Kalaşnikof kaleme karşı

İzel Rozental, kimini şahsen tanıdığı, kimini ise uzun yıllardır hayranlıkla takip ettiği, Charlie Hebdo saldırısında teröre kurban giden karikatüristleri anlattı. Saldırının kendilerinde bıraktığı izlenimleri yine çizgileriyle anlatan karikatürist arkadaşları ise yazıyı renklendirdi.

İzel ROZENTAL Gündem
14 Ocak 2015 Çarşamba

Semih Poroy

 

Hâlâ öfkeliyim! Olanları bir türlü hazmedemiyorum. Sırf karikatürle mizah yapıyorlar diye insanların katledilmesi bu asırda insan aklının alacağı şey değil. Bunun ‘ama’sı maması da yok! Evet, hınzırdılar. Tabu tanımıyorlardı. Yasaklara savaş açmışlardı. Sembollere karşıydılar, pornografinin sınırlarında dolaşıyor,  statükoyu rahatsız ediyorlardı. İtiraf etmem gerekirse ben de bu şiddetli rahatsızlıklarından rahatsızdım. Cehaletle mücadele etme yönteminin cahilleri ti’ye alarak kışkırtmak değil, onları kullananlarla mücadele etmek olduğuna inananlardanım. Doğrudur, ifade özgürlüğü tabu tanımamalı. Oysa bilmediğini bilmeyen insana ne yapsanız nafile! Ona öğretmeyen, ona öğretmek istemeyen, yanlış yönlendirenlerle mücadele etmek gerekir. Ama nasıl? Kaleme kalaşnikofla cevap verene ne yapılabilir ki?

 

Tan Oral 

 

Perşembe gününden bu yana, tüm dünya basını ayakta. Karikatürcüler seferberlik ilan ettiler; Amerikalısı, Avrupalısı, Afrikalısı, Ortadoğulusu, Asyalısı, hangi milliyet, hangi milletten olursa olsun haldır haldır “JE SUIS CHARLIE” hashtag’i altında bu olayı çizimleriyle protesto ediyorlar. Pazar günü Paris’te 1,5 milyon, Fransa’da 4 milyon insan sokaktaydı! Sosyal ağlarda yüz binlerce karikatür dolaşıyor. Normalde altmış bin dolaylarında basılan Charlie Hebdo Dergisi, bu hafta yalnız Fransa’da bir milyon adet basıldı. Dayanışma adına diğer ülkelerde basılanlar – ki bunların arasında Türkiye de var – bu rakama dâhil değil. Charlie’nin son sayısı karaborsaya düştü, sanal ortamda ederi 75 bin Avroya kadar çıktı, alıcı çıkar mı bilinmez. Bütün bu olanlar öldürülen mizah ustalarını geri getirmez elbet, ama kalemin kalaşnikofa karşı gücünün kanıtıdır.

Arayan dostların çoğu “tanıyor muydun?” diye soruyor. Tanısam ya da tanımasam ne fark eder? Bütün dünya onları tanıyor artık. Geçtiğimiz hafta, Cumhuriyet Gazetesi için kaleme aldığım kısa makalede onları böyle tanıtmıştım:

Tignous (Bernard Verlhac) yaşıtım ve bir ‘Cartooning for Peace’ üyesi idi. BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan ile Le Monde Gazetesinin çizeri Plantu’nun 2006 yılındaki karikatür krizinden sonra kurdukları oluşumda yer alıyordu, tıpkı Semih Poroy, Piyale Madra, Ramize Erer ve benim gibi… Karikatürün barış ve hoşgörüyü geliştirmek için önemli bir iletişim aracı olduğuna inananlardandı. Yüzünde hep çekingen fakat muzip bir ifade taşırdı. ‘Şanslıyım, çünkü karikatür çizerek hayatını kazanmanın mümkün olduğu bir ülkede yaşıyorum’ diyordu.

Wolinski, öldürülen karikatürcüler arasında ülkemizde en tanınanı idi. Defalarca Türkiye’ye gelmiş, Aydın Doğan Karikatür Yarışması’nda jüri başkanlığı yapmıştı. Cavanna, Siné, Reiser ve Cabu ile birlikte Fransa’da 68 hareketinin başını çekenler arasındaydı. Solcuydu ama en çok solcularla dalgasını geçerdi. O kadar ki, kimi zaman sağcılardan yana tavır almakla suçlanırdı. Oysa 1981 yılında, sol Mitterrand ile birlikte iktidara geldiğinde, artık biz solu eleştiremeyiz diye kabuğuna çekilmeyi düşündüğünü dostları söyler…

                                                                          Michel Kichka/ İsrail

 

Robert Rousso/ Fransa

 

Cabu ise ilk gençlik yıllarımdan beri hayranı olduğum bir çizerdi. Biraz da kendimle özdeşleştirdiğim, uzun saçlı, üşengeç liseli ‘Le Grand Duduche’ tiplemesiyle haftalık Pilot Dergisinde tanıştığımda sekizinci sınıfa gidiyordum. Cabu’nün müthiş çizgisine ta o zamandan beri tutkunum. Yıllar sonra kendisini tanıdığımda, böylesine yetkin ve sert mizah anlayışına sahip olan bir sanatçının bu kadar yumuşak ve mütevazı olmasına çok şaşmıştım. Farklı bir özelliği ise beni daha çok şaşırtmıştı: Cabu, bloknotuna ve elindeki kaleme hiç bakmaksızın, hatta çizim aletlerini dizlerinin üstüne yerleştirip masanın altına gizleyerek karşısındakinin portresini ustalıkla çizebiliyordu!

Charlie’nin genel yayın yönetmenliğini yapan Charb ile hiç karşılaşmadım, tanışmadık. 2012 yılında bu göreve geldiğinde kendisiyle yapılan bir röportajı okumuş, bir karikatürcü olarak söylediklerinden kendi payıma gurur duymuştum. Şimdi yeniden güncel olan bu röportajın bir yerinde, ‘Korkmuyor musunuz’ sorusuna Charb şu yanıtı vermişti: ‘Misillemeden korkmuyorum. Çoluk çocuğum yok, karım yok, arabam yok, borcum yok. Belki büyük söz etmiş olacağım, ama diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmeyi yeğlerim.’

Yukarıda saydığım dörtlünün yanı sıra katledilen bir beşinci karikatürcü var ki, kanımca kendisinden söz edilmeyerek anısına haksızlık ediliyor. 74 yaşındaki Philippe Honoré, Charlie Hebdo’nun en yetkin çizerlerinden biriydi. Kendine has farklı bir stili ve mizah anlayışı vardı. Yıllar önce çizgisini dostum Turgut Çeviker’e gösterdiğimde onun da aynı tepkiyi verdiğini, Honoré’nin siyah lekeleri ağır basan karikatürlerini hayranlıkla izlediğini hatırlıyorum…

Sosyal medyada mizah dünyasındaki bu önemli kayıpların asla telafi edilemeyeceği konuşuluyor; yerlerinin doldurulamayacağı, bir daha kimsenin bu denli cüretkâr olamayacağından dem vuruluyor. Merak ettiğim, yaşasalardı acaba bu korkunç olayı ve haklarında yazılanları nasıl ti’ye alırlardı?”