Soytarım Lear

İki ödeneksiz tiyatrodan, ödeneklileri kıskançlıktan çatlatacak bir prodüksiyon

Erdoğan MİTRANİ Sanat
26 Kasım 2014 Çarşamba

“Bir soytarının felsefesi, herkesin birer soytarı olduğu düşüncesini temel alır ve tabii en büyük soytarı da, kendisinin soytarı olduğunu bilmeyen kişidir”

Özdemir Nutku


Kral Lear’, Shakespeare’in en ünlü trajedilerinden biri. Ülkesini kızları arasında bölüştürmesiyle başlayarak her şeyini kaybetmesiyle sonuçlanan oyun, iktidar ve veraset kavgalarının her yanı sardığı, gençlerin yaşlılara düşman olduğu, doğanın bile çıldırmaya başladığı çivisi çıkmış bir dünyada geçer. Hiç kimsenin mantıklı davranamadığı bu mahşer ortamında gerçekleri, doğruları sadece ‘soytarı’ dillendirmektedir.

Shakespeare en acıklı öykülerinde bile, sözlük karşılığı budala, aptal, salak, maskara olan ‘fool /soytarı’yı karşımıza sağduyunun temsilcisi olarak çıkarır ki, bu karşıtlık en trajik oyunlarına bile karanlık ve grotesk bir mizah duygusu katar. 

İKSV, 19. Uluslararası Tiyatro Festivali’ programına, Shakespeare’in 450. doğum yılını kutlamak için Shakespeare prodüksiyonu almış, Altıdan Sonra Tiyatro’nun kurucularından Yiğit Sertdemir’den de festival için bir Shakespeare oyunu istemiş.

Trajedinin barındırdığının groteske çevrildiğinde daha net, okunur ve görünür olacağını düşünen Sertdemir, Lear’ın öyküsünde iyice belirginleşen grotesk öğeleri öne çıkaran farklı bir ‘Kral Lear’ sahnelemeye karar vermiş:

 “Biz yolculuğumuza, Lear’ın ve çevresindekilerin hikâyesini; Lear’a en yakın kişi olan, bütün gerçekleri ve fikrini hiç çekinmeden dillendirebilen, fakat her nasılsa oyunun bir yerinde kaybolan ve bir daha adı bile geçmeyen, Soytarı’nın gözünden başladık. Oyunun o bilinmedik anında kaybolan Soytarı, yanına aldığı bu hikâyeyi, başka soytarılarla yeniden anlatmayı seçse; Lear’ın yaşadıklarını, kendi gözünden paylaşmayı tercih etse, ortaya ne çıkardı? Bu nedenle oyunu grotesk dille yeniden yaratmak ve seyirciyle ‘soytarıca’ bir Lear hikâyesini paylaşmak istedik. Groteskin o acıtıcı gerçekliğiyle baş başa kalmak… Jan Kott, ‘Çağdaşımız Shakespeare’ adlı kitabında şöyle der: ‘Tragedya rahiplerin, grotesk soytarıların tiyatrosudur.’ Belki de yapmaya çalıştığımızı en iyi özetleyen sözleri de buradan yola çıkarak dillendirebiliriz: Biz, ‘Kral Lear’ı rahiplerden çalıp, soytarılara teslim ettik…”                  (Y.Sertdemir)

Bu görüş İKSV, Altıdan Sonra Tiyatro ve Pangar ortak yapımı olan ‘Soytarım Lear’ın şarkılı, çalgılı büyük bir prodüksiyon olması sonucunu getirmiş. Altıdan Sonra Tiyatro ile Pangar da böyle masraflı bir işin altından, maddi sorunu olmayan değme ödenekli tiyatroyu kıskandıracak kadar başarılı bir iş çıkararak kalkmışlar.

Altıdan Sonra, öğrencilik yıllarında İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro Topluluğu›nda çalışmış, çoğunluğunu mimar ve mühendislerin oluşturduğu bir grup gencin, 1999’da bir araya gelerek sanat ve bilimin ortasındaki köprüde, yaşadığı çağ ve topluma ileteceklerini sanatsal bir senteze dönüştürmek ve yazdığı özgün eserlerde, üyesi olduğu kuşağın gözüyle geleceği tiyatro eliyle biçimlendirmek amacıyla kurmuş olduğu bir tiyatro. Halen kumbaracı50’deki kendi sahnelerinde çalışan topluluk, kuruluşundan bu yana 25 ödül almış; Almanya’dan Lokstof!! ve Theater an der Ruhr ile uluslararası ortak projeler gerçekleştirmiş.

DOT 2005’te kurulduğuna göre Altıdan Sonra Tiyatro, 2000’li yılların başında tiyatromuzdaki Rönesans’ı tetikleyen ‘Genç İstanbul Tiyatrolarının en yaşlısı.

En gençlerinden biriyse, tiyatro oyuncusu Demet Evgar’ın öncülüğünde kurulan, adını ilham perilerine eşlik eden tanrı Pan’dan alan ‘Pangar’, yani ‘Pan’ın yeri’. Farklı sanat disiplinlerini buluşturmak, yüzü dünyaya dönük ürünler yaratmak amacıyla 2012’de kolektif bir sanat atölyesi olarak kurulan Pangar, yerel kültürden yola çıkarak sosyal sorunları irdeleyen, genç ve yerel oyun yazımına, gösteri sanatlarındaki yeni arayışlara açık, klasik metin uyarlamalarının yanı sıra çağdaş metinleri de sahneye taşımayı hedefleyen bir topluluk.

İki tiyatronun ortak paydası ise kuruluş yıllarında Altıdan Sonra’nın yöneticiliğini yapan, adı hiçbir zaman kopmamış olduğu kumbaracı50’yle birlikte anılan, halen de Pangar’ın genel koordinatörlüğünü yapmakta olan Nilgün Kurt.

Yiğit Sertdemir, Shakespeare’in metnine olabildiğince sadık kalarak, farklı bir sahnelemeyle ele aldığı Lear’ın trajedisini olağanüstü bir seyirliğe dönüştürmüş. Soytarım Lear’ın büyüleyici dünyasının oluşturulmasına, dekoru tasarlayan, kostümleri, maskeleri, kuklayı yapan, makyaj tasarımını yüklenen, oyunun afişini de çizen Candan Seda Balaban’ın katkısı büyük.

Perde açıldığında, stilize bir askılık gurubundaki maskeler ve aksesuarlarla, askılıkların iki yanında, Goneril ile Regan’ın giysi ve masklarını taşıyan son derece estetik iki figürden oluşan fonun önünde çalmakta olan orkestra, orkestranın önünde de benzer elbiseler giymiş, benzer başlıklar takmış, benzer makyaj yapmış altı soytarı karşılıyor izleyiciyi: Berkay Ateş, Demet Evgar, Okan Yalabık, Sezin Akbaşoğulları, Umut Kurt ve Yiğit Sertdemir. Benzer dedim ama, her biri el emeği, göz nuru eseri olan kostümler ve başlıklar sayısız ayrıntıyla birbirlerinden farklı, eşsiz, ve benzersiz. Her biri, olağanüstü bir birliktelikle soytarıları birbirlerinden ayrıştırmamızı engelleyen birer sanat eseri. Soytarı ancak bir karakterin kendine has maskını ve aksesuarlarını kullandığında ve sadece o karakteri canlandırdığı sürece diğerlerinden farklılaşabilecektir. Kırmızı kostümü, asası ve minimal makyajıyla Tomris İncer’se kralın öykü boyunca “Soytarım” diye çağırdığı, en zor anlarda bile onu yalnız bırakmayan has soytarısıdır. Bu çıldırmış dünyanın grotesk olmayan tek karakteri, tek doğru kişisi Cordelia’yı Sertdemir, soytarılara değil, Candan Seda Balaban’a emanet etmiş. Candan da Cordelia’yı Tomris İncer’in ellerinde canlanan, onun kusursuz diksiyonu ile dillenen olağanüstü bir kukla olarak tasarlamış.

Şenlikli bir kara güldürü olarak gelişen birinci perdede, her soytarı her karaktere girebilse de, bu daha çok yan karakterler için geçerli olup ana karakterler aynı soytarı tarafından yorumlanmaktadır. Örneğin Yiğit Lear’ı, Demet’le Sezin Goneril ile Regan’ı, Berkay ‘piç’ Edmund’u ve tabii ki Tomris İncer ‘Soytarım’ı canlandırmaktadır.

Ancak, ikinci perdenin ortalarında, yorgun Lear mantosunu üşüyen ‘Soytarım’a giydirip onu tahtına oturtunca işler çığırından çıkacak, herkesin birbirini canlandırdığı, herkesin birbirinin soytarısına dönüştüğü dünya alt üst olacak ve çökmeye başlayacaktır.

Tüm grotesk öğelerine karşın Lear’ın öyküsünün trajik boyutunu oyun boyunca unutmamış olan Sertdemir, Cordelia’nın ölümüyle oyunu olağanüstü güzellikte göz yaşartıcı bir finalle sonlandıracaktır. 

Oyuncu ekibi, Yiğit Sertdemir’in olağanüstü yönetiminde harikalar yaratıyor. Toplu oyunculuk dersi mahiyetindeki bu yorumda soytarılar düzeni birlikte oluşturuyor, önde oyun oynanırken, çok sayıda sözsüz ya da sesiz oyuncukla arka planda kararlar veriliyor, arada Hakan Ali Toker’in akordeonuna ve Çiğdem Tachouli’nin kontrbasına vurmalılar ve nefeslilerde eşlik ediliyor. Seslerinin ve mimiklerinin yetersiz kalabileceği ağır makyajın ve maskların altında tüm bedenleriyle oynamak zorunda olan soytarılar, gencinden yaşlısına inanılmaz bir coşku ve dinamizmle, tüm sınırlarını zorlayarak müthiş bir devinimle hareket ediyorlar. O kadar iyiler ki, onlardan ayrı ayrı söz etmek, kusursuz birlikteliklerine ayıp etmek olur ama benzersiz diksiyonu ve gençlere taş çıkartan enerjisiyle Tomris İncer’in yeri ayrı.

Yılın en önemli tiyatro olaylarından biri. Büyük sahne ve 500 seyirci alabilecek salon gereksinimi Asya yakası izleyicilerinin avantajına olmuş. 1, 2, 15,16 Aralık’ta Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde. Son sırasına kadar dolu bir salonda izledim. Yerinizi mutlaka önceden alın derim.