Başarılı üç dünya prömiyeri

67.Festival´de yarışma dışı gösterilen, ´Belirli Bir Bakış´ bölümünden iki kaliteli filmle Cannes defterini kapatıyoruz

Viktor APALAÇİ Sanat
6 Ağustos 2014 Çarşamba

Cannes Film Festivali’nin prestijli yan bölümü ‘Belirli Bir Bakış’ın açılışını yapan ‘Party Girl’ bu bölümün 20 filminin en iyisi seçildi. İlk filmlerini yapan üçlü bir yönetmen kadrosu, otobiyografik özellikler taşıyan bir konuyu, içten ve duygu yüklü bir anlatımla, gerçekçi ve inandırıcı bir senaryo aracılığıyla işliyorlar. Çinli ünlü yönetmen Zhang Yimou’nun ‘Coming Home’u, Çin’deki polis devletinin aileleri nasıl böldüğünü, fakir bir aile üzerinden anlatan bir politik film. Karizmatik Mathieu Amalric, beşinci yönetmenlik denemesi olan ‘Mavi Oda’da, konusunu George Simenon’dan alan nefis bir polisiye filme imzasını atıyor.

Cannes Film Festivali izleyicileri, 12 gün boyunca yılın iddialı sinema ürünlerini  titiz bir seçki ile izleme olanağını buluyorlar. Bugün sonuncusunu okuduğunuz bu yazı serisinin bir amacı da, meraklısına önümüzdeki aylarda izleyeceğimiz filmler hakkında bilgi vermek.

ZHANG YİMOU-GONG Lİ BULUŞMASI

Ünlü Çinli yönetmen Zhang Yimou, 1994 yılında ‘Yaşamak’ filmiyle Jüri Ödülü aldığı Cannes’a, bu yıl da aynı başrol oyuncusu Gong Li ile birlikte ‘Coming Home’ için geldi.

Kültür Devrimi sırasında çiftçi, çoban ve dokuma işçisi olarak çalışan, Çin sinemasına büyük katkıları olan, 2008 Pekin Olimpiyatlarının Açılış Töreni’nin mizansenini hazırlayan Yimou ülkesinde çok sevilen bir sanatçı.

Drama sanatı öğrencisiyken keşfettiği, filmlerinin başrollerinde oynattığı, kendisine uluslararası bir kariyer yapmasında ön ayak olduğu, uzun müddet hayat arkadaşlığı yaptığı Gong Li ile Yimou’nun yolları 20 yıl önce ayrıldı. Hollywood’da kariyerini sürdüren, burada ‘Hannibal Doğuyor’ (2005), ‘Bir Geyşanın Anıları’ (2005), ‘Miami Vice’ (2006), gibi filmlerde oynayan Gong Li, 2008’de Singapur vatandaşlığına geçti.

Zhang Yimou ilk filmi ‘Kızıl Darı Tarlaları’nda (1987) oynattığı Gong Li’ye, her ikisini de şöhrete kavuşturan ‘Kırmızı Fenerler’ (1991) ve ‘Altın Çiçeğin Laneti’nde (2007) başrolü verdi.

Cannes’da yarışma dışı gösterilen ‘Coming Home’da, kocasının sürgün hayatı geçirdiği yıllarda hafızasını kaybeden acılı kadını oynamak için Gong Li’den iyisini bulamazdı.

Zhang Yimou’nun, Yan Geling’in romanından alınan bu politik filminde, Çin’deki polis devleti yönetiminin aileleri nasıl böldüğünü, fakir bir ailenin üzerinden anlatıyor.

Bale eğitimi alan kızları Dan Dan ile mutlu bir yaşantısı olan Lu ile Feng’in yazgısı, aile reisinin politik fikirleri yüzünden sürgüne yollanmasıyla değişir. Öğretmenlik yapan Feng’in sıhhati bozulur ve unutkanlık hastalığına tutulur; kızı Dan Dan’ı bile tanımaz.

Çin’deki Kültür Devrimi ile salıverilen Lu kasabasına döndüğünde ailesinin dağıldığını, kızıyla karısının ayrı yaşadıklarını görür. Kocasını beklerken hafızasını yitiren Feng, serbest kalan kocasını da hatırlamaz.

Lu, karısının güvenini kazanmak, toplumda eski saygınlığına kavuşmak için Feng’e yakın bir ev tutar, kendisini yardımsever bir komşu olarak tanıtıp, karısına sürgündeyken yazdığı mektupları okur. Yakınlaşan baba-kızın tek amacı, Feng’in kendilerini hatırlaması için bir yol bulmaktır.

Makyajsız, kırlaşmış saçları ile etrafına boş gözlerle bakan Feng’i Gong Li bilinen ustalığıyla canlandırıyor.

Politik film etiketini yapıştırdığımız ‘Coming Home’ aradan geçen uzun yıllara rağmen, karısını çılgınca seven, onun tekrar güvenini kazanmak için parçalanan bir erkeğin ve kocası sürgüne yollanınca akıl sağlığını kaybeden bir kadının öyküsünü anlatan bir aşk filmi.

‘Coming Home’, her ne kadar Yimou’nun eski başarıları ‘Parlayan Hançerler’ (2004) ve ‘Kahraman’ (2002) seviyesinde bir film değilse de, iyi anlatılmış, iyi oynanmış bir festival filmiydi.

AMALRİC’TEN NEFİS BİR POLİSİYE

Karizmatik Fransız aktör Mathieu Amalric, beşinci yönetmenlik denemesi olan ‘Mavi Oda/La Chambre Bleu’ ile bu yıl ana yarışmanın en büyük rakibi olan ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde yer aldı. Amalric dört yıl önce ana yarışmada yer aldığı Cannes’da ‘Tournée’ ile En İyi Yönetmen Ödülü kazanmıştı.

Amerikan müzikhol geleneğinde ‘New Burlesque’ akımının temsilcisi ‘Turne’ Amerikalı bir striptiz grubunun Fransa’daki turnesini anlatıyordu. ‘Turne’ ‘En İyi Özgün Senaryo’ dalında bir César ödülü de kazanmıştı.

Yönetmen olarak, dört yıllık bir suskunluk döneminin ardından, Mathieu Amalric ‘Mavi Oda’da, George Simenon’dan alınan bir konuyla polisiye türünü deniyor.

Senaryosunu Stephanie Cléau ile müştereken yazdığı filmde Amalric bu türün mükemmel bir örneğine imzasını atıyor. Başrolleri de paylaşan bu ikili, Simenon’un yazdığı 1964 yılında geçen konuyu günümüze taşıyorlar. Claude Chabrol filmlerini anımsatan ‘Mavi Oda’ ihanet, aşk, tutku ve suçluluk temalarının etrafında dönen bir polisiye.

Mavi duvarlı bir otel odasında, yağmurlu bir günde, kapıları ardına kadar açık bir balkonun önünde çılgınca sevişen çiftin bir kaçamak sekansıyla başlıyor film.

Julien (Mathieu Amalric) çocukluk aşkı Esther (Stephanie Cléau) ile belirgin günlerde aynı otel odasında buluşarak kaybolmuş yılların intikamını alırcasına çılgınca sevişmektedir. Gençlik yıllarında yollarını ayıran iki sevgiliden Julien’in sevecen karısı Delphine (Léa Druker) ile görünürde mutlu bir evlilik hayatı vardır. Esther de kasabanın eczacısı ile hayatını birleştirmiştir.

Esther’in kalp hastası kocasının ani ölümüyle, polis bir numaralı zanlı olarak Julien’i tutuklar. Kısa bir süre sonra Delphine’in zehirlenerek ölmesi durumu büsbütün karıştırır, Esther katil zanlısı olarak tutuklanır. Gizemli kayınvalidesinin bu ölümlerde rolü var mıdır?

Mathieu Amalric, gerilimi hiç düşmeyen bu 1 saat 15 dakikalık kısa filmde usta oyunculuğunun dışında, değişik türlerde at koşturan iyi bir yönetmen olduğunu da kanıtlıyor.

Kendisine son 10 yılda izlediğim en iyi filmlerden biri olan Julian Schnabel’in ‘Kelebek ve Dalgıç’ (2007) filminde Jean Dominique Banby rolünde harikalar yaratan bir aktör olduğu için özel bir sempatim var.

ALTMIŞLIK KONSOMATRİS

Cannes’ın prestijli yan etkinliği ‘Belirli Bir Bakış’ın bu yıl açılışını yapan ‘Party Gİrl’ bu bölümün En İyi Film Ödülü’nü aldı. Üç genç sinema tutkunu olan De Marie Amachoukeli (35), Claire Burger (36), ve Samuel Theis’in (36) bu ilk uzun metrajlı çalışmaları, üçlünün içindeki tek erkeğin hayatından kesitler sunuyor.

Samuel Theis’in annesi Angélique Litzenburger ömrünün 35 yılını bar ve gece kulüplerinde konsomatrislik yaparak geçiren bir kadın. Otobiyografik özellikler taşıyan ‘Party Girl’ içten ve duygu yüklü anlatımıyla gerçekçi ve inandırıcı içeriğiyle, izleyicileri ve Arjantinli yönetmen Pablo Trapero başkanlığındaki jüriyi etkiledi.

Film ihtiyarlamaya yüz tutmuş, görmüş-geçirmiş bir kadının, yeni bir hayata adım atma sürecinde yaşadığı acı dolu karmaşık duyguları işliyor.

Fransa’nın Almanya sınırındaki, iki lisanın konuşulduğu bir kasabanın gece kulüpleri ve barlarında, ceplerindeki az parayla keyifli saatler geçirmek isteyen basit insanların dünyalarına eğiliyor.

Angélique 60 yaşındadır. Eğlenceyi, ve erkekleri sevmektedir. Gençliğinde kabarelerde dansözlük yapan bu kadın, ömrünün sonbaharında geceleri erkekleri içmeye teşvik ederek, zekice espriler yaparak, onlara hoşça vakit geçirterek hayatını kazanmaktadır.

Ancak Angélique’in müşterileri gün geçtikçe azalmaktadır. Biri hariç. Kendisine ezelden beri âşık Michel onun sadık hayranlarındandır. Günün birinde Angélique’e evlenme teklifi yapınca işler değişir.

Belirli bir yaşta, bağımsızlığına titizlikle düşkün, sıra dışı bir kadının hayatını değiştirecek radikal bir karar alması kolay olmayacaktır.

Film, Angélique’in elini sürmesine müsaade etmediği, ancak son derece anlayışlı bir adam olan Michel’in sabırlı beklentisini, müşterek dostlarının bu evliliğin gerçekleşmesi yolundaki çabalarını gerçekçi bir üslupla anlatıyor.

Filmin kısa metrajdan gelen iki kadın yönetmeni 2009 yılında En İyi Belgesel dalının César ödülünü kazanmışlardı. Onlara katılan Samuel Theis’in annesinin biyografisinden beslenen senaryoyu yazan üçlü yönetmen kadrosu ilk filmleriyle başarıyı yakalıyorlar.

‘Party Girl’de kendini oynayan Angélique Litzenburger, her daim taktığı göz yorucu takılarına, sempatik denemeyecek kişiliğine rağmen, filmi baştan sona sürüklüyor. Michel’i oynayan Joseph Bour ustalıklı performansıyla karizmatik bir aktör olduğunu kanıtlıyor.