Kral Şelomo ve iki başlı adam

Sevgili okuyucularım bu hafta sizlere yine masalsı bir hikâye anlatmak istiyorum. Öykü her ne kadar fantastik öğeler taşısa da, ana fikri son derece anlamlı. İnsanoğlunun, kafasının içinde yaşadığı onlarca fikri, bu fikirlerin başının içinde çarpışmalarını, insanların nasıl kararsızlıklara ve ikilemlere düşebildiklerini anlatıyor. Bir tek bedenin içinde, sanki birkaç kişi yaşıyormuş gibi, şüphe içinde kıvranabileceğini hatırlara getiriyor…

Sara YANAROCAK Kavram 0 yorum
3 Haziran 2015 Çarşamba

G ünlerden bir gün, Kral Şelomo tahtında oturmuş adalet dağıtırken, Başkomutan Benaya, kulağına eğildi ve,

“Bir sonraki davada gözlerinize inanamayacaksınız, ömrünüzde gördüğünüz en tuhaf şey, karşınıza gelecek” dedi. Mübaşir, yüksek sesle bir sonraki davacıların isimlerini anons etti. İçeriye yedi adam girdi. Giysileri, şapkaları ve tavırları dikkat çekici değildi. Ama aralarından birisi çok tuhaftı. Çünkü adamın tek bedende iki tane başı vardı. Yedi adam bir yay şeklini alarak tahtın önünde durdular. En ortadaki söze girdi:

“Haşmetli kralım, biz Kain’li Gilgil’in oğullarıyız. Adım Jared ve en büyük oğul benim. Biz aramızda baş gösteren bir miras anlaşmazlığı için size başvurduk” dedi. Şelomo,

“Devam et” diyerek dinlemeye koyuldu.

“Bizim babamız olan Gilgil, iki başlı bir adamdı. Babanız Kral David hayatta iken, bu ülkeye gelmiş. Kral David ona, ülkenin kuzeyinde bir toprak parçası bağışlamış. O da, toprağını ekip biçerek refah içinde yaşamını sürdürmüş. Orada yaşayan bir kızla evlenmiş. Yedi oğulları olmuş. Yani bizler… İlk altı oğul anneye benzerken, yedinci oğul baba gibi iki başlı doğmuş. Bu çocuk bizim kardeşimiz Pilpil’dir. Geçtiğimiz kış babamız Gilgil vefat etti. Mirası olan toprakları, sürüleri ve altınları tabidir ki biz yedi oğluna kaldı. Doğal olarak mirası yediye bölüp paylaşmamız gerekirken, iki başlı Pilpil kendisinin iki kişi olduğunu iddia ederek mirastan iki pay istiyor”.

Pilpil’in sol başı lafa karışarak:

“Haklıyız, çünkü biz iki kişi sayılmalıyız” dedi. Sağdaki baş da söze karıştı:

“İki kişi sayılmamız gerektiği için, mirastan iki pay istiyoruz. Yani babamızın mirası sekize bölünmeli” dedi. En büyük kardeş:

“Saçmalama sen bizden farklı değilsin. Tek kişisin, sadece iki başın var. Senin böyle şekilsiz doğman, fazla miras payı almanı haklı kılmaz” diyerek kızgınlıkla, krala döndü:

“Lütfen kralım, kardeşimin bu saçmalığa son vermesini sağlayın. Lütfen mirasımızın hakça dağıtılmasını sağlayın. Pilpil’e onun tek bir kişi olduğunu anlatın lütfen!”Dedi. Sol baş bağırdı:

“Hayır, biz iki kişiyiz! Değil mi?”Diye sağ başa sordu. Sağ baş hemen,

“Tabii ki iki kişiyiz” diye gülerek cevap verdi. Birbirlerine bakarak, çocukların oynarken yaptıkları gibi ellerini birbirine çarpıp güldüler. Büyük ağabey yine bağırdı:

“Bu doğru değil, çiftlikte çalışırken de böyle yapıyor. Onun iki kişilik düşündüğünü söyleyip, bizimle dalga geçiyor!” Dedi.

Şelomo başını önüne eğip, alnını kırıştırdı, kaşlarını çattı. Sakalını kaşıyıp, çekiştirdi. Kendi kendine homurdandı. Aslında kesin bir karar verememenin sıkıntısıyla sinirleniyordu.

“Tamam, beyler, anlıyorum, fakat bu meseleyi sağlam kafayla ve yalnız olarak düşünmek istiyorum. O yüzden bu davayı yarın sabaha kadar tatil ediyorum. Yarın sabah yeniden burada toplandığımızda hükmümü açıklayacağım” dedi.

Şelomo mahkeme salonunu terk ederken mahkeme tutanaklarını yanına aldı ve doğruca çalışma odasının bulunduğu ‘Bilgi Kulesi’ne gitti. Kulenin hemen girişinde masası olan kütüphane sorumlusu Yosef’in yanına vardı:

“Yosef, bak bakalım, babam Kral David’in saltanatı döneminde acaba sarayı iki başlı bir adam ziyaret etmiş mi?”Diye sordu. Yosef,

“Ben galiba böyle bir kayıt görmüştüm” dedi. Kral,

“Bak bakalım bulabilecek misin?” Dedi. Yosef kayıtları taradı ve birdenbire,

“İşte burada, buldum” diyerek okumaya başladı:

“David’in saltanatının 11. Yılında, Adar ayında tuhaf görünüşlü bir adam David’i sarayında ziyaret etmiş. Bunu o dönemin saray kâtibi Yehoşapat kaydetmiş”. Şelomo kâğıt ruloların hepsini yüklenerek, kulenin spiral merdivenlerini tırmandı, çalışma odasına girdi. Pencerenin yanında duran koltuğuna oturdu, ruloların iplerini çözerek açtı ve onları okumaya başladı:

“David’in krallığının 11. Yılında, Adar ayında, çölden gelen bir göçebe, Yeruşalayim’e vardı. Bu tuhaf görünüşlü adam iki başlıydı ve Ölü Deniz (Yam ha Melah) yakınlarından yürüyerek buraya kadar geldi. Bu garabet yaratık, keçi derisinden yapılmış bir kıyafet giyiyordu. Sırtında bir torba vardı. İki başının yüzleri de tedirgin görünüyordu. Kral David’in huzuruna çıkartıldığında, huşu içinde krala kim olduğunu anlattı. Kendini Kain’li Gilgil olarak tanıttı. Tebel ülkesinden geldiğini anlattı. Gilgil Kain’lilerin, Adem’in oğlu Kain’in soylarından geldiğini anlattı. Kain, Kardeşi Abel’i öldürdükten sonra, Tanrı tarafından lanetlenmiş ve yeryüzünde sürgüne gönderilmişti. Doğacak olan bütün çocukları iki başlı olarak doğacaklardı. Kain’in soyundan gelen bütün çocukları, kötülükte kendisinden daha baskın oldular. Bir türlü ıslah olmadıklarından, sonunda Tanrı onları Tebel ülkesine sürgüne mahkûm etti. Ama bu iki başlı kötü yürekli kavim kendi içlerinde barış içinde yaşıyorlardı. Tebel’i anlatması istendiğinde, Gilgil, orasını şöyle tarif etti: Tebel yeraltında bir yerdeydi. Büyük bir yer altı mağarası gibiydi. Kendine özel solgun bir güneşi vardı. Yükseklerden sızarak gelen yetersiz bir akarsuya ve çok ince bir toprak tabakasına sahipti. Kain’liler, büyük zorluklarla tarım yapıyorlardı. Loş, sönük ve taştan gökyüzüne sahip olan bu ülke çok melankolik bir yerdi. Ama bu iki başlı adamlar, kaderlerine razı olup burada yaşamaya devam ediyorlardı. Buna rağmen, sürekli olarak yeryüzünde yaşamış olan en ihtiyarların anlattıklarını, hem de dört kulakla dinleyen Gilgil, hep bunlarla büyüdüğünden yeryüzünü çılgınca merak ediyordu. Ne olursa olsun, mutlaka orayı görmeliydi. Yakınlarda bir tünel vardı. Bu tünelin ucu mutlaka yeryüzünde çıkıyordu. Yolculuk planları yaptı. Bir torbaya birkaç günlük içecek su, yiyecekler ve meşale olarak kullanabileceği tahta parçaları yükledi. Ertesi sabah yola çıktı ve içinden bir dua mırıldanarak, dar tünele daldı. Dört gün boyunca tünelin içinde zorlu bir yolculuk yaptı. Aslında çok korkuyordu, beyninden türlü düşünceler geçiyordu. Elinde meşalesi ile dar tünelde zorlukla ilerliyordu. Tünelin uzunluğu onu umutsuzluğa düşürüyordu. Gitgide burnuna temiz hava kokusu dolmaya başladığında, tünelde bir yol ayırımına vardı. Önünde iki yol vardı. Acaba hangisine girmeliydi? Gilgil’in iki başı tartışmaya başlamıştı. Ama iki kafa bir mutabakata varamıyordu. Birden bire sağdaki yolda bir ışık belirdi ve Gilgil sağdaki yola girdi. İşte az sonra dış dünya karşısındaydı.

Mağaradan çıkınca, gözleri keskin bir güneş ışığı ile kamaştı. Orası tam olarak Ölü Deniz’di. Etrafındaki manzaraya, uçan kuşlara, masmavi gökyüzüne hayranlıkla bakakaldı. Sonra Kain’lilerin işledikleri günahlara lanet etti. Onların yüzünden, yeryüzünün tüm güzelliklerinden, bu yaşına kadar mahrum kalmıştı.

Gilgil tüm bunları anlattıktan sonra, Kral David ona Tebel hakkında bazı bilgiler vermesini istedi. ‘İki başlı olmanın bir özelliği var mıydı?’ Gilgil hiçbir özelliğin olmadığını söyledi. ‘Yeraltı dünyasında hangi hayvanlar vardı?’ Gilgil, ‘köstebek, yarasa ve benzerleri’ diye cevapladı. ‘Kain halkı Tanrı’ya inanıyor muydu?’ Gilgil, çoğunlukla inandıklarını söyledi. Kötülük yaptıktan sonra, cezalandırıldıkları zaman inanmaya başladıklarını söyledi. Ama bazen tuhaf bir ikilem yaşıyorlardı. Bir başları Tanrı’ya inanırken, diğer başları Tanrı’yı inkâr ediyordu. David ona gelecekle ilgili planlarını sorduğunda, Gilgil krala bu ülkede kalması için ona izin vermesini rica etti. Yeryüzünün bu güzelliklerini gördükten sonra, Tebel’e geri dönmek düşüncesi bile onu tiksindiriyordu. Kral David onu ülkeye kabul etti. Ona kuzey bölgesinde bir toprak parçası bağışladı ve başarılar diledi. İki başlı adamın hikâyesi buydu, böylece adam İsrail’in kuzeyine yerleşti ve yaşamaya başladı”.

İki başlı Gilgil’in öyküsü buydu. Şelomo okuduğu kâğıtları yine rulo olarak sardı. İplerini bağladı ve derin bir düşünceye daldı…

Ertesi sabah mahkeme salonu, olayı duyan meraklı bir insan kalabalığı ile hıncahınç doluydu. Benaya salona girmekte olan krala:

“Su dolu bir kovanın getirilmesini emretmişsiniz. Tahtınızın yanına koydurdum” dedi. Şelomo:

“Su soğuk mu?” Diye sordu. Benaya;

“Hem de buz gibi” dedi. Ardından davacı yedi kardeş içeriye girdi. Pilpil içeri en son girdi. Üzerine giydiği tünik iki renkliydi. Yarısı kahverengi, yarısı yeşil. İki başı birden konuşuyor ve neşeyle gülüşüyorlardı. Bir gösteri yapar gibiydiler. Her iki eliyle birer başının saçlarını düzeltiyordu. Başlar saçma sapan espriler yapıyorlardı. En büyük ağabey sonunda patladı ve:

“Kapa çeneni, burası tiyatro sahnesi değil. Kralın huzurundayız!”Diye bağırdı.

Mübaşir trompetini çalarak kralın salona girdiğini ilan etti. Şelomo hızlı adımlarla ilerleyerek, tahtına oturdu ve halkın susmasını bekledi. Sonra dava zabıtını okudu ve Pilpil’e doğru döndü:

“Beyefendi veya beyler, siz iki kişi olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Ben ise tam olarak emin olmak istediğimden, sizi bir sınava tabi tutacağım. Hazır mısınız?” Dedi. Sağ baş;

“Hazırım” dedi. Sol baş:

“Ben de hazırım “dedi. Şelomo, Benaya’ya dönerek:

“Benaya, lütfen her iki başın da gözlerini iyice bağla ve kontrol et” dedi. Gözler iyice bağlandı ve sağ baş:

“Ben bu işe kızmaya başladım!”Dedi bağırarak. Sol baş:

“Sakin ol” diye diğerini uyardı. Şelomo söze girdi:

“Şimdi bunların iki kişi mi yoksa tek kişi mi olduklarını anlayacağız. Her bir kişinin, olaylar karşısında kendi duyguları ve düşünceleri olur. Hiç birininki diğerine benzemez. Eğer sınavda aynı tepki ve davranışları gösterirlerse demek ki tek kişidir. Farklı davranırlarsa demek ki iki ayrı kişidirler. Hadi bakalım deneyelim ve görelim” dedi. Şelomo yerinden kalkarak Pilpil’in yanına gitti. Gözleri bağlı olan kafaları aksi yönlere çevirdi. Su dolu kovayı eline aldı. Kafalardan biri homurdanıyor, diğeri sırıtıyordu. Şelomo buz gibi suyu önce sırıtan kafanın kafanın başından aşağı döktü. Aynı anda iki kafa birden geriye sıçradı ve çığlık attı. Şelomo bu kez de suyu diğer kafanın tepesine boca etti.Sağ kafa:

“Heyyy! Kes şunu!”Diye bağırırken, sol kafa:

“Yeterrr,Yeterrr!”Diye haykırdı.

Şelomo gözbağlarının açılmasını emretti. Tahtına oturdu ve hükmünü açıkladı:

“Hükmüm budur ki” dedi ve etrafına bir süre baktıktan sonra devam etti:

“Pilpil tek bir kişidir. Çünkü tamamen tek bir kişinin tepkisini gösterdi. O yüzden mirastan tek bir pay alması gerekmektedir. Kararım tutanaklara bu şekilde kaydedilsin. Dava bitmiştir” dedi.

Gilgil’in oğulları salonu hep birlikte terk ettiler. Pilpil en sona kalmıştı. Sırılsıklam bir şekilde salonu terk ederken, davayı bağıra çağıra protesto ediyordu. İki kafa da öfkeyle homurdanıyordu. Şelomo tutanakların altını imzaladı ve mührünü bastı. Salondan çıkarken Benaya’ya:

“Gerçekten çok tuhaf bir yaratıktı” dedi. Benaya:

“Kendini gerçekten iki kişi mi zannediyor, yoksa mirastan iki pay almak için rol mü yapıyor?” Diye sordu. Şelomo omuzlarını silkeleyerek:

“Kim bilir? Pilpil çok güvenilir bir insan değil. O yüzden onu çok dikkate almadım. Ben daha çok Gilgil’e dayanarak hükmümü verdim” dedi. Benaya:

“Galiba eski tarih kayıtlarını incelediniz” dedi. Şelomo:

“Hem de en ince noktasına kadar. Okuduğum iki nokta beni çok etkiledi. Birincisi, Gilgil, tüneldeki yolculuğunu anlatırken oldu. Gilgil orada iki başının mutabakata varamadığını anlatmış. Kafalar aynı fikirde değilmiş. Hangi yolu seçeceklerine bir türlü karar verememişler. Biri diğerini onaylamıyormuş. Sonra bir nokta daha dikkatimi çekti. Gilgil kendi iki başlı soydaşlarından bahsederken, bazılarının bir başının inançlı, diğerinin ise inançsız olduğunu anlatmış. Bu da bu adamların ayrı ayrı kişiler olduğunu anlatıyor.

Nedir ki okumayı bitirince oturdum ve uzun uzun düşündüm. Sonra fikrim değişti. İki kafanın farklı düşünmesi önemli değildi. Bizler de tek kafamızla, farklı düşüncelere kapılmıyor muyuz? Bazen kafamızın içinden farklı düşünceler geçer ve kararsızlığa kapılmaz mıyız? Örneğin bazen inanç konusunda kendi kendimize şüpheye düşmüyor muyuz? Kesinlikle böyle yapıyoruz. Zaten insan olmak, değişken olmak demektir. O yüzden iki başlı bir adam da bizden farklı değildir. Çelişkili duygular taşıması çok normaldir bence” dedi.

Benaya gözlerini ondan kaçırarak:

“Belki sizin bazı şeylerden şüpheniz vardır. Bilemem …” dedi.

“Her ne ise, ben sonuç olarak onun tek bir kişi olduğuna karar verdim. Ama sorun onu sınamaktı. O yüzden, sınav öyle bir biçimde olmalıydı ki, bu hem dramatik, hem de sonucu kesin olarak gösterecek bir şey olmalıydı. Yani bir kova dolusu buz gibi su.” Benaya çekinerek şunları söyledi:

“Ben uyguladığınız bu sınavı, tam olarak kavramış değilim. Siz koca bir mirası, bir kova su ile aynı kefeye koydunuz.” Dedi. Şelomo kaşlarını kaldırarak:

“Nasıl yani?” Diye sordu. Benaya:

“Su dolu bir kovayı, bu budala iki kafalıya, tepesinden boca ettiniz ve onu gerçekten gülünç duruma düşürdünüz” dedi.  Şelomo:

“Gerçekten de öyle oldu” dedi.  Benaya kıkır kıkır gülerek devam etti:

“Bu yaptığınız sınavın bir kısmıydı. Diğeri ise, pislik herifin, ayakuçlarında yükselip, tepindiğinde, onun nasıl rezil olduğunu görmek de, size ayrı bir keyif verdi. Bir kral olarak, bunu yapmanız biraz çocukça olmadı mı?” Dedi.

Şelomo omuzlarını silkeleyerek, çocukça bir edayla,

“Ne yapabilirim? Bu da benim yaşam tarzım!” Dedi.

NOTLAR:

1-tıpta POLYCEPHALY adlı iki başlı, tek bedenli insanların doğduğu müspet olarak belirlenmiştir. Adını Yunancadan alan poly(çok)  ve cephaly(başlı) , genetik bozuklukla dünyaya gelen iki başlı bebekler mevcut olup, bu biçimde doğan İngiliz, iki başlı tek vücutlu kızlar 20 yaşlarına ulaşmışlardır. Tıp dünyasında benzeri birçok vakadan bahsedilmektedir.

2-Tevrat Kitabı’nın Yaratılış Bölümü, Bap 4’de Âdem’in oğlu Kain’in kardeşi Abel’i öldürdüğü hikâyesi kayıtlıdır.

Kaynak:

Saray Katibi Ahimaaz’ın notlarından nakleden: Prof.Steve Solomon

Tevrat-Yaratılış Kitabı-Bap 4 (Kain’in kardeşi Abel’i öldürdüğünü anlatan bölüm)

 

1 Yorum