“Kimseye Birşey Söylemeyeceğim”

Yağmur yağıyor / şemsiyem yok Düş gibi Genç ve güzel Merak ediyorum Kimse yok mu gerçekten Ay ışığında Sözü bitenlerin parodisi Olmayanların anatomisi Her şeyi biliyorum Ama Kimseye bir şey söylemeyeceğim

Erdoğan MİTRANİ Sanat
11 Mart 2015 Çarşamba

Karanlık… Telefon çalınca oyun başlıyor… Bahar Özgür’ü arıyor… Özgür henüz gelmemiş… Bahar Özgür’e haber bırakıyor… Gece eve dönmeyecek ve bir arkadaşında kalacak…

Sokak. Serin. Karanlık. Sessiz. Islak… Kimsenin olmadığı geç saatler… Genç, güzel bir kadın sokakta tek başına yürüyor… Bahar, fikir değiştirmiş eve dönüyor… Özgür’le bu gece ya da yarın kahvaltıda konuşacak… Yağmur başlıyor… Montunun başlığını kafasına çekmiş bir yabancı Bahar’a saldırarak onu bıçaklıyor… Evde, uyuyamayan Özgür, kendisini hiç tanımayan bir kişiyle konuşmak zorunda olduğunu hissederek Telekız’a telefon ediyor… Pembe bir odada pembeler giymiş bir çocuk-kadın… Onu da  pek arayan yok bu gece… Sokakta can çekişen Bahar, içindekileri bir yabancıya dökmeye çalışan Özgür ve bu gece kimse aramamış olduğundan konuşmaya en az Özgür kadar ihtiyacı olan Telekız arasında, dünün, bugünün, yaşanmakta olanların ve geçmişte yaşananların birbirine karıştığı, birbirini tamamladığı oda müziği tadındaki üçlü konuşma 60 dakikalık oyun boyunca sürüyor.

‘Kimseye Birşey Söylemeyeceğim’, Uğur Küçükdağ’ın Amerika’da 1964 yılında yaşanmış gerçek bir cinayetten esinlenerek hikâyesini oluşturduğu, kurgusu üzerinde 2014 Ocak ayında çalışmaya başladığı, bir tiyatro oyunu etrafında şekillenecek disiplinler arası bir sanat projesi.

Almanya kökenli yazar-yönetmen Turgay Doğan, 2011’de kurduğu bağımsız tiyatro gnlev’in ilk oyunu ‘Yüksek Derece’ için internetten ilan vererek bir ekip kurmuş; oyundan önce birbirini tanımayan bu sekiz gencin bilinç ve bilinçaltlarıyla yüzleşmelerinden yola çıkarak, doğaçlamalar ve tartışmalarla bir metin oluşturulmuştu. Ortaya çıkan son derece yoğun metin başarıyla sahneye aktarılmış, o günden beri aralıklı da olsa sahnelenmeye devam etmişti.

Bu tiyatro mevsiminde de yeni yorumuyla seyirci karşısına çıkan ‘Yüksek Derece’nin çok başarılı toplu oyunculuğuna, devamlı satmaya çabaladığı ayakkabılarla dolu odasında, 2 metre boyunda, rakı içip dans etmeye meraklı dev bir böcek kâbusları gören 406’daki adamı oyunun ilk sahnelenmesinden beri canlandıran Uğur Küçükdağ’ın katkısı büyük.

Bu genç oyuncu, giderek has bir tiyatrocuya dönüşmüş, kurduğu, görme yeri adını verdiği tiyatroda, kadının aile, toplum ve ebeveyn gözündeki yerini inceleyen, şiddeti katmanlarına ayırarak eleştiren ilk oyunu ‘Gürültünün İçinde’yi yazıp yönetmişti.

Halen sahnelenmeye devam eden bu oyunun yanı sıra, kadın hakları, kadına karşı şiddet ve kadının toplumdaki yerine odaklanmış olan görme yeri’nin, Uğur Küçükdağ’ın yazıp yönettiği yeni projesi Kimseye Birşey Söylemeyeceğim de mart ayı başından beri seyirci karşısında.

Oyun, Amerika’yı derinden sarsan bir cinayet sonrasında psikoloji literatürüne ‘Seyirci Etkisi / Bystander Effect’ olarak geçen sendromdan yola çıkıyor. ‘Seyirci Apatisi’ olarak da tanımlanabilecek bu sendrom, bir olay yerinde çok sayıda seyirci bulunmasının, her bir seyircinin oradakilerden birisinin yardım edeceğini düşünmesine yol açacağını ve bunun da hiç kimsenin yardım etmemesi gibi bir sonuç doğuracağını söylüyor.

24 Mart 1964’de New York Times’ın “Başımıza iş almayalım…” başlıklı yazısında, 13 Mart sabahı saat yaklaşık 3:20 civarında çalıştığı kafeden çıkan Catherine Kitty Genovese’nin evinin çok yakınında bir seri katil tarafından öldürülmesi detaylı olarak anlatılmaktadır. Kadını bıçakladıktan sonra uzaklaşan saldırgan, ilk darbelerin öldüremediği kurbanı doğrulmaya çalıştığında birkaç kez geri dönerek ölene kadar bıçaklamaya devam etmiştir. Yakalandıktan sonraki ifadesinde katil Winston Moseley, “Komşuların bizi gördüğünü fark ettim, çekip gidecektim ama, hepsi korku içinde pencerelerini kapattılar ve uyumaya gittiler, ben de rahatça işimi gördüm” demişti. Olaydan bir süre sonra, bir arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesinden sonra polisi arayan şahıs da “Olayın içinde yer almak istemediğini” beyan etmişti.

Uğur’un kadın cinayetlerini, toplumsal duyarsızlığı, seyirci etkisi sendromunu kavramsal ve gerçekçi bir yaklaşımla yeniden anlatmaya, yorumlamaya soyunduğu Kimseye Birşey Söylemeyeceğim, Bahar’ın bıçaklandığı andan ölüm anına kadar olan zaman diliminde geçen çok katmanlı bir metin. Yazar, kent yaşamındaki duyarsızlaşmanın toplumu vicdan ve empati yoksunu bir kitleye dönüştürerek medeniyetten uzaklaştırmasını sert bir dille eleştirirken, sosyo-politik manifesto tuzağından uzak durarak, mesajını çiftin geçmişine yolculuklar yapan mahrem bir öykü üzerinden vermeyi başarıyor.

Yönetmen Uğur, henüz oyun başlamadan izleyicilerini cinayetin işlendiği ıslak ve karanlık sokağın iki tarafına oturtarak onları doğrudan olayın görgü tanığı olarak olaya dâhil ediyor.

Büşra Şen’in sahne tasarımının ana hattını oluşturan sokakta, bir iki parmak su bazen seyircilerin üzerine sıçrayarak olayın gerçekliğiyle daha da fazla yüz yüze kalmalarını sağlıyor. Sahnelemede heyecan verici küçük ama parlak başka buluşlar da var. Son nefesini veren kadının çığlığı ile orgazm çığlıklarının karışması ya da sevişme sahnesinde, dışsal şiddetle, en sevimli ve sevecen bir karakterin bile derinlerinde yatabilen içsel şiddeti paralel olarak vermesi çok etkileyici.

Oyuncu yönetimi de çok iyi. Bahar ve Telekız’da Nihan Aypolat ile Nihan Demirelli neredeyse kusursuzlar.  Bıçaklandıktan sonra düşe kalka doğrulmaya çalışan Bahar’ı izlerken bazı replikleri bile kaçırdığımı itiraf edeyim.

Kimseye Birşey Söylemeyeceğim her sahnelemedeki aksaklıklardan da nasibini almış. Prömiyere 45 gün kalmışken Özgür’ü canlandıracak oyuncudan istediği verimi alamayan Uğur, radikal bir çözüme giderek karakteri kendisi yorumlamaya karar vermiş. Aslında farklı fiziği olan bir Özgür düşündüğünü söylese de, bir yılı aşkın bir süredir kafasında o yaşattığı, tanıdığı, bildiği bir karakteri son derece nüanslı bir oyunculukla sahneye aktardığını düşünüyorum.

Kimseye Birşey Söylemeyeceğim, tezli bir metinden gerçek tiyatro yapılabileceğinin az bulunur başarılı örneklerinden biri. 16, 30 Mart ve Nisan-Mayıs aylarında Mecidiyeköy Tiyatro Hâl’de. Mutlaka görün derim.

Sahne Hal: Eski Osmanlı Sokak, Büyükdere Caddesi, Mecidiyeköy

 

 

‘Zübük’ ya da ‘Kağnı Gölgesindeki İt’


“İt, kağnı gölgesinde yürür de, kendi gölgem sanırmış.” (Atasözü)

Şimdi çok iyi anladım ki,  Zübük bir tane değil,  biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi.  Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor: Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz,  kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz.  Sonra kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz (…) Ama gerçekten zübüklerden,  kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz?”  Aziz Nesin

 

2015, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet’in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazarımız Aziz Nesin’in yüzüncü doğum yılı. Öykü, roman, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizahının bu büyük ustası, yıl boyunca devam edecek ‘Aziz Nesin 100 Yaşında’ etkinlikleriyle anılacak. Etkinlikler Tiyatrokare’nin Nedim Saban tarafından uyarlanarak sahneye konduğu, galanın tüm gelirinin de Nesin Vakfı’na bağışlandığı ‘Zübük’ün galasıyla başladı.

Türkiye’de siyasetin ve siyasetçilerin yükseliş öykülerini yoğun bir kara mizah diliyle, Zübükzâde İbraam’ın halkı kandırmasına rağmen önce belediye başkanı, sonra milletvekili seçilmesinin, hiçbir vaadini tutmamasına karşın desteklenen adam olmasının üzerinden anlatan Zübük, Nesin’in 54 yıl önce yazdığı bir roman.

Çıkarcı, dolandırıcı, hinoğluhin Zübük, üçkâğıtçı kasaba politikacısının kişileşmiş, vücut bulmuş şeklidir. Başvurduğu hileler sonunda hep açığa çıkar ama, kasaba halkı aldatıldığını öğrendiğinde bile ondan uzaklaşmaz, kötülüklerine karşı kesin tavır takınmadığı gibi Zübükzâde’nin becerisine giderek artan bir hayranlık duyar. Yazarın hicvi bu nedenle Zübük’e olduğu kadar ona uygun ortam sağlayan işbirlikçi ve menfaatçi çevreye de yöneliktir.

Ne dersiniz, öykü size biraz fazla tanıdık gelmiyor mu? Bana öyle geldiğinden Nedim Saban’ın sık sık seyircilerin alkışlarıyla kesilen başarılı prodüksiyonunu pek keyif alamadan, hatta huzurum kaçarak ve irkilerek izledim. Aziz Nesin’in yukarıdaki alıntıda yarım yüzyıl önce sorduğu “Ama gerçekten zübüklerden,  kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz?” sorusunun günümüzde cevabı ne yazıktır ki “yok be usta, ne gezer, biz dâhil bütün zübükler sapa sağlam mesaiye devam.”

Nedim, romanı tiyatroya uyarlarken, konunun çeşitli kişilerin ağzından anlatılması ve bunlar birleşince bütüne ulaşılması formatını korumuş. İyi de olmuş ama dekor değişikliği de içeren ve epizodları birbirine bağlayan ‘es’ler tempoyu biraz düşürüyor. Sahne trafiğiyle biraz oynanarak halledilebilir ki, bu da aslında sarkmayan oyuna hak ettiği ivmeyi kazandırır. Bir de benim izlediğim gösterimde müziklerde ciddi bir sorun vardı. Basit bir teknik arıza olduğunu ve Nedim’in bunu anında halledeceğini biliyorum.

Yukarıdaki iki küçük negatife karşın, sahnelemenin çok sayıda artısı var. Canlı video çekimleri başarılı. Seyirciyle birebir kurulan iletişim oyuna interaktif bir tat kazandırıyor. Metne hiç de yapay durmayan kimi güncellemeler başarıyla giydirilmiş. Başta Zübük Tuna Orhan olmak üzere, Derya Artemel, Füsun Kostak, Halim Ercan, Hakan Akın, Ercü Turan, Hilmi Özçelik, Evren Erler, Serdar Aydın, Emrah Düzkaya, Ena Alpar ve Selim Tezin’den oluşan kadronun bir toplu oyunculuğu çok iyi. Özellikle camiden çıkıp gelmiş gibi sahne alan etkileyici din adamı yorumuyla Evren Erler’i, keşfetmekten mutlu oldum.

Tiyatrokare kelimenin tam anlamıyla gezginci bir topluluk. Ne zaman nerede olduklarını ancak web sitelerinden izleyebilirsiniz. Orada ya da burada Zübükü izleyin derim.