Kömür karası

Sözlere değil, üretmeye, çalışmaya adanma vakti şimdi. Bu bahar ve yaz da geleceğe dair umut rüzgârı taşımıyor. Bugünlerin kasveti er geç dağılacak, dağıtacaklar… Demokles’in Kılıcı’nı tutanların ellerini de kader izliyor. Bu, teselli değil ama… Tesellimiz alın terini oylara değil, yeniden sosyal bir devlet anlayışına emanet edebilmek olurdu.

Köşe Yazısı
21 Mayıs 2014 Çarşamba

David Ojalvo

Lise yıllarımdan bu yana kendimi yazıyla daha iyi ifade edebilmişimdir. Köşe yazılarını kaleme almak genelde bir mutluluk kaynağı olageldi. Zihnimden, gönlümden dünyaya açılan pencerem vardı… Okudukça, öğrendikçe, dinledikçe, deneyimledikçe, karınca kararınca görüşlerimi geliştirmeye çalıştırdım. Bu, süreç hayat boyu devam edecek… Gündelik yaşamın, mutlulukların, kaygıların, toplumsal olayların getirdiklerini harmanlıyordum birkaç paragrafta. Medyada izlediğim, kalemini örnek aldığım yazarlar vardı. “Köşe yazarı nasıl olmalıdır?” sorusunu içten içe hep sordum. Nice deneyim okurlarla paylaşılabileceklerin samimiyetinin, sınırının çizili durduğuna işaret etti. Sonuçta siyaset, medya, kimlik algıları düşünsel dünyamıza kırmızı çizgiler çekmekte ısrarlıyken, “dobra dobra” yazabilenler bedel ödüyordu. Demokles’in Kılıcı başımızda duruyor. Yeri geldiğinde bir yazar için toplumsal idealler ile can güvenliği arasındaki makasın nasıl da daraldığının sayısız kez tanığı olduk; o makastan ürkmeyi öğrendik…

2014 yılının mayıs ayı itibariyle şimdi kalemim ağır geliyor, yazmakta zorlanıyorum. Soma faciasının, maden kazasından çok öte boyut kazandığı bugünlerde ifadelerim felce uğradı desem, yeridir. İçimden yazmak, konuşmak gelmiyor. Sosyal medyadaki benzetme hazin ve fazlasıyla geçerli: günler kömür karası. Ölümün sessizliğini sabırla dinlemek isterdim. Ne var ki buna dahi izin, saygı yok. Televizyonda yayınlara bakmak, gazetelerin sayfalarını çevirmek kalbimi bir kez daha ve bir kez daha kırıyor. Enkaz çok ürkütücü; altında kalan siyaset ise çıkartılamayacak boyutta. Toplumun içinde kaldığı yalnızlık, ayrılık, bunalım hiç bu kadar hissedilir olmamıştı. Ülke yönetimi kendi eliyle, kendi yumruğuyla şiddeti, hakareti meşrulaştırıyor. Savrulan hakaretlerin köken aldığı zihniyetini anlamlayabilmem mümkün değil. Perdeyi aralasam, kömür karasından daha ürküten karanlıklarla karşılaşacağımı öngörebiliyorum. Bu sezgiyle nasıl yaşanır peki? Gözleriniz acır, görmezden gelemezsiniz, içinizi yeniden ısıtması için güneşe yalvarırsınız.

Şimdi günlerin bitişini ve yeniden doğuşunu hayretle karşılıyor bir yanım. Sokaklardaki trafik, dükkânlardaki alışveriş, kafelerdeki sohbet devam ediyor. Gündelik hayatın basit, böylesi zamanlarda moralleri bozan çekiciliği söz konusu… Bireysel, varoluşçu duygular en azından kendi hanenizde benliğinizi koruma gayretinde. Alışkanlıklar baskın geliyor sanırım. Karamsarlık, umutsuzluk bulutunun içine sızan günışığımız soğuk, kuru… Toplumsal gelecekten haber yok. Biz savaşların sıcak yıkıcılığını, ardından gelen nekahat dönemini deneyimleyen kuşaklardan değiliz. Oysa hararetle bir nekahat dönemine, saygın bir sessizliğe ihtiyacımız var. İşçilerimizi kaybediyoruz; ama toplumsal matemimiz derinleşemiyor. Tahammülsüzlüğün yürekleri ezip geçen ağırlığı burada… Protestoya dönüşen acıların üzerine acılar ekleniyor. Düşene bir tekme de sizden, tek başına facia yetmezmiş gibi…

Hayat belli açılardan dursun isterdim bugünlerde… Siyasetçiler sussun, televizyonlarda, gazetelerde sadece halkın görüş ve duyguları yayınlansın… Ayrıca bir çağrım var. Bir parça sembolik kömür alıp saklayabiliriz. Kömür geçmişten bu yana kullanılan yakıt aracı. Bizse manevi açıdan ısınamıyoruz. Hafızalarımızı yeniden güçlü tutma vakti. Hayatlarımızı bozup yapmakla savuramayız. Dışımızdaki parçalanmış toplumsal siyaset ve bunun sonucunda içimizde türeyen bencilliklerin arasından çıkar yol olmalı. Sözlere değil, üretmeye, çalışmaya adanma vakti şimdi. Bu bahar ve yaz da geleceğe dair umut rüzgârı taşımıyor. Bugünlerin kasveti er geç dağılacak, dağıtacaklar… Demokles’in Kılıcı’nı tutanların ellerini de kader izliyor. Bu, teselli değil ama… Tesellimiz alın terini oylara değil, yeniden sosyal bir devlet anlayışına emanet edebilmek olurdu.