YAHUDİ MİTOLOJİSİ VE FOLKLORU: Kral Şelomo ve İbibik kuşları

Sevgili okurlarım, geçtiğimiz hafta sizlere çok yönlü olan, İsrail Kralı Şelomo’nun yeteneklerinden söz etmiştim. Tanrı tarafından ona bahşedilen yetenekleri arasında kuşların ve tüm yaratıkların dillerini de anlamak ve konuşmak vardı. Bu hafta sizlere Şelomo’nun, ibibik kuşları ile birlikte başından geçen bir hikâyeyi anlatmak istiyorum

Sara YANAROCAK Kavram
30 Ekim 2014 Perşembe

İBİBİK KUŞLARININ NEDEN İBİKLERİ VAR?

Aylardan birinde, Kral Şelomo, Beyaz Kartal’ın kanatlarına yerleştirilen tahtına oturarak, kendi gizli zevk sarayına doğru yolculuk yapıyordu. Bu gizli zevk sarayı, Suriye topraklarındaki Palmyra vahasındaydı.

Oraya doğru uçarlarken, güneş birdenbire o denli yakıcı olmaya başladı ki, Şelomo sıcaktan baygınlık geçirmeye başladı. Aniden gökyüzünde bir ibibik kuşu sürüsü belirdi. Kralın ne halde olduğunu gördükleri zaman, hemen yanı başına uçuştular. Hep birlikte kartalın kanatlarının etrafına üşüştüler. Kısa bir süre sonra, kralı güneşten koruyan bir tente misali, başının üzerinde gölge etmeye başladılar.

Şelomo, ibibik kuşlarının bu zarif davranışından çok hoşnut kaldı. İbibiklerin kralını yanına çağırarak onlara bir armağan vermek istediğini söyledi. İbibikler bir gün ve bir gece düşündükten sonra, krallarıyla birlikte Şelomo’ya dileklerini bildirdiler.

“Kralım işte sizden dileğimiz: Sizden başımıza devamlı olarak takabileceğimiz altın taçlar istiyoruz.”

Şelomo gülerek cevap vermiş;

“Dileğiniz kabul edildi ama bu isteğiniz bana çok budalaca geldi. Çünkü bu altın taçlara gözünü diken avcılar sizi hemen avlayacaklar! Eğer başınıza böyle bir felaket gelirse haberim olsun, iyiliğinizi unutmayacak ve size yardım edeceğim.”

İbibiklerin kralı başında altın tacıyla kral yanından ayrıldı. Kısa bir süre sonra tüm ibibikler altın taçlarına kavuştular.

İbibiklerin egoları bir anda kabarmıştı. Son derece kibirli bir şekilde taçlarıyla uçuşurken, kendilerini müthiş gururlu ve üstün kuşlar olarak görmeye başladılar. Dere, ırmak ve deniz kenarlarında, suya akseden çehrelerine bakıp, kendi kendilerini hayranlıkla seyrediyorlardı. Diğer kuş türlerini görmezden geliyor, onları aşağılıyorlardı.

Günlerden bir gün, ormanda avlanmakta olan bir avcı, başında altın tacıyla uçan bir ibibik kuşu gördü ve onu avlamaya karar verdi. Bir kuş kapanı hazırladı, kenarına bir ayna iliştirdi. Kendini beğenmiş kuş aynada kendini hayran hayran seyrederken kapana tutuldu. Avcı kuşun boynunu büktü ve kırdı. Altın tacını aldı ve bir pirinç dökümhanesine götürdü. Oradaki usta tacın altın olduğunu hemen anladı ama bunu belli etmedi ve avcıya birkaç kuruş ödeyerek onu başından savdı. Eğer yeni taçlar getirirse hepsini satın alacağını söyledi.

Başka bir gün aynı avcı yine aynı şekilde bir ibibik daha avladı, bu kez yolda giderken bir sarrafa rastladı. Sarraf tacın altın olduğunu söyleyip avcıya çok iyi bir ücret ödeyerek, tacı satın aldı. Bundan sonra eğer bu taçlardan daha getirirse hepsini satın alacağını söyledi.

Bu haber kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. Dükkân ve tarla sahipleri, işyerlerini kapatarak dere tepe ibibik kuşu avcılığına giriştiler. Artık her tarafta ok ve yay sesleri ile kapanların çıngıraklarının sesleri duyuluyordu.

Sonunda ibibikler avlana avlana o kadar azaldılar ki, sayıları bir elin parmaklarını aşmaz oldu. Bir gün ibibiklerin kralı, Kral Şelomo’nun huzuruna üzüntüyle çıktı.

“Sevgili kralım, siz ne kadar haklıymışsınız. Sizden altın taçlar dilemekle gerçekten de budalalık etmişiz. Şimdi kibrimizin cezasını başlarımızın kopartılmasıyla ödüyoruz. Lütfen hepimiz yok olmadan bizi kurtarın, size yalvarıyorum.”

Şelomo ona bakarak şöyle dedi:

“Gerçekten de bu felaketi kendi kendinize yarattınız. Ama yardımseverliğinizi unutmadım, o yüzden şimdi size yardım edeceğim. Artık başınızda altın taçlarınız olmayacak, ama onun yerine kuş tüyünden, sade ama güzel ibikler konduracağım. Böylece zenginliğiniz yüzünden sizi tuzağa düşürmeyecekler.”

O zamandan sonra artık ibibik kuşlarının başlarında tüyden güzel ibikleri oldu. Artık altın taçlar taşımadıklarından avcılar da onları avlamaktan vazgeçtiler. Böylece tekrar çoğaldılar. Tüm ülkede mutlu, özgür ve barış içinde yaşadılar.

Sevgili okurlarım ben bu hikâyeden bir ders çıkarttım. İnsanlar ellerinde olan güzellikler, servet ve iktidar ile kendilerini ulu, ulaşılmaz ve sonsuz zannederler. Etraflarına tepeden ve kibirle bakıp herkesi küçük görürler. Oysa başlarına bir felaket çöktüğü vakit, pişman olup her şeyin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu acıyla fark ederler.

 

Hikâye hakkında notlar:

1) Okuduğunuz hikâye ‘Legends of the Bible-Louis Ginzberg’ kitabından alınmıştır.

2)  Şelomo’nun  Palmyra şehri, ona Kral Hiram tarafından verilmiş olup Suriye çölünün vahasında kurulmuş bir kentti. Palmiyelerin çokluğundan dolayı bu adla anıldı. Ayrıca Tamara veya Tamura isimleri taşısa da İbranice adı Tadmor idi. Tevrat’ın 2.Tarihler kitabının 8:4 bölümünde şöyle yazar; “Çölde TADMOR kentini onardı. Hama yöresinde yaptırdığı bütün ambarlı kentlerin yapımını bitirdi.” Ayrıca Babil Talmud’unun 17 a-b bölümünde de aynı konudan bahsedilmektedir.