Kral Şelomo ve bilgelik arayan üç kardeş

Bu hafta sizlere Şelomo’nun bilgeliğinden faydalanmak isteyen üç erkek kardeşin hikâyesini anlatacağım. Bakalım bu üç kardeş, kralın aklından ve tecrübelerinden ne kadar yararlanabildiler? Acaba insanlar ellerine geçen fırsatları ne kadar ayrımsayıp, ne kadar değerlendirebiliyorlar?

Sara YANAROCAK Kavram
13 Mayıs 2015 Çarşamba

 

Kral Şelomo’nun bilgelik dolu sözleri artık dünyanın her tarafına yayılmıştı. Bunu öğrenen üç erkek kardeş, ondan bilgelik öğrenmek ve aydınlanmak için kralın yakınına gelmeye karar verdiler. Yeruşalayim şehrine vardılar ve kralın sarayında iş buldular. Orada tam bir yıl boyunca yaşadılar. Kralın bilgeliğinden bir şekilde faydalanmak umuduyla hep ona yakın durmaya çalıştılar.

Bir yıl dolunca, kardeşler arasında bir huzursuzluk baş gösterdi. Bir tanesi:

“Tam bir yıldır buradayız, bilgelik adına ne öğrendik? Hiç…” dedi.

Kraldan izin alıp, artık saraydan ayrılmaya ve bir yıldır ayrı oldukları ailelerinin yanına, köylerine dönmeye karar verdiler. Şelomo gereken izni verdikten sonra, onlara,

“Bana bir yıl boyunca sadakatle hizmet ettiniz. Şimdi ayrılık hediyesi olarak sizlere ya birer torba altın veya üç adet altın değerinde öğüt vereceğim. Hangisini tercih edersiniz?” diye sordu. Üç kardeş aralarında tartıştıktan sonra, birer torba altın alıp gitmeye karar verdiler. Torbaları atlarına yükleyip şehri terk ettiler. Bir süre at sürdükten sonra, en küçük kardeş olan Yakov atını durdurmuş ve ağabeylerine:

“Biz ne yaptık?” dedi.

“Biz buraya Kral Şelomo’dan bilgelik dersi almaya gelmemiş miydik? Tam bize bunu verecekken, bizler öğüt yerine altınları alıp, onun değerli öğütlerini dinlemedik bile! Korkunç hatalıyız! Gelin geri dönelim” demiş. Ağabeyleri ona alayla gülmüşler. Yakov onları terk ederek, saraya geri dönmüş. Kralın huzuruna çıkmış. Ondan özür diledikten sonra, altın dolu torbayı geri verip, öğütlerini istediğini söylemiş. Kral Şelomo gülümseyerek,

“Tamam, üzülme, o zaman otur ve beni dinle. Hazır mısın?” demiş.

“Sizi dinliyorum yüce kralım” demiş, Yakov.

“Birinci öğüt: Seyahat ederken, sabahın erken saatlerinde yola çık. Ama güneş batmadan önce konakla. Konaklayacağın yerin güvenli olmasına dikkat et. Orada ateş yakabileceğin ağaç dalları ve çalı çırpı olsun, akarsu ve atını rahat ettireceğin bir ortam olsun. Dinlenip, uyuman için yeterli zamanın olsun.”

“İkinci öğüt: Kabarmış, taşkın nehirleri aşmaya çalışma. Sabırla suların durulmasını ve çekilmesini bekle.”

“Üçüncü öğüt: Sırrını asla bir kadınla paylaşma. Bu kadın senin karın olsa bile bunu yapma. Tamam, işte benim öğütlerim bunlardır. Artık yoluna gidebilirsin.”

“Çok teşekkür ederim yüce kralım.” diyen Yakov tekrar yola koyuldu. Atını dörtnala sürerek yolda giden ağabeylerine yetişti. Ağabeyleri merakla kralın verdiği öğütleri dinlemek istiyorlardı. Yakov,

“Bu öğütler benim hakkım, sizi altınları tercih ettiniz, size öğütleri vermeyeceğim” dedi. Ağabeyleri omuz silkip yola devam ettiler. Birlikte uzun zaman yol aldıktan sonra güneş yavaş yavaş çekilmeye başladı. Yakov, Şelomo’nun ilk öğüdünü hatırladı ve:

“Burada konaklayalım. Burası atlar ve bizim için korunaklı. İçecek su ve yakacak odun da var” dedi. Ağabeylerinden biri:

“Aptallaşma, daha dünya kadar yolumuz var, karanlık bile olmadı, durup vakit kaybetmenin anlamı yok” dedi. Yakov kalmaya karar verdi, diğer ikisi dörtnala uzaklaştılar. Ağabeylerinin arkasından bir süre bakan genç adam, etraftan dallar topladı. Ateş yakıp kendini ve atını doyurdu. Suyunu içirdi. Ulu bir ağacın altına uzandı, battaniyesine sarındı. Sonra huzurlu ve rahat bir uykuya daldı.

Bu esnada yolda olan ağabeyleri yorgunluktan bitap bir halde, gecenin ilerleyen saatlerinde konaklamaya karar verdiler. Etraflarına bakındıklarında, vahşi ve çıplak bir tabiat ortamında, tepelik bir yerde olduklarını gördüler. Isınmak ve sıcak bir şeyler yemek için gereken ateşi yakacak tek bir kuru dal bile bulamadılar. Atlarına su bulamadılar. Açık alanda kıvrılıp titreyerek uyuyakaldılar. Gece yarısı bastıran tipi halindeki karın altında hem kendileri, hem de atları donarak öldüler. Ertesi sabah, Yakov saatlerce at sürdükten sonra vardığı vahşi tepelikte onların ve atların cansız bedenleriyle karşılaştı. Ağabeylerinin budalaca inatlarına lanet ederek, ağlaya ağlaya, büyük bir acıyla, onları kazdığı mezarlara gömdü. İkisinin de altın dolu torbalarını atına yükleyerek yoluna devam etti. Birkaç saat sonra yolunun üzerine azgın bir nehir çıktı. Gece yağan şiddetli karın yüzünden, nehir taşmış, azgınca çağıldayarak akıyordu. Yakov, Şelomo’nun ikinci öğüdünü hatırladı. Nehrin yakınında ağaçlık bir yerde kamp kurdu ve sabırla suların çekilmesini beklemeye başladı. O öylece beklerken, iki tane, atlı, zengin görünüşlü tüccar atlarıyla yanına yaklaştı. Yakov onlara da beklemelerini tavsiye etti. Tüccarlar, vakitlerinin dar olduğunu söyleyerek onu dinlemediler. Atlarını çağıldayan nehre doğru sürdüler. Azgın sular kısa sürede hepsini birden yuttu. Gözden yok oldular. Altın dolu heybeleri de nehrin dibini boyladı.

Sular iyice çekilinceye kadar bekleyen Yakov, nehrin yatağı üzerinde yavaşça ilerlerken, alçalan suyun altında, boğulan tüccarların altın ve değerli mücevherlerle dolu olan heybelerini buldu. Onları da atına yükledi. Sonunda birkaç gün sonra köyüne ulaştı. Köye döndüğünü duyan ağabeylerinin karıları, koşarak yanına geldiler ve kocalarını sordular. Yakov yengelerine ağabeylerinin öldüğünü söylemedi. Bilgelik dersleri almaya devam ettiklerine ve Yeruşalayim’de kaldıklarına dair bir yalan uydurdu.

O gece Yakov karısına, torba ve heybelerdeki altınları gösterdi. Karısının gözleri merak ve şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı. Bütün bu servete nasıl sahip olduğunu sordu. Yakov, Şelomo’nun üçüncü öğüdünü hatırlayıp, karısına sırrını açıklamadı. Ona:

“Bu bir sır olarak kalmalı” dedi ve konuyu kapadı.

Yakov, elindeki altınlarla tarlalar ve üzüm bağları satın aldı. Çok büyük bir arsa alarak, üzerine koskocaman bir ev yaptırdı. Kısa zamanda servetine servet kattı. Karısı altınların kaynağını o kadar merak ediyordu ki sonunda Yakov pes etti ve karısına büyük sırrını açtı. Bütün olanları karısına tek tek anlattı.

Günlerden bir gün, Yakov bir konu yüzünden karısıyla kavga ederken, çok sinirlendiği bir anda, ona gözdağı vermek için, yüzüne bir tokat attı. İşte o anda karısının öfkeden gözü karardı ve haykırmaya başladı:

“Önce ağabeylerini öldürdün! Şimdi sıra bana mı geldi? Beni de öldürecek misin? Kaaaatiil!” diye avaz avaz bağırmaya başladı. Bunu duyan komşular sayesinde bu dedikodu dalga dalga bütün köye yayıldı. Bu iftiralar kısa zamanda Yakov’un ağabeylerinin karılarına ulaştı. Onlar da öfke ve nefretle Yakov’u ihbar ettiler. Yakov tutuklandı ve yargıcın huzuruna çıkartıldı. Mahkemede suçlu bulunarak, ölüme mahkûm edildi. Perişan vaziyetteki Yakov son bir umutla davayı Kral Şelomo’nun huzuruna taşıtmaya karar verdi.

Hep birlikte kralın karşısına çıktıklarında, Yakov tüm olanları en ince noktasına kadar Kral Şelomo’ya anlattı. Şelomo ona güvendi ve serbest bırakılmasını emretti. Yakov minnet ve sevinçle huzurundan ayrılırken, Şelomo ona seslendi:

“Bir şeyi düşünmen gerekiyor” dedi.

“Elde ettiğin bu serveti, ağabeylerinin karılarıyla paylaşman gerekmez miydi?” diye sordu. Yakov yerlere kadar eğildi, boynunu büktü ve utançla:

“Paylaşacağım yüce kralım” diyerek pişmanlıkla içini çekti. Yine gitmeye yeltendi. Şelomo yine seslendi:

“Ve Yakov…”diye yeniden alçak sesle konuştu,

“Efendim yüce kralım?” dedi korkuyla Yakov.

“Sana altın değerinde üç öğüt vermiştim. Gerçekten bilge olan bir adam bu öğütlerin hepsini yerine getirmeliydi” dedi alaylı bir ciddiyetle. Yakov:

“Yüce kralım, artık her şeyi çok iyi öğrendim. Hem de en çetin yolları aşarak” dedi. Acı ve utanç içindeydi.

“O vakit, bundan sonra, en kolay yolu dene. Öğütlere kulak ver” dedi Şelomo.

“Evet, yüce kralım” diyerek Yakov kralın huzurundan çekildi.

Yakov hayatına ve köyüne geri döndüğünde, artık gerçekten bilge bir kişiliğe kavuşmuştu.

Bu hikâyeden çıkarsanacak birçok ibret olmasına rağmen, kanımca en önemlisi dürüstlük. Yakov kralın öğütlerini harfiyen yerine getirip, salimen köyüne ulaştığında, ağabeylerinin karılarına gerçeği söyleyip nasıl öldüklerini anlatsaydı ve altınları onlarla hakça, paylaşsaydı, yengeleri kaderlerine razı olup yaşamaya devam edeceklerdi. Kendisi de karısıyla birlikte yine, geri kalan servetle zengin olacaktı. Üstelik eşine de yalan söylemeden, mutlulukla yaşayacaktı.

Bu öykünün ana fikri: Hayatta asla dürüstlükten kaçmamak gerekir. Yalana sapmadan yaşamak, mutluluk ve huzur getirir.

Konu hakkında notlar: Şelomo ha Meleh’in MİŞLE (Atasözleri/Süleyman’ın Meselleri) adlı kitabı, onun bilgelik ile doğruluk sözleri ve öğütleri ile doludur. Tanrı’nın yolunda yürüyen kişilerin, doğruluktan şaşmamaları gerektiğini anlatan, Tevrat Kitabı’nın önemli bölümlerinden birini kaplayan ‘Mişle’, gösterişten yoksun, sade, kesin ve zeki ifadelerle kaleme alınmıştır.

Kaynak: Saray Kâtibi Ahimaaz’ın notlarından nakleden: Prof.Steve Solomon