Almanya Adalet Bakanı: “Mucizlere inanmayan bir insan realist değildir.”

5. Küresel Antisemitizmle Mücadele Forumu’nda konuşan Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas, Almanya’da Yahudi yaşamının yeniden canlanıyor olmasını gerçekleşen bir mucize olarak niteledi.

Dünya
15 Mayıs 2015 Cuma

Çeviri:  Dani Altaras 

 

Alman Adalet Bakanı'nın konuşması şöyle idi:

" Başbakan Netanyahu, Büyükelçi Behar, Değerli Meslektaslarım, Bayanlar ve Baylar, Davetiniz için çok teşekkür ederim. 

Bugün İsrail ile Almanya arasında resmi olarak kurulan diplomatik ilişkinin 50. yılı. Bunu kutlamak için İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin şu an Almanya’da bulunuyor. Ülkelerimiz arasındaki bu diplomatik ilişkiler iki taraf için de her zaman var olacak, hiç değişmeyecek, doğal ve garanti bir olgu değil. Benim için, şu an burada konuşuyor olmam da aynı şekilde her zaman olacak, hiç değişmeyecek, doğal ve garanti bir şey değil. 

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 70. yılı geçen hafta Almanya’da ve bütün dünyada kutlandı. Savaşın sona ermesi ve Nazi rejiminin yıkılması Auschwitz’in ve Yahudilere yapılan soykırım sonu anlamına geliyordu. Yahudi soykırımı Holokost, Antisemitizm’in bugüne kadar görülen en vahşi suçuydu. Ve bu suç bizim tarafımızdan, yani Almanlar tarafından işlendi. Bunu göz önünde bulundurduğumda bu konferansa davet edilmiş olmanın anlamı çok büyük. Davetiniz için içtenlikle minnettarım. Burada bulunmayı büyük bir onur addediyorum. 

Çok önemli bir başka olgu da Almanya’da Yahudi yaşamının yeniden canlanıyor olması. Demir Perde’nin yıkılmasından bu yana Almanya’da yaşayan Yahudilerin sayısı dört katından fazla arttı. Bu yaz Avrupa Maccabi Olimpiyatları, Almanya’da ilk defa olarak, Berlin’de olacak. Bunların hiç birini doğal, garanti ve çantada keklik olaylar, olgular olarak görmemek lazım. Aslında ben bunları Almanya için büyük ve hak edilmemiş bir talih olarak ve küçük bir mucize olarak görüyorum.  Zaten David Ben Gurion’un bir zamanlar dediği gibi, “mucizlere inanmayan bir insan realist değildir.”

Bayanlar ve Baylar, 

Biz Almanya’da Antisemitizmle savaşırken hem geçmişle, hem de bugünle uğraşıyoruz. Hitler uzun yıllar önce yenildi fakat maalesef düşünceleri yaşamaya devam ediyor. Günümüzde ırkçılık ve Antisemitizm, maalesef Almanya dahil, dünyanın her yerinde insanlara zarar vermeyi sürdürüyor. 

Friedrich Ebert Vakfi, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin düşünce kuruluşudur. Bu vakıf düzenli olarak Alman toplumundaki antisemit tutumları inceleyen akademik araştırmalar yapar. Bu konudaki son bulgular Perşembe (14 Mayıs) günü buradaki çalışma gruplarından birinde sunulacak. Maalesef, Yahudiler hakkındaki önyargılar ve gerçeği yansıtmayan yanlış kalıplar sadece, bazı kişilerin zihninde var olmayı sürdüren düşünceler olmakla sınırlı degil. Yahudilere karşı nefret suçu niteliğinde eylemler hala sıklıkla işleniyor. 

Polis teşkilatımızın elindeki istatistiklere göre 2014’te 45 kişi antisemit şiddetin kurbanı oldu,   Yahudi mezarlıklarına 27 saldırı kaydedildi. Aynı dönemde toplam olarak, Nazi sloganlarının atılması ve mezarlık duvarlarına gamalı haç çizilmesi gibi sözde propaganda amaçlı suç mahiyetinde 1500’den fazla antisemit saldırı gerçekleşti. Tarihimiz göz önünde bulundurulursa, Almanya’da hala böyle şeylerin olması ülkem için bir utançtır. İşte bu yüzden Antisemitizmle mücadele Alman hükümetinin ve bütün Alman toplumun karşı karşıya olduğu en büyük meselelerden biridir. 

Bayanlar, Baylar, 

Almanya’da Antisemitizmle mücadele için neler yapıyoruz? 

Birincisi, Alman toplumunda, Antisemitizme karşı sıfır tolerans olması gerektiği hususunda geniş bir mutabakat var. Biraz önce saydığım suç mahiyetindeki saldırılar güçlü bir şekilde kovuşturuluyor. Bu sadece suçluları cezalandırmak için değil, aynı zamanda insanlara toplum olarak Antisemitizme anlayış göstermeyeceğimizi i göstermek için yapılıyor. 

Almanya’da Müslüman coğrafyadan gelen birçok göçmen var. Bunların Alman ataları olmadığına göre, doğal olarak Almanya’nın Nazi geçmişiyle ailesel bağları yok. Buna rağmen, nereden geliyor olursa olsun Almanya’da yaşayan herkesin ülkemizde Antisemitizm’e yer olmadığını anlaması ve kabul etmesi lazım.

 

İkincisi, ben kaniyim ki, Yahudi olan ve Yahudi olmayan insanlar ne kadar sık bir araya gelirler ve aralarında konuşurlarsa, önyargılar ve yanlış kalıplar insanların zihninden o kadar çabuk silinip kaybolacaktır. Yahudi kökenli insanlar Almanya’ya göç etmeye karar verdikleri zaman bunu memnuniyetle karşılıyoruz. Bu yüzden hükümetimiz, Yahudi yaşamını desteklemek ve Almanya’da Yahudi yaşamının yeniden gelişmesine yönelik gerekli altyapının inşası sağlamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. 

Bugün Almanya’da 130,000 Yahudi kökenli insan yaşıyor. 95 tane sinagogumuz var. Bunlardan çoğu son yıllarda, örneğin Münih ve Dresden gibi şehirlerde yeni inşa edildi. Almanya’da yeniden, hahamlık eğitimi alınabiliyor ve geçen seneden bu yana devlet üniversitesinde Yahudi teolojisi eğitimi almak mümkün hale geldi. Yahudiliğin Almanya’nın dini ve kültürel yaşamında değerli bir yer teşkil ettiğini açıkça gözler önüne seren önemli sinyaller var. 

Üçüncüsü, Nazi Almanya’sında işlenen antisemit suçların unutulmamasını sağlamak için sürekli olarak çalışıyoruz. Irkçılıkla ve Antisemitizmle mücadele etmenin ne kadar önemli olduğunu ancak bazı insanların başka insanlara neler yaptıklarını öğrenerek ve bilerek anlayabiliriz. İşte bu nedenle Berlin’in ortasına büyük bir Holokost anıtı diktik ve bu nedenle okullarımızda öğrencilerimize Almanların Yahudilere uyguladığı soykırımı okutuyoruz. Ancak, eğer kendi geçmişimizle gerçekten yüzleşmek istiyorsak, “ikinci suç” denen olguyla da yüzleşmemiz gerekir. Bu da Almanya’da Nazi rejiminin bitiminden sonraki başarısızlıklarımızdır. 

Adalet sistemimiz uzun bir süre Nazi suçlularının yargı önüne çıkarılmasını sağlamakta başarısız oldu. Sistem 1950 ve 60’larda çok sayıda suçlunun, kurbanların çektiklerini göz ardı etmek pahasına, cezadan kaçmalarına izin verdi. Holokost’un baş organizatörlerinden SS subayı Adolf Eichmann’ın Berlin’de değil de burada, Kudüs’te yargılanması bir tesadüf değil. 

Geçmişte öyle başarısızlıklar var ki, artık telafisi mümkün değil. Fakat yine de inanıyorum ki, adaleti sağlamak için hiçbir zaman geç değil. İşte bu yüzden Alman yargı sistemi hala hayatta olan son suçluları izleyip adalete teslim etmek için her şeyi yapıyor. Bugün 93 yaşında olan ve medyanın “Auschwitz’in muhasebecisi”  olarak tanımladığı eski bir SS mensubunun yargı süreci devam ediyor. Bu adamın, bir Alman mahkemesi tarafından suçu sabit görülmeden mezarına gitmesine izin verilmemeli. Bu, kurbanlar ve aileleri için önemli. 

Mahkemeler geçmişin hatalarını telafi etmede yalnız değiller, Adalet Bakanlığımız da aynı şeyin peşinde. Adalet Bakanlığının 1950 ve 60’larda Nazi geçmişe karşı nasıl davrandığını incelemek için bağımsız bir akademik komisyon oluşturduk.  Başka konular yanında, bu komisyonun amacı, Alman adalet sisteminin bu kadar çok Nazi suçlusunun serbest kalmasına niçin izin verdiğini ortaya çıkarmak. Bu soruşturmayı mümkün kılmak için bakanlığım, özel kayıtlar ve gizli belgeler dahil, bütün dosyalara erişim izni verdi. Soruşturmanın Alman adalet sistemi için gurur verici sonuçları olmayacağının farkındayız ama artık tarihsel gerçeklerin aydınlığa kavuşmasını istiyoruz. Çünkü, eğer bugünün Antisemitizmi ile gerçekten mücadele etmek istiyorsak, geçmişteki başarısızlıklarımıza eleştirel bir gözle bakmamız şart. 

Bu arada, bu başarısızlıklardan bir tanesi de günümüz Almanya’sında hala Nazi döneminden kalma hukukçuların hazırladığı kanunların mevcut olması. Örneğin, öldürme suçu bunlardan biri. En büyük kabahati içeren ve en şiddetli cezayı gerektiren bu suç saçma bir şekilde hala 1941’de Nazi hukukçular tarafından formüle edilen ifadelerle tanımlanıyor. Bunu kesinlikle kabul edilemez buluyorum. Bu yüzden ceza hukukumuza yeni öneriler getirmek için bir komisyon oluşturdum ve böylece kısa süre içinde yasalarımızdaki son Nazi kalıntılarından da kesin ve kalıcı olarak kurtulacağımızı umuyorum. 

Bayanlar, Baylar, 

Irkçılığın ve Antisemitizmin birçok türleri var. Fakat nihayetinde bunların hepsi diğer insanları ırkları ve dinleri yüzünden dışlamayı ve karalamayı içerir. Bu, her zaman şunu söylemek anlamına gelir: Sen benim kadar değerli değilsin, çünkü sen başka bir Tanrı’ya inanıyorsun, başka bir ülkeden geliyorsun, başka bir deri rengine sahipsin veya başka bir topluma aitsin. 

İnancım odur ki, hepimiz birleşip bu eğilimlere karşı güçlü ve kararlı bir şekilde karşı çıkmalıyız. Irkçılığın ve Antisemitizmin bizi bölmesine izin veremeyiz. Çünkü, bütün farklılıklarımıza rağmen hepimiz insanız ve insan olarak barış içinde, hoşgörü içinde ve karşılıklı saygı içerisinde birlikte yaşamalıyız."