6-7 Eylül’den askeri darbelere, Orhan Pamuk İstanbul’u dinliyor

Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk’un son romanı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ Yapı Kredi Yayınları’dan piyasaya çıktı.

Dünya
8 Aralık 2014 Pazartesi

Pamuk’un son romanı  hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı eser, bozacı Mevlut ile, üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor.

1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar.  Kitabın kahramanı Mevlut, bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izlerken, diğer yanda  ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur.

Seyyar satıcı Mevlut, onu farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. 

Roman bir yanda  arka planında İstanbul’un geçirdiği büyük sosyal değişikliği yansıtırken,  bir yandan da “Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler?”  sorularına cevap arıyor.

Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini de yan hikayeler olarak resmediyor... 

Roman aslında Türkiye'nin son 40 yılının genel bir görünümünü  anlatırken, kişisel öyküleri de mizahla aktarıyor ve hayat ile ilgili temel felsefi, ahlaki sorular soruyor. 

Hürriyet’ten Çınar Oskay, roman ile ilgili olarak yazarla bir röportaj yaptı.

Yazar Pamuk,  Çınar’ın  Kitap pek çok toplumsal olaya değiniyor. 6-7 Eylül, askeri darbeler, Madımak... Ama Gezi yok. Hikâyenin önüne geçmesinden mi çekindiniz? şeklindekisorusuna şöyle cevap veriyor:


”Böyle bir soru bekliyordum. 12 Eylül oldu, romanları yazıldı. Ben istemedim. Çok sıcak olduğu için. Ama 12 Eylül romanlarında anlatılan siyasi, tarihi gelişmeleri 12 Eylül’den bahsetmeden yazdım. 
Gezi’yi benim için saygın ve cazip kılan, laik orta sınıfların sokağa çıkıp ‘Arkadaş, laik dünyama, hayat tarzıma ilişme’ demeleriydi. Sokağa çıkıp, fikirlerini ifade etmeleriydi. Benim ilgimi çekti ama düşünce özgürlüğünü anlatabilmek için romanıma Gezi’yi koymama gerek yok. Türkiye’de düşünce özgürlüğü ne yazık ki çok kötü vaziyette.

‘Yerlerde sürünüyor’ demeyeyim de ne diyeyim?

Pek çok dostum ‘Şu, şu gazeteden atılmış. Bu, bu gazeteden atılmış’ diye anlatıyor. Artık iktidara en yakın gazeteciler bile takır takır! Bu kadar çok gazeteci atılan bir yer görmedim. Bu bir... 
İkincisi ve en kötüsü, bir korku var. Herkes korkuyor, onu görüyorum. Hem bir şeyler söylemek istiyor hem işinden atılmaktan korkuyor. Normal değil. Baskı, cesaretli laf söyleyeni önemli kılıyor.  Yaratıcı düşünce değil, cesaret öne çıkıyor. Freedom House gibi dünyadaki önemli kurumlar söylüyor ama ben de söylüyorum: Türkiye’de düşünce özgürlüğü yerlerde

sürünüyor.”


 

Kaynak: Hürriyet, Radikal, Yapı Kredi Yayınları