Modern bir felaket filmi

Görsel efekt uzmanı Steven Quale ikinci uzun metrajlı filmi ‘FIRTINANIN İÇİNDE’de türünün tüm klişelerini kullanıyor.1970’lerin sonunda patlama yapan felaket filmleri furyasını akla getiren ‘Fırtınanın İçinde’ kasırga ve hortum gibi doğal afetler karşısında insanoğlunun aczini gündeme getiriyor. İçine felaket filmleri türünün geçerli formüllerini barındıran senaryosuyla film, Amerikan taşrasında hortumlarla savaşan bir grup insanın öyküsünü anlatıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
3 Eylül 2014 Çarşamba

1970’lerin sonunda patlama yapan felaket filmleri furyasını akla getiren ‘Fırtınanın İçinde’ kasırga ve hortum gibi doğal afetler karşısında insanoğlunun aczini gündeme getiriyor. İçine felaket filmleri türünün geçerli formüllerini barındıran senaryosuyla film, Amerikan taşrasında hortumlarla savaşan bir grup insanın öyküsünü anlatıyor. Bu basit senaryoyu dozu gitgide artan bir aksiyon temposuyla perdeye taşıyan Quale, görsel efektlerdeki inandırıcılığıyla gerçekçi bir film yapmış. Film, her an cep telefonlarıyla çekim yapma derdine düşen insanların içlerine düştüğü kolektif histeriye ayna tutuyor

1970’li yılların sonunda patlama yapan felaket filmleri furyası sinema endüstrisine karlı bir alan yaratmıştı. Vizyondaki ‘Fırtınanın İçinde/Into The Storm’ filmi o furyayı günümüze uyarlayan Hollywood’un bir büyük stüdyo yapımı.

İlk uzun metrajlı filmi ‘Son Durak/Final Destination’dan (2011) tanıdığımız genç yönetmen Steven Quale, uzmanlık alanı olan, masa başında görsel fekt yaratmadaki başarısını bu ikinci filminde de kullanıyor.

‘Titanic’ (1997) ve ‘Avatar’(2008) gibi iki görkemli başyapıtta yönetmen yardımcılığı yapan Quale, bu son filmin görsel efekt kadrosunda yer alıyordu.

Son yıllarda bilhassa Amerika kıtasında büyük hasar veren hortum ve kasırgaları perdeye taşıyan ‘Fırtınanın İçinde’, felaket filmi türünün tüm klişelerini barındıran senaryosuyla, Amerikan taşrasında hortumlarla savaşın bir grup insanın öyküsünü anlatıyor.

Nedir bu klişeler? Doğal afetleri ve korkunç sonuçlarını abartarak etkiyi arttırmak, tehlike altındaki genç kahramanların bulundukları güç durumdan kurtarıcı beklemeleri, okul, hastane gibi kalabalık mekanların felaketin göbeğine oturtulması, doğanın bir katil gibi kurbanlarını kovalaması v.s…

John Swetnam’ın basit bir olay örgüsü olan felaket filmlerinin geçerli formüllerini günümüze uyarlayan senaryosunu, dozu git gide artan bir aksiyon temposuyla perdeye taşıyan yönetmen Quale, görsel efektlerdeki inandırıcılığıyla gerçekçi bir film yapmış.

Titiz bir arşiv araştırmasından ayıklanmış gerçek hortum görüntüleriyle ustalıkla harmanlanmış bilgisayar imalatı, görsel efektler filme etkileyici bir görsellik katıyor.

Ekolojik iklim koşullarının değişmesiyle bu yaz bizde de görülen fırtına, kasırga ve hortum gibi doğal afetler filmde insan-doğa ikilemi üzerine alınacak dersler olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Önüne çıkan her şeyi silip süpüren, evlerin çatılarını uçuran, yerle bir eden, köklerinden söktüğü ağaçları binaların camlarından ok gibi savuran, insanları, araçları hatta yerde park halindeki uçakları karşı konulamaz bir girdabın içine alan, fırtına eşliğindeki hortum felaketi sekanslarının görselliği, abartılı da olsa başarılı.

MEKANİK, TEKDÜZE FELAKET FİLMİ

Tenis topu büyüklüğünde yağan dolu eşliğinde, yolları, köprüleri yıkan, trenleri raydan çıkarıp sağa sola savuran, insanları ve hayvanları içine çeken hortum felaketi, belgeselimsi ve gerçekçi bir görsellikle anlatılıyor.

Bu pahalı ve göz boyayan görsel efektlere ‘felaket pornosu’ gözüyle bakan eleştirmenler de oldu.

Filmi tekdüze ve fazla mekanik bulanlar dahi, filmin hortum sekanslarındaki etkileyici görselliğini kabul etmek zorunda kaldılar. Tanınmış oyuncuları kadrosunda barındırmasa da, basit ve kısa bir konuyu anlatsa da, sonu tahmin edilebilir klişe bir senaryosu olsa da, ‘Fırtınanın İçinde’ gayet iyi toparlanmış, sarkmayan, moda bir felaket filmi.

Tüm hayatı boyunca fırtınaları ve hortumları araştırmış, bir kız çocuğu sahibi, kocasından ayrı yaşayan bilim kadını Allison’ın (Sarah Wayne Callies), hayatını hortum felaketini kameralarıyla tespit etmeye adamış belgesel sinemacı Pete’ın (Matt Walsh), tankı andıran tam donanımlı bir çekim arabasında, dört kişilik ekibiyle, yaklaşan hortumu görüntülemek için, küçük Silverston kasabasına gelmeleriyle başlıyor film.

Büyük hasar yapıp kasabaya doğru gelen hortumun kuvvetleneceğini öğrenen kasaba halkının bir kısmı yöreyi terk ederken, kalanlar felakete karşı alınabilecek tedbirleri tartışıyor.

Bunlardan biri olan, çalıştığı lisenin mezuniyet günü törenini düzenleyen okul müdürü yardımcısı Gary (Richard Armitage) bir yandan da 14 ve 17 yaşlarındaki iki yeni yetme oğlunun güvenliğini sağlamayı düşünmektedir.

Her ikisi de kamera çekiminde deneyimli olan 17’lik Donnie, okulun güzel kızı Allison’ın gözüne girmeye çalışırken, kardeşi Trey babasına verdiği sözü tutmak için tören yerine gitmiştir.

Mezuniyet günü töreni sırasında gökten boşalan sağanak yaklaşan fırtınanın habercisi gibidir.

Gençlerin okul binasına sığınmaları kendilerini hortumun tahribatından kurtarabilecek midir?

Donnie ile Allison’un bulundukları binanın çökmesiyle bodrumda mahsur kalan gençlere bekledikleri yardım ulaşabilecek midir?

Hortum olayını ellerindeki kamerayla kaydetme uğruna fırtınanın içine dalan kasabalı iki sakin bu badireden sağ çıkabilecekler midir? Film bütün bu klişe karakterlerinin yazgısını, düzgün bir mizansen eşliğinde anlatıyor.

 

ÇEKİM YAPMA PARANOYASI

Günümüzdeki teknolojik gelişme cep telefonlarımıza fotoğraf çekme ve video kaydetme özelliğini kazandırdı. Sokağa çıktığımızda hemen herkesin fotoğraf çektiğine veya video kaydettiğine artık şaşırmıyoruz. Beni rahatsız eden, bu illete tutulan hemen herkesin kendini fotoğraf sanatçısı veya görüntü yönetmeni sanması.

Gittiğim bir konserde, müziğin keyfini çıkaracak yerde (yasak olduğu anons edilmesine rağmen) önümde oturanın, büyük bir iştahla ve arkasındakileri rahatsız ettiğini büyük bir vurdumduymazlıkla umursamadan, cep telefonuyla yaptığı kayıttan rahatsız oluyorum.

Seyahate çıktığımda, insanların gördükleri yeni yerlerin keyfini çıkaracaklarına sadece görüntülemek derdine düşmeleri, dünyaya sadece objektiflerinin arkasından bakıp, hayatı ıskalamalarına anlam veremiyorum.

Gittiğim lokantada, masada bulunanlardan bazılarının sohbete katılmayıp, çektikleri fotoğrafları karıştırmalarına, videoya kaydettikleri torunlarının mama yiyişini masadakilere iftiharla göstermelerine tahammül edemiyorum.

Başlarda loş bir konser salonunda kedi gözü gibi parlayan bir ekranın arkada oturanları rahatsız ettiğini, sohbet eden insanlar arasında cep telefonuyla ilgilenmenin terbiyesizlik olduğunu münasip bir lisanla belirtmek ihtiyacını hissediyordum.

Ama sonraları, bunları günlük hayatımızda öylesine yer etti ki artık ikaz etmenin pratik bir fayda getirmediğini görüp dile getirmekte fayda görmüyorum.

Üstelik bu haklı uyarıları yaptığınızda antipatik görünüp tepki de çekebiliyorsunuz.

Bütün bunları neden anlattım? Vizyondaki ‘Fırtınanın İçinde’ filmi her an kamerayla çekim yapma derdine düşen insanların içlerine düştükleri kolektif histeriye ayna tutuyor.