Festivalin aykırı filmleri

Sinematek’in kuruluşunun 50. yılında hasretle andığımız sevgili dost Onat Kutlar, “Bir şenliktir sinema” derdi.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
22 Nisan 2015 Çarşamba

Bu şenliklerin en şenliklisi kuşkusuz, İstanbul’a baharı da getiren İKSV’nin Uluslararası İstanbul Film Festivali’dir. Sinema tutkunları için yaşamın durduğu, daha doğrusu sadece sinemaya indirgendiği bu iki hafta boyunca tiyatroya da ara vererek tamamen sinemaya odaklandım. Bu yıl 34. yaşını kutlayan festivalin öncü; tarzı, yaklaşımı ya da anlatımı farklı aykırı filmlerine ait izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

 

Festival yıllardır zorlayıcı ve sivri filmleri keşfetmek isteyenlere ‘Mayınlı Bölge’ başlığı altında bir seçki sunuyor. Bu yıl hem ‘Mayınlı Bölge’nin hem de kanımca festivalin en iyi filmi, Venedik Film Festivalinin “Yeni Filipin Sinemasının ideolojik babası” olarak adlandırdığı yüzyılımızın az sayıda gerçek ‘auteur’lerinden, 1958 doğumlu Lav (Lavrente Indico) Diaz’ın yazıp yönettiği, yapımcılığını yaptığı, görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da üstlendiği ‘Mula sa Kung Ano Ang Noon / Evvelden’ adlı olağanüstü destanı oldu.

Filipinleri yönettiği yıllarda Diktatör Ferdinand Marcos’un ülkeyi harap ettiğini, yalnız ülke hazinesini değil, halkının onurunu da çaldığını söyleyen Diaz’ın bütün filmleri, ülkesinin tarihine ve politik olaylarına sımsıkı bağlıdır. Çoğu siyah beyaz çekilen son filmlerindeyse öykülerini, dijital kamera ve sesli çekimin desteğiyle tarihsel belgeselle kurmaca filmi ayıran o incecik çizgide anlatmaktadır.

Diaz’ın şiirsel sineması, kayar gibi akıp giden upuzun çekimleri kadar filmlerinin rekor düzeyde uzunluklarıyla da ün yapmıştır. Geçen yıl festivalde hayranlıkla izlediğimiz, Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sını günümüz Manila’sına taşıyan 2013 yapımı ‘Norte, Tarihin Sonu’nun süresi 250 dakikaydı.

1970’lerin başlarında orman içinde ücra bir mezrada geçen 338 dakikalık ‘Evvelden’, bir bakıma ‘Norte’nin manevi öncülü. Marcos’un sıkıyönetim ilânından hemen önceki günlerde geçen film, nefes kesici bir görsellikle hem her türlü baskıya karşı bir manifesto, hem de insanlık hâlinin duru, sade ve yalın bir dille anlatılmış öyküsü. Altı saate yakın süresi ilk anda korkutucu gelse de, bittiğinde, bir o kadar daha sürse aynı heyecanla izlenebileceğinizi hissettiğiniz bir başyapıt…

‘Bölge’nin ikinci doruğu geçen yıl festivalde çılgın, saldırgan ve bir o kadar da komik ‘Cennet Üçlemesi’ çok tartışılan Ulrich Seidl’in yeni belgeseli ‘İm Keller / Bodrumda’. Avusturyalı olma ruhunun altını eşeleyen, bu hem komik hem hüzünlü film insanların boş zamanlarında bodrumlarında yaptıkları hakkında. Avusturyalıların sakin ve dingin görünüşlerinin altında yatan, bando müziği, faşizm, opera aryaları, pahalı mobilyalar, ucuz erkek şakaları, cinsellik, atıcılık, form tutma, kırbaçlar, bebekler, yılanlar, silahlar, aşk ve aşksızlık takıntıları Seidl’in kurmaca filmlerinden de öte çılgınlıkta…

Bu yıl, Ulrich Seidl’in festivale bir katkısı daha var. Seidl, Michael Sturminger’ın yazıp yönettiği ‘Casanova Variations / Casanova Çeşitlemeleri’nin yapımcısı. Sturminger filminde, Casanova’nın ömrünün son günlerinde günlüklerini okuyarak geçmişini yad edişini, ünlü çapkının anılarını, Lorenzo da Ponte’nin librettolarını ve Mozart’ın Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni ve Cosi fan tutte operalarını olağanüstü bir kurguyla harmanlıyor. Opera, tiyatro ve sinemanın bu müthiş keyifli birleşiminin büyük kozu, opera dünyasının ünlü solistlerinin katkısını da unutmadan, hem Casanova’yı hem de Casanova’yı canlandıran Malkovich’i oynayan John Malkovich.

‘Mayınlı Bölge’ye dönersek, ödüllü yazar-yönetmen Peter Strickland’ın masalsı bir İngiliz (?) kırsalında geçen sürreel erotik melodramı ‘The Duke of Burgundy / Burgundy Dükü’  sanki Fassbinder’in ‘Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları’nın farklı bir okuması. Varlıklı amatör kelebek uzmanı Cynthia ile hizmetçisi Evelyn’in, her gün tekrarlanan ve Evelyn’in cezalandırılmasıyla sonlanan ritüeli, ilk bakışta Cynthia’nın ‘dominatrix’ rolü üstlendiği sado-mazoşist bir lezbiyen ilişki izlenimi veriyor. Ancak kısa zamanda, etken ve edilgen rollerinin görünenin tam tersi olduğu, Cynthia’nın daha geleneksel bir ilişki özlemine karşın, Evelyn’in erotik takıntılarının daha da uç noktalara gittiği fark ediliyor. Filmin sadece kadınların yaşadığı ve siparişlerin minimum bekleme süresi 8 hafta olan erotik araç gereçlerin yok sattığı bir dünyada geçmesi, karanlık bir distopyayı da hatırlatmıyor değil.

Jorge Pérez Solano’nun yazıp yönettiği ‘La Tirisia / Sonsuz Hüzün’, Meksika’nın Oaxaca bölgesinde, dünyadan izole küçük bir köyde, kadınların mutluluğu yakalamak için verdikleri uğraşı anlatıyor. Neredeyse gerçeküstü bir mekânda, yaşamın ve geçmek bilmeyen zamanın dinginliği yavaşlığında anlatılan öyküler kadar, herkesin tirisia (ebedi hüzün) dediği ruh hâlinin sinemalaştırılması çok başarılı.

Rania Attieh ve Daniel Garcia’nın yazıp yönettikleri, New York yakınlarında bir kasabada yaşayan iki Helen’e odaklanan ‘H.’, bilimkurgu ile gerilim arasındaki çizgiyi zorlayan ilginç bir çalışma. Biri 60 yaşlarında, evli ve oyuncak bir bebeğe kendi çocuğuymuş gibi bakan, diğeri sevgilisiyle başarılı bir hayat süren hamile Helen’lerin doğaüstü bir olayla alt üst olan yaşamlarından çok, yarattığı tekinsiz atmosferle etkileyici olmayı başaran bir film.

Yönetmen Jaime Rosales’in, gençliğin umudunun yoksullukla nasıl darmadağın olduğunu etkileyici bir şekilde anlattığı ‘Hermosa Juventud / Güzel Gençlik’ ‘Mayınlı Bölge’nin diğer filmlerine göre daha geleneksel formatta bir toplumsal gerçekçi dram. Geleceğe umutla bakmak isteyen ama bunu ekonomik krizin etkisi altındaki İspanya’da başarmaları mümkün olmayan iki genç sevgilinin klişe sayılabilecek öyküsü üzerinden tüm Avrupa’yı alt üst etmiş krizin sonuçlarını başarıyla aktarıyor.

Aykırı ve tedirgin edici filmler sadece ‘Mayınlı Bölge’ ile sınırlandırılmış değil. Uyarıcı, sarsıcı ve kışkırtıcı iki film de ‘Geceyarısı Çılgınlığı’ bölümünde gösterildi. Kendi payıma pek de tedirgin edici bulmadığım bu filmlerden özellikle yılın en iyi korku filmi olarak lanse edilen ‘It Follows / Peşimdeki Şeytan’ zorlama gerilimiyle en büyük bir hayal kırıklığıydı. Genç İtalyan yönetmen Saverio Costanzo’nun New York’ta çektiği, keyifli bir romantik aşk hikâyesi gibi başlayıp giderek derece rahatsız edici paranoyak bir saplantı öyküsüne dönüşen ‘Hungry Hearts / Aç Kalpler’i, Polanski’nin ‘Rosemary’s Baby’sini anımsatan gerilimiyle, bence gerçeğin hayalden çok daha korkunç olabileceğinin çok başarılı bir göstergesiydi.

Hâlâ dünya sinemasına yön vermeyi sürdüren usta yönetmenlerden Andrey Konçalovski, Rus sinemasına muhteşem dönüşü ‘Belye Nochi Pochtalona Alekseya Tryapitsyna / Potacının Beyaz Geceleri’nde, ulaşmanın tek yolu bir gölü tekneyle aşmak olan dünyanın öbür ucundaki bir köydeki gerçeküstüne yakın yaşamı anlatıyor. Köylülerin bilfiil kendilerini oynamaları bu sinemasal şiire olağanüstü bir belgesel tadı getiriyor.

Bir başka büyük usta, Bruno Dumont, genelde bütün televizyon dizilerini, özelde de polisiye dizileri tiye alan bir kara güldürüyle hepimizi şaşırttı: ‘P’tit Quinqu,n / Küçük Serseri’. Aslında ARTE için çekilmiş 200 dakikalık bir mini dizi olan film, bilinen tüm formları tersyüz eden, hele hele Dumont’dan beklenmedik derecede komik bir çalışma.

Festivalin en yaratıcı çalışmalarından ‘Réalité / Gerçeklik’, Quentin Dupieux’nün yazıp yönettiği, çılgınca gerçeküstü ile absürt arasında gezinen zekice kurgulanmış bir güldürü. Kanımca, ‘işletim belgesi’ aracılığıyla festivale fiilen getirilen sansür yüzünden tüm yarışmalar iptal edilmemiş olaydı, uluslararası yarışmanın favorisiydi.

Sonuçta festivalin 200’ü aşkın filmi arasında izleyebildiğim 60’ından, bir iki tanesi hariç büyük çoğunluğu iyi filmlerden oluşuyordu. En çok beğendiğim15’ini, en iyisinden başlayarak şöyle sıralayabilirim: (Bu listeye Panahi’nin son başyapıtı haricinde ‘Akbank Galaları’ ile, bütün görenlerin çok beğendiği ancak henüz izleyemediğim ‘İsrail Usulü Boşanma’ dahil değildir.)

1. Lav Diaz – Evvelden

2. Bruno Dumont – Küçük Serseri

3. Jafar Panahi – Taxi

4. Bille August – Sessiz Kalp

5. Ulrich Seidl – Bodrumda

6. Michael Sturminger – Casanova Çeşitlemeleri

7. Saverio Costanzo – Aç Kalpler

8. Peter Greenaway – Eisenstein Meksika’da

9. Patricio Guzman – Sedef Düğme

10. Andrey Konçalovski – Postacının Beyaz Geceleri

11. Sabina Guzzanti – Devlet Mafya Elele

12. Hal Hartley – Ned Rifle

13. Sharon Maymon & Tal Granit – Veda Partisi

14. Yury Bykov – Enayi

15. Jorge Pérez Solano – Sonsuz Hüzün

Bazıları Türkiye’de gösterime girecek. Bulursanız mutlaka izleyin.