm mesaisini doktor ve hastane kapılarında harcayan genç bayan mesleğine de geri dönüp her gün ekran aracılığıyla evlerimize girmeye devam eder. Çünkü işe ihtiyaç var, oluk gibi boşalan kredi kartları için işe geri dönülmeli. Azimli, çalışkan ve içi sızlayan, hassas bir anne olarak hem de...

Dağhan'ı sayısız ameliyat beklerken, anneyi de oğlu derdini anlatamadığı için sayısız soru işareti, kova kova gözyaşı bekler. 

Günler, geceleri, ayları, yılları kovalar. 

Bebeği bir adım atsın diye anne çıldırır, ağlasın, şımarsın ister. 

"Anne işe gitme" diye ardından bağırsın ister. Eve geldiğinde kucağına atlasın ister.

Ailece bir pazar sabahı kahvaltı yapmak ister.

Çocuğu yatağından annesine seslensin, uyandığını söylesin ister.

Atla deve değil yani, birçok insan için sıradan ama Özge için mucize istekler. 

Maalesef bunların hiç biri olmaz. Taa ki ikinci sürpriz yumurta Siva aileye merhaba diyene dek. 

"Dağhan'ın bir mucize olduğunu düşünürdüm, meğer o benim hediyemmiş. Beni eğitmeye gelmiş. Asıl mucize Siva'ymış, sağlıklı, dans eden, kıkırdayan, basamak görünce adım atan, keşfeden bir çocuğunun olması gerçek mucizeymiş. İkisi de benim dünyam."

Cennet anaların ayaklarının altındaysa, senin ve sana kol kanat geren kendi annenin gölgesi yeter cennet yaratmaya Özgecim. 

Senin gibi özel kadınlar, özel anneler olmasa annelik tanımı içi boş kalırdı. Ne doğurmakla biter annelik, ne en iyi yerde okutmakla. Sabır, sonsuz sevgi, inanç, deli bir emek, bir de senin gibi mangal gibi bir yürek lazım. 

 

Bu kadar üzücü bir konuyu, beni hiç üzmeden, ajitasyondan uzak durarak anlatabilen tek insansın. Hayatı geldiği gibi yaşıyor, olduğu gibi su yüzüne yükseliyorsun. Işığın yeter dünyayı aydınlatmaya. Kendi adıma seni kazandığım için çok mutluyum, artık arkadaşımsın.

 

‘Sizin Hiç Maviniz Var mı’ bir günde bitirdiğim bir kitap oldu. Yazı dilinin akıcılığı, samimiyetin kitabı almış götürmüş. Senin hikâyen birçok tanıdığın hikâyesi aslında, sen cesursun, dile gelmişsin. Huzurlarınızda ekranların güzel yüzlü, tatlı dilli, uzun boylu ve içi kan ağlasa da gülen gözlü Özge Uzun.

 


Hayatındaki dönüm noktası desem ve böyle başlasak sohbete…

Dağhan derim o zaman. Çocuk rahme düşüyor, sonra göğsüne koyuyorlar. O oraya bir oturuyor, bir daha hiç kalkmıyor yerinden. 24 saat devam eden bir mesai, annelik hiç vazgeçemeyeceğin bir kimlik. 

Dağhan'ın nesi var, tam olarak sorun nedir?

Ah bir bilsem... Doğumda fiziksel anomalilerle doğdu, hem de birden fazla. Ameliyatlara ihtiyaç duyacağımız durumlardı bunlar. Kalça çıkıklığı, parmakların birbirine yapışık olma durumu, eklem problemleri, kalbinde bazı sıkıntılar... 

Ultrasonlarla artık nerdeyse bebek birebir görünüyor. Doktor hatası mı, ihmal mi? 

Hamileliğimde hiç sıkıntım olmadı. Son güne kadar ekrandaydım, çalıştım. Doktor da bir gariplik görememiş işte. Bazı şeylerin önüne geçemiyorsun belki de, Dağhan doğmak istedi. Anne olarak da beni seçti. 

İlk duyduğun an neler oldu, dünya başına yıkıldı mı? 

Tabii ki... Doğduğunda hemen yoğun bakıma aldılar, ben hiçbir şey anlamadım ki. Sonra annem bir psikolog yardımıyla bunun bana söylenmesini istedi. Şu an hayal meyal her şey. Anlamadım ki aslında, "ölecek mi?" diye sordum. Etrafımda özel gereksinimli kimse pek görmedim, alışık değiliz duruma. Dünyada bir örneği de yok Dağhan'ın kime ne sorayım ki, hiç... Benim oğlumun bir görevi var bu hayatta. O benim için doğdu. Ben kitap yazayım diye… 

‘Sizin Hiç Maviniz Var mı?’ böyle doğdu o zaman?

Aynen öyle oldu. Uzun zamandır yazı yazıyordum zaten. Yayıneviyle girdiğimiz iletişim sonucu bu kitabı yazmaya karar verdim. Bir an tıkandım, akmadı, kilitlendi her şey. Derken gece yarıları uyandırmaya başladı beni bu fikir. Kelimeler akmaya başladı ve hikâyem can buldu. 

Böyle özel çocuk büyüten sayısız insan var. İşin güzeli de okuyanlardan "Tam da benim hissettiklerim, yaşadıklarım" diye geri dönüş alıyor olmam. Kendini, çocuğunu saklayan, utanan, vicdan azabıyla yaşayan anneler var. Ne mutlu bana, biz kalabalığız aslında. 

İsmi de çok değişik kitabın, ne demek "maviniz var mı"?

Şöyle anlatayım, her çocuğun annesi tarafından sevilmeye, öpülmeye, okşanmaya ihtiyacı var, değil mi? Annelerin de öyle. Bir anne de çocuğu tarafından sarıp sarmalanmak ister. O anlar annelerin dünyasına ışıklar dolan anlardır. Benim oğlum çok sevgisini gösteren bir çocuk değil, hatta maalesef izin vermezse onu öpemem, sarılamam, sinirlenebilir. Bazen çok kısa süreliğine de olsa yatakta yan yana yatarız. Konuşamaz ama gözlerimin taa içine bakıp anlatır, beni sevdiğini söyler, kendince saçımı okşar, eliyle gel gel yapar, onu öpmeme izin verir. İşte o anlarda o odamızın içine güneş doğar, gökyüzü karanlıkken bile maviye boyanır. 

Çok duygusal ama bu hayat...

Evet, hem de çok. 

Özel bir kadın olduğunu düşünüyor musun? 

Herkes çok özel. Her kişinin bir misyonu var bu hayatta, birilerine bir şey öğretmeye geliyoruz… Aldığımız dersler, verdiğimiz değerler, kederler, mutluluklar... Herkes özel, tabii ki ben de...

Bir umuda yolculuğun var değil mi? Amerika yolları görünüyormuş size? 

Evet, Washington'da bir doktordan teklif aldık. NIH (National İnstitute Of Health)’e gideceğiz, orada Dağhan'a testler yapılacak. En azından hastalığına bir teşhis konma ve tıp literatürüne girme umudumuz var. Çok büyük hayaller kurmuyorum, hayatımı da hayallerimi de küçülttüm. En azından bir adı olur oğlumun hastalığının. Belki bizi ne bekliyorsa önlem alabiliriz, birilerine yardımcı olabiliriz.

Annelik bitmeyen bir süreç ama hiç bıkma durumları olmuyor mu peki? 

Olmaz olur mu, insan kendinden bile sıkılıyor ama o benim vazgeçemeyeceğim bir parçam. 

Hemen işe döndüğünüzü biliyorum, kim ilgilendi bu süreçte Dağhan'la?

Evet, iki aylıkken ben işe döndüm. Annem ve Veysi Babam. Onların hakkını ödeyemem. Harika insanlar. Dağhan'ın çok uzun süre Ankara'da ameliyatları oldu, 1,5 aylıkken ameliyat süreçlerimiz başladı. Kalp ameliyatı, parmak ameliyatı derken 4 yaşına kadar altı ameliyat oldu. Derken fizyoterapi başladı, kafasını bile tutamıyordu, o kadar gevşek bir çocuk ki, avucumun içinde U şeklini alıyordu. Bir çocuğun deneyimleyerek, merak ederek uzanıp öğreneceği her şeyi biz ona manuel olarak sağladık. 

Zekâ durumu nasıl peki? 

Zekâ geriliği yok, bu hem sevindirici hem üzücü. Çünkü kendisinin farklı olduğunun farkında. Mesela ellerini benim ellerimin üzerine koyup incelerdi; bir değişiklik var bunu görüyor. Ya da sokakta onu tanımayan biri “Aaa bu yaşta hala annenin kucağında mı oturuyorsun?” diyen birinden elleriyle yüzünü örterek gözlerini kaçırırdı. 

Onun her söylemeye çalıştığını anlıyor musunuz? 

Elimden geldiğince anlamaya çalışıyorum ama bazen de anlayamıyorum tabii. Mesela ben ona yemek saati diyorum ve yemek yediriyorum. Çocuk belki o an yemek istemiyor ya da daha doymadan ben kaldırıyorum, belki de yemeği beğenmiyor, ama söyleyemiyor.

Bir keresinde çok agresif olduğu bir gündü; gece yarıları uyanıyordu, bağırıyordu, bana ve kendisine zarar veriyordu. Ertesi gün bir baktık suratı şişmiş, meğer dişi apse yapmış, “dişim ağrıyor” diyemiyor ki... Zor, zor...

Umutlar ne yönde peki? 

İnanılmaz büyük hayallerim ve umutlarım yok benim. Biraz ihtiyacını söyleyebilse bana yetecek. Kendimle ilgili de uzun hayallerim yok. Mesela bir anda 20 kilo vereyim diye hedeflerim yok, 3 kilo versem de olur. 

Ne yapar bir tam gün boyunca Dağhan?

Bazen çok keyifli uyanır bazen çok agresif. Odada yatmayı reddeden bir çocuk, biz salonda yaşıyoruz. Orada uyuyoruz, yaşam alanımız orası. Uyanınca ses çıkarır, kahvaltı saatimiz başlar ve onu asla yalnız bırakmadan gün devam eder. Kişisel gelişimi için bir okula gidiyor, havuza girmeyi seviyor. Okula gitmediği zaman annem ve ben dönüşümlü ilgileniyoruz. Maalesef eve yardımcı bulmak çok kolay değil, Dağhan özel bakım gerektiren bir çocuk, onu kimseye bırakamam. Çok sinirli olduğu günler arabayla gezdiriyorum, dolaşmayı seviyor, sakinleşiyor. Tabii Siva da var. O da minik, onun da ilgiye ihtiyacı var. 

Dağhan nasıl karşıladı kardeşini?

Önce pek kaale almadı, yokmuş gibi davrandı. Ne onunla ne onsuz durumu, odada bir an göremezse hemen Siva'yı sorar, ama yan yana olduklarında da Siva'yla ilgilendiğimde hemen bozulur, ilgiyi kendine ister. Her kardeş gibi kısaca. 

Dağhan sana ne öğretti?

Hepimizin sınandığı bir yer var şu hayatta, genelde de en zayıf halkamızdan sınanırız ya. Benim bu hayatta en sevmediğim şey belirsizliktir. Ve hayatımda her şey belirsiz! Özel hayatım; belirsiz. İş hayatım; belirsiz. Oğlumun hastalığı; adı bile yok hastalığının, bizi ne bekliyor bilmiyorum, had safha bir belirsizlik yani. 

Büyük konuşmamayı da öğrendim. İnsan değişebilir, farklılaşabilir, asla yapmam, kesin yaparım dediğim her şeyi yuttum. Tabletle yemek yedirmem, emzik vermem, sallayarak uyutmam dediğim her şeyi yaptım, mecburum çünkü. Bunun aksini başarabilen varsa elinden öpüyorum, ben böyle büyütüyorum. Annelik eleştiriye açık bir müessese değildir, her yiğidin yoğurt yeme şekli farklıdır, her annenin de çocuğunu büyütme şekli de kendinedir.

Tüm bu zorlukların yanı sıra ikinci çocuk cesaret işi gibi geldi bana? 

Evet, kendisi tam bir sürpriz yumurta. Yeni işe başlamıştım, beklemediğim bir anda geldi ve “kabul ediyorum ben bu hediyeyi dedim” Tanrı'ya. Riskli gebeliklere bakan bir doğum uzmanı takip etti beni ama çok şükür sağlıklı bir kızım oldu. Maşallah algıları çok açık, çok sosyal, pozitif bir çocuk ve çok olgun. 

Dağhan desem aklına gelen ilk kelime?

Hediyem.

Peki Siva?

Mucizem.

En büyük destek kim? 

Annem. Annem ve Veysi Babam. 

Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar durumu yani? 

Yani gerisi yalan demeyelim ama annem bir başka. İlk günden beri hayatını o da bize, Dağhan'a adadı. Sayısız ameliyat oldu bebeğim ve annem her zaman tam arkamdaydı. Benimle ağladı, benimle güldü. Siva'ya hamileyken endişeliydim ister istemez, annem "göreceksin çok sağlıklı bir bebeğin olacak, kendi kendine büyüyecek" derdi, dediği gibi de oldu, Siva hediyem oldu. Hayata daha da sıkı sıkıya asılmam için nedenim oldu. 

İş hayatı peki, izin almak zorunda kalmalar, moral bozuklukları, özel sektör?

Daha 2 aylıktı Dağhan ve ben işe döndüm, zorundaydım çünkü. Ama hiç bu özel durumumu kullanmadım, yüzünü ne kadar unutturursan, bu sektörde iş kaybın olur. Annem olmasa başaramazdım ama iş hayatımdan hiç kopmadım. Değişik kanallarda görev aldım uzun yıllardır. Şimdi de TRT'de hafta sonları sabah programı yapıyorum, önümüzdeki sezon hafta içi beş güne geçmeyi umuyorum. 

Canlı yayının en büyük zorlukları ne oluyor?

Günahıyla, sevabıyla, gaflarıyla yine de canlı yayını bant yayına tercih ederim. Benim durum komedisi olan gaflarım olduğundan adım gaflar kraliçesine çıktı. Okullar sömestr tatilindeyken, “acaba Ankara'da kar yağışı okulları kapatacak mı?” demişim. Komedi yani, oluyor işte. 

Benim gözümü yeni açarken ekranda hoş görünümlü bir bayanın gayet ayık bir şekilde sabah sabah haber sunması nasıl oluyor?

Sabah haberi sunmak demek gece yarısı 3’te kalmak, yarım saat içinde evden çıkmak, kanala varmak, bol kahve içmek ve kısa bir makyajın ardından günün haberlerini düzenlemek ve koşarak yayına çıkmak demek. Öğlene doğru da eve varmak fena da değil. 

On yıllık bir evlilik var bir de, taze bir de yol ayrımı sanırım... Çocuklarının babası hayatının neresinde şimdi?

Kendisi benim en iyi arkadaşımdı, her şeyi paylaştığım… Kendisinden çok şey öğrendiğim bir insandır. Ama biz sancılı boşanma süreçlerini atlattık, tekrar arkadaş olmaya karar verdik. Hayatımın sonuna kadar çocuklarımın babası, benim de arkadaşım olarak kalacak. 

Seni en çok motive eden duygu ne bu hayatta? 

Dağhan'ın anne olarak beni seçmiş olması. Ve tabii Siva'nın da. Ve Dağhan'a ilk günden beri mucize gözüyle baktım ama asıl mucize Siva'ymış. Sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmiş olmak dünyanın en büyük mucizesi bence. Tüm gelişimini doğal sürecinde yaşayan çocuk, dans eden, zıplayan, ağlayan, gülen, bütün parmakları ayrık, kalbi sağlam, basamak görünce adım atan, sana kendini öptüren, elleriyle her yeri kirlete kirlete yemek yiyen, kahkaha atıp kıkırdayan çocuk; işte gerçek mucize bu. 

Kafanı en çok kurcalayan soru ne şimdi?

Benden sonrası... Bana bir şey olursa oğluma ne olur?

 

Sana da bir şey olmasın, Dağhan'a da Siva'ya da. Hiçbir çocuğa bir şey olmasın. Sen, Dağhan'ın en büyük aşkı, yaşama sebebi, çalışan çalışmayan tüm uzuvlarısın. Dağhan'ım da Siva'm da mucizelerim, hediyelerim diyorsun ya, bence mucizeleri hep etrafında arama, biraz da aynaya bak. Asıl mucize sensin. 

Kitabının da, senin de, iki bebeğinin de yolu her daim açık olsun. 

Baktığın her gökyüzü masmavi olsun.

  

Not: Kitapta beni vuran birkaç satır… Özge oğluna sesleniyor: "Dayanamayıp sana kızıyorum ya bazen, kızgınlığım aslında sana değil, seni ve bana ne demek istediğini, neden bağırdığını anlayamayan bana..."