Bu hafta ağımıza takılanlar

“Türkiye’de bir kuşak var, bilinçdışı olarak bu nefret söylemini içselleştirmiş durumdalar. Bazıları için Müslüman olmayanlar, potansiyel bir düşman. Bu durum, sadece dindar kesimde görülmüyor tabii ki, milliyetçi kesimde de var. Dindar kesimde, daha çok Musevilere yönelik bir nefret söyleminin içselleştiğini görüyoruz. Bu, aldıkları eğitimden, bulundukları sosyal ortamdan kaynaklanan birtakım önyargıların zaman içinde tam anlamıyla içselleştirilmesiyle oluşuyor. Yahudi karşıtı davranışlar, bu çevrede ırkçılık ya da nefret söylemi olarak dahi görülmüyor, tamamıyla normalleşmiş durumda. Ancak, bir gün birisi nefret söylemi yasası var, biz de bunun icraatına geçiyoruz dediğinde, bu konuda bir ilerleme ve bilinçlenme görebiliriz. Hükümet katından gelen Yahudi karşıtı nefret söyleminin de, bilinçli yapılmadığını düşünüyorum. Ama bir yandan Holokost anması yapılırken, diğer yandan böyle bir nefret söylemine maruz kalınmasının mantıklı bir izahı olamaz. Bu önyargıların eğitimle ve hukukun işlerlik kazanmasıyla yıkılabileceğine inanıyorum.“ Ivo Molinas – www.agos.com.tr (Söyleşi - Fatih Gökhan Diler)

İzak BARON Diğer
18 Şubat 2015 Çarşamba

 

Bu Haftanın “Takılanlar”ı

  • ”Sİ, VALLAHİ BİLLAHİ!” O GÜN BUGÜNDÜR BURALIYIZ

Merhaba, ben bir Sefarad’ım. Osmanlı’nın renklerinden biriyim.  Atalarım 1492 yılının Mart ayında İspanya’da yaşayan ve dinlerini değiştirmeyi red eden Müslüman’larla birlikte İspanya’dan sınır dışı edilince, Sultan II. Beyazıd’ın davetiyle bu topraklara yerleşmiş. Sefaradlar olarak İspanya’dan bu topraklara gelirken; eşyalarımız, geleneklerimizle birlikte lisanımızı da sırtımıza yükleyip Osmanlı’nın gemileriyle çoluk çocuk, genç yaşlı demeden yaklaşık 200 bin kişi Akdeniz’e açılmışız. İşte açılış o açılış.. ”Si, vallahi billahi!” o gün bugündür buralıyız.

Diğer Yahudiler’den farkımız, Osmanlı’nın Yahudisi olmamız. Bugün kendi aramızda konuştuğumuz eski İspanyolca olan Ladino, Osmanlı alt kültürlerine ait dillerden yalnızca biriymiş. 1492’de geldiğinde ezan sesini dinleyip, dualarınızı çok seven Sefarad atalarım, kendi sinagoglarında da aynı makamları kullanmaya başlamış. O gün bu gündür Türkiye’deki Müslüman’larla aynı makamda dua ederiz ve bu bilgiyi az kişi bilir. Sinagoglarda ise, ülkemizin geleceği ve cumhurbaşkanının selameti için dua etme geleneğimiz devam eder.

Bilirsiniz, kendi toprağı olmayan dil pek yaşamaz derler ama Osmanlı İmparatorluğu’nun hoşgörüsüyle Ladino bugünlere kadar var olmayı başarabilmiş bir dil.  Kimileri Ladino için 15’inci yüzyıl İspanya’sına ait, kral ve kraliçelerinin konuştuğu dil der.

Ben ise, Ladino’ya ; “annanemin  bana  ninni söylediği dil” diyorum..

Sefarad yazarlarımızdan Mario Levi’nin söylediği gibi “İspanya’da konuşulan İspanyolca zamanla bozulmuş; Ladino ise, kapalı toplumda konuşulduğu için çok az değişime uğramıştır. Diğer bir deyişle, saf İspanyolca İspanya’da değil, Türkiye’de konuşuluyor. (Alın size Türkiye’nin bir kültürel zenginliği daha).

Ben Ladino konuşamıyorum. Benim hiçbir arkadaşım konuşamıyor.

Annanemizin ninnilerini, yemeklerini, gülüşlerini unutuyoruz.. Üzülüyorum.

Osmanlı yadigârı geleneklerimiz, şarkılarımız, kültürümüz, Ladino’nun unutulmasıyla birlikte yok oluyor.

http://www.posta.com.tr/yasam/HaberDetay/Bir-Sefarad-in-mektubu.htm?ArticleID=267783

 

  • YAHUDİLER, VERGİSİNİ ZAMANINDA ÖDER, HERHANGİ BİR SİYASİ KONUDA YORUMDA BULUNMAZLAR. İSRAİL KONUSUNDA ÜZÜLÜR, AMA HİÇBİR ŞEY KONUŞMAZLAR. AYNI, HÜKÜMETİN İŞLERİNE BİZ KARIŞMAYIZ MANTIĞIYLA

Türkiye’de bir kuşak var, bilinçdışı olarak bu nefret söylemini içselleştirmiş durumdalar. Bazıları için Müslüman olmayanlar, potansiyel bir düşman. Bu durum, sadece dindar kesimde görülmüyor tabii ki, milliyetçi kesimde de var. Dindar kesimde, daha çok Musevilere yönelik bir nefret söyleminin içselleştiğini görüyoruz. Bu, aldıkları eğitimden, bulundukları sosyal ortamdan kaynaklanan birtakım önyargıların zaman içinde tam anlamıyla içselleştirilmesiyle oluşuyor. Yahudi karşıtı davranışlar, bu çevrede ırkçılık ya da nefret söylemi olarak dahi görülmüyor, tamamıyla normalleşmiş durumda. Ancak, bir gün birisi nefret söylemi yasası var, biz de bunun icraatına geçiyoruz dediğinde, bu konuda bir ilerleme ve bilinçlenme görebiliriz. Hükümet katından gelen Yahudi karşıtı nefret söyleminin de, bilinçli yapılmadığını düşünüyorum. Ama bir yandan Holokost anması yapılırken, diğer yandan böyle bir nefret söylemine maruz kalınmasının mantıklı bir izahı olamaz. Bu önyargıların eğitimle ve hukukun işlerlik kazanmasıyla yıkılabileceğine inanıyorum.

(…) Türkiye’de Musevi cemaatinin asıl dili ‘Ladino’, ancak ‘vatandaş Türkçe konuş’ denince, bizimkiler hemen asker gibi, çocuklarına Türkçe isimler koymuş, sokakta vapurda Türkçe konuşmuş. Hâlbuki Ermeniler ve Rumlar, bu emre pek uymadı, hâlâ kendi kültürlerini ve dillerini koruyorlar. Biz Ladinoyu öldürdük. Ben anlıyorum, fakat konuşmuyorum. Benim çocuklarım da anlıyor gibi, ama hiç konuşmuyorlar. Şimdi bizde Türkçe kelimelerin de karıştığı Ladino bir deyiş vardır: “No moz karışayamoz a la eços del hükümet.” “Hükümetin işlerine biz karışmayız” anlamına geliyor. Biz normal bir hayat sürmek istiyoruz. Çocuklarımıza en iyi eğitimi vermek, zengin olmak istiyoruz. Yahudiler, eğitime en çok önem veren toplumdur. Eğitime çok önem verdiğinde, diğerlerinden ayrışıyorsun. Ticaret, sanayi gibi her türlü parasal konularda üstlere fırlıyorsun. Amaç daha iyi yaşamak… Yahudiler, şarap içtiğinde “Hayata” derler. İyi yaşamak içindir. Türklerse “Şerefe” derler. Gurur, şeref çok önemli… Kültürel mirastan bahsediyoruz, iyi hayat için her türlü mücadeleyi vereceksin. Biz burada iyi yaşamak için hükümetle sıkıntıya girmemeliyiz. Hep iyi vatandaş olacağız. “Vatandaş Türkçe konuş”, hemen Türkçe konuşmaya başlamışız. Neye mal olmuş, dilimize mal olmuş. Yahudiler, vergisini zamanında öder, herhangi bir siyasi konuda yorumda bulunmazlar. İsrail konusunda üzülür, ama hiçbir şey konuşmazlar. Aynı, hükümetin işlerine biz karışmayız mantığıyla. Ne Ergenekon, ne Kürt meselesi, çözüm süreci... Bireysel olarak eskiye oranla daha iyi tabii. Şalom’la Agos arasındaki farka baktığınızda da, Şalom’un daha yapıcı bir dil kullandığını görürsünüz. Agos daha cesurdur, karşı çıkan gazetedir. Şalom, son birkaç yılda biraz değişmesine rağmen, yapıcı bir dil kullanır. Amaç, her zaman iyi geçinmek… Dolayısıyla, bizim toplumdan herhangi bir görüş alamazsınız; en fazla, hükümetle ilgili iyi temennilerde bulunabilirsiniz.

İvo Molinas 

(Söyleşi:Fatih Gökhan Diler) http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10577/no-moz-karisayamoz-a-la-ecos-del-hukumet

 

  • ANKETLERE GÖRE MECLİSE GİRMESİ ÖNGÖRÜLEN TEK SOL PARTİ OLARAK BU İTTİFAKIN DA SAĞ SÖYLEME BU ŞEKİLDE TESLİM OLMASI, İSRAİL’İN SİYONİZMİNİN GİDEREK ONUN ÖZSEL KARAKTERİ OLARAK TESCİLİ ANLAMINA GELİYOR

Dahası, siyonizme selam çakmanın oy deposuna dalmak olarak görüldüğü bir yerde herkes bu depodan pay kapma yarışına giriyor. O yüzden yukarıda değindiğimiz sol ittifak bile adını “Siyonist ittifak” olarak koymayı tercih etti. Anketlere göre meclise girmesi öngörülen tek sol parti olarak bu ittifakın da sağ söyleme bu şekilde teslim olması, İsrail’in siyonizminin giderek onun özsel karakteri olarak tescili anlamına geliyor.

Netanyahu’nun ABD Temsilciler Meclisi’nde konuşma yapma hamlesine geri dönersek, bu hamle de aslında iç politikada puan arttırmaya dönük bir girişim. Ancak Netanyahu’nun Obama’dan habersiz ve davet olmaksızın temsilciler Meclisi’nde konuşma yapma girişimi bir bakıma Obama’dan rol çalma, Onun alanına destursuz girmek gibi bir anlamı var. Çünkü Obama’nın by-pass edilmesiyle organize edilen davette Netanyahu’nun mecliste yapmayı düşündüğü konuşma konusu İran’ın Nükleer Programının İsrail güvenliğine oluşturduğu tehdit idi. Temsilciler Meclisi ve Kongre üyeleri üzerinde şu veya bu lobi faaliyetleriyle istediği etkiyi oluşturabilse de, bu etkiyle ABD’nin bütün siyasetini bloke etme konusunda sergilenen işgüzarlığın tipik bir örneğini oluşturmuştur bu durum. Bu işgüzarlığın ABD içinde hiç bir rahatsızlık konusu olmadığını söylemek mümkün değil.

Netanyahu ve Obama arasındaki ilişkiler zaten epey gergin. İki liderin birbirinden ve politikalarından pek hazzettiği söylenemez.

Seçimler her zaman tıkanık durumların aşılmasında bir umut ve potansiyel taşır, ama görünen kadarıyla İsrail seçimleri daha şimdiden Filistin konusunda umut verici ve adil bir çözüm ihtimalini daha da azaltan bir seyir izliyor.

Aslında kısaca, İsrail cephesinde yeni bir şey yok, diyebiliriz.

Yasin Aktay

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yasinaktay/israilde-yaklasan-secimlerde-siyonist-populizmin-dayanilmaz-cazibesi-2007858

 

  • HAMAS’I ÇİFT YÖNLÜ KULLANARAK, BATI VE İSRAİL’LE İLİŞKİLERİNDE AÇILIM YAPMAYA ÇALIŞMAK, BATI TARAFINDAN DA, İSRAİL TARAFINDAN DA İKNA EDİCİ BULUNMUYOR

Türkiye, Hamas ve Filistin politikasını, sadece Arap dünyasıyla değil, Batı ile ilişkilerinde de bir araç olarak kullanıyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Hamas’ın Türkiye için taşıdığı bu çift yönlü kullanım değerini şöyle ifade ediyor:

"Türkiye Ortadoğu'daki barış için katkı sağlamak istiyor ve katkı sağlayacak herkesle diyalog kuruyor. Herkesi ikna etmeye çalışıyor. Hamas'ın daha önceki ile şimdiki çizgisi arasında ne kadar fark var herkes görüyor. Buna en çok katkı sağlayan ülke Türkiye. Bir çözüm olduğu zaman Hamas'ı bağımsız bir İsrail devletini tanıma noktasına dahi ikna etmiştik. Bizim Hamas ile olan diyaloğumuz aslında barış ve diyalog için önemlidir.”

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri, Hamas’ı İsrail’i tanımaya ikna ederek yani el-Fetih’e dönüştürmeye çalışarak Türkiye’nin 1949’da ‘İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke’ perspektifini zenginleştirmeyi hedefliyor olabilir.

Ancak Hamas’ı çift yönlü kullanarak, Batı ve İsrail’le ilişkilerinde açılım yapmaya çalışmak, Batı tarafından da, İsrail tarafından da ikna edici bulunmuyor.

Kendisiyle sadece Filistin sorunu bağlamında ilişki kuran eski dostlarına dönmeye çalışması, Hamas’ın da artık çift yönlü kullanım aracı olmaktan rahatsızlık duyduğunu gösteriyor.

Ankara, Filistin sorununu çift yönlü kullanarak Arap dünyasında kazandığı krediyi, Batı ile ilişkilerinde kullanmayı hedeflemişti; ancak bunun tamamını Suriye’de harcadı.

Türkiye, Filistin sorununun çözümü konusunda Suriye ile karşıt, Mısır’la ise aynı kampta yer alıyordu.

Ankara, Suriye politikası sebebiyle İsrail’i Türkiye’nin Arap ülkeleriyle transit taşımacılığında alternatif haline getirdi. Kahire ile kavgası ise Türkiye ile Mısır arasındaki taşımacılık anlaşmasının sonu oldu ve İsrail’i tek alternatif yaptı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin bölgesiyle ilişkilerinde İsrail’i tek alternatif haline getiren Filistin politikasının özeti işte bu.

Alptekin DURSUNOĞLU

http://www.ydh.com.tr/YD448_erdogan-in-filistini.html

 

Netten okumalar

 

  • OBAMA İLE NETANYAHU NEDEN KÜS – RAFAEL SADİ

http://odatv.com/n.php?n=obama-ile-netanyahu-neden-kus-1502151200

 

  • YAŞLANAN İZMİR – SAMİ AJİ

http://avramaji.blogspot.com.tr/2015_02_01_archive.html

 

  • 11-SUBAT-1941:-“ECNEBİ”-YAHUDİLERİN TURKİYE’DEN TRANSİT GEÇMELERİ HAKKINDA KARARNAME YAYINLANDI

http://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/766/11-Subat-1941:-%E2%80%9CEcnebi%E2%80%9D-Yahudilerin-Turkiye%E2%80%99den-transit-gecmeleri-hakkinda-kararname-yayinlandi

 

  • ŞALOM GAZETESİ GENEL YAY. YÖN. KÜLTÜR TV'DE ÇAĞLAR CİLARA'YA KONUŞTU

https://www.youtube.com/watch?v=p-QWN8cQKzI

 

  • EVA’NIN HİKAYESİ - EROL ANAR

http://www.cafrande.org/?attachment_id=56556

 

  • ANTİSEMİT OLAYLARDA REKOR ARTIŞ

http://israilblogu.com/2015/02/16/antisemit-olaylarda-rekor-artis/

 

  • PARİS’TEN SONRA KOPENHAG...- SAMİ KOHEN

http://www.milliyet.com.tr/paris-ten-sonra-kopenhag-/dunya/ydetay/2014883/default.htm