Bu hafta ağımıza takılanlar

“Zaman zaman Alman okullarına konferanslara gidiyorum, öğrenciler onlardan nefret edip etmediğimi soruyorlar. Hayır, etmiyorum, öç alma duygusu yok içimde. Almanlara karşı hiçbir nefretim yok, nefretim Hitlere ve Nazilere. Peki ya bağışlamak? Bağışlayamam, bağışlamak yok saymaktır çünkü. Ben tüm bu olanları yok sayamam, unutamam. Savaş benim için bugüne kadar sürdü, çünkü sonuçları hayatımın başka türlü şekillenmesine yol açtı.”- Krystyna Budnicka EBRU ORHAN – bianet.org/biamag

İzak BARON Diğer
23 Nisan 2014 Çarşamba
  •  “BAĞIŞLAYAMAM, BAĞIŞLAMAK YOK SAYMAKTIR ÇÜNKÜ. BEN TÜM BU OLANLARI YOK SAYAMAM, UNUTAMAM.”

Bugüne kadar Almanya’nın direkt olmasa da ev sahipliği yaptığı çeşitli etkinliklerle kendisi gibi Holokost mağdurlarından dolaylı olarak özür dilediğini düşünen Krystyna Budnicka her şeye rağmen nefret duygusu beslemediğini ise şu sözlerle ifade ediyor:

“Zaman zaman Alman okullarına konferanslara gidiyorum, öğrenciler onlardan nefret edip etmediğimi soruyorlar. Hayır, etmiyorum, öç alma duygusu yok içimde. Almanlara karşı hiçbir nefretim yok, nefretim Hitler’e ve Nazilere. Peki ya bağışlamak? Bağışlayamam, bağışlamak yok saymaktır çünkü. Ben tüm bu olanları yok sayamam, unutamam. Savaş benim için bugüne kadar sürdü, çünkü sonuçları hayatımın başka türlü şekillenmesine yol açtı.”

17 yaşına kadar kaldığı çocuk yuvasından üniversite başlayınca ayrılan Krystyna Budnicka ilkokul öğretmeni olur.

Hiç evlenmez. Neredeyse emeklilik yıllarına kadar kaçar geçmişinden, acı hatıralarından. “Yıllarca konuşmadım, o günleri yaşamak istemedim herhalde, ancak 50’li yaşlarımda Holokost Çocukları Derneği’nin kurulmasıyla birlikte konuşmaya başladım. Bizden başka kimse yoktu o vahşeti anlatacak, anlatmalıydık da. Portekiz’den, İtalya’ya katıldığım tüm organizasyonlarda anlatıyorum, anlatıyoruz o günleri. Beş ciltlik bir kitap çalışması hazırladık ‘Holokost’un Çocukları Anlatıyor’ başlığı altında. Bazı Holokost çocukları var ki, mesela 1942 yılında gettoda doğan pek çok çocuk ölümden kurtulmaları amacıyla Polonyalı ailelere evlatlık verildi. Bu çocuklar kim olduklarını dahi bilmiyorlar. Kimlerdi? Anne babalarının adı neydi? Ne iş yaparlardı? Başka kardeşleri var mıydı? Hiç ama hiçbir şey bilmiyorlar. Bildikleri tek şey gettodan evlatlık edinildikleri. Ne hazin…”

12 yaşında verildiği çocuk yurdunda vaftiz edilen, ibadetini kilisede yapan 82 yaşındaki Krystyna, kendisini Yahudi-Hristiyan olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Zaman zaman ailemin anısına sinagoga gidiyorum, mum yakıyor, Tanrıyla konuşuyorum…”

Ebru Orhan

http://bianet.org/biamag/siyaset/154770-yuru-kizim-yukarida-bizi-bekliyorlar

 

  • “BİLİYOR MUSUNUZ TÜM BUNLAR NEDEN, NEDEN BÖYLE YOKLUK ÇEKİYORUZ? YAHUDİLER! ÇÜNKÜ YAHUDİLER BÜTÜN PARAMIZI ALDI.”

Polonya’daki antisemitizm olgusuna ilişkin izlenimleri ise şöyle Ficowska’nın: “Antisemitizm ne yazık ki Polonya’da da var, ancak ben şahsen mağduru olduğumu söyleyemeyeceğim. Hatta bir gün kendi hikayemi anlattığım bir televizyon yayınına katıldım. Yayın sonrası eve döndüğümde o güne kadar gerçeği bilmeyip de televizyondan haberdar olan komşularım şampanyalarını kapıp geldiler, ‘Bilmiyorduk ama iyi ki yaşamışsın, iyi ki hayatta kaldın, seni tanımak çok güzel’ demişlerdi, bu benim için müthiş bir andı.”

Tek karşılaştığı ‘light’ antisemitist davranış şöyle olmuş Elżbieta Ficowska’nın. Bir gün durakta tramvay beklerken yaşlı kadının biri şöyle dert yanmış kendisine: “Hanımefendi görüyor musunuz halimi, emekli maaşıma daha iki gün var, ancak benim evde ne yiyecek ekmeğim ne de tek kuruş param var.”

Fickowska haklısınız türünden geçiştirmeye çalışsa da yaşlı kadını, kadın devam eder konuşmaya: “Biliyor musunuz tüm bunlar neden, neden böyle yokluk çekiyoruz? Yahudiler! Çünkü Yahudiler bütün paramızı aldı.”

Fickowska hiçbir açıklama yapmaksızın ceketinin göğüs cebinden çıkardığı 100 zlotyyi yaşlı kadına uzatır ve şöyle der: “Buyurun! Bu 100 zloty Yahudi bir kadından size. Bununla bugün ve yarın yemek yersiniz.” Kendini Yahudi hissetmediğinden hiçbir yerde kendisini böyle tanıtmayan Ficowska, ne zaman bir ortamda Yahudilere yüklenilse işte o zaman “Ben Yahudiyim” diyor.

Ertesi gün iki torunu ve kızının kayınvalidesiyle gittikleri öğle yemeğini ise gülümseyerek şöyle anlatıyor Elżbieta Ficowska: “Tramvay durağındaki diyalogu kızımın kayınvalidesine anlatınca sekiz yaşındaki torunum gözlerini fal taşı gibi açarak sordu: ‘Sen Yahudi misin?’ Kendimi her ne kadar Yahudi hissetmesem de kökenim öyle, tıpkı annen gibi, sen gibi dedim. ‘Ben Yahudi olmak istemiyorum’ şeklinde cevapladı. Aradan biraz zaman geçti, bu kez yeni bir soru: ‘Ne farkı var normal insanla Yahudi’nin?’ Babaannesi cevapladı: ‘Bir kere çok daha akıllılar’, soruyu sorandan üç yaş büyük olan diğer torunum ise ekledi: Daha çok paraları var.”

Ebru Orhan

http://bianet.org/biamag/biamag/155063-tuglalar-arasinda-bir-sandik-sandik-icinde-bir-kasik

 

  • “BENİM ZAMANIMDA SİNAGOGLARDA DAHA ÇOK ÇOCUK VE MANEVİ DEĞERLERİ DAHA FAZLA OLAN GENÇLER GÖRÜRKEN, MAALESEF HAMURSUZ BAYRAMI'NDA SİNAGOGDA BENİM ZAMANIMDAKİ KADAR ÇOK ÇOCUK GÖRMÜYORUZ"

Her dinde olduğu gibi Yahudilik'te de yeni neslin manevi değerlerden uzaklaştığını belirten Haleva, "Nerede o eski bayramlar diyebiliriz çünkü bayramlarda çocukları sofrada tutabilmek için o kadar uğraşıyorsun ki. Nitekim bilgisayar ve televizyon var. Çocuk gidip onlarla uğraşacak, oyun oynayacak, koşacak, onu o sofrada tutmak kolay değil. Benim zamanımda sinagoglarda daha çok çocuk ve manevi değerleri daha fazla olan gençler görürken, maalesef Hamursuz Bayramı'nda sinagogda benim zamanımdaki kadar çok çocuk görmüyoruz" diye konuştu.

Haleva, bunun modernizm ve internet çağından kaynaklandığını ifade ederek, her şeye rağmen "Hamursuz Sofrası"nın her Yahudi ailesinde mutlaka uygulandığını ve dininden en uzak ailede bile bütün bireylerin bir arada oturup yemek yediğini vurguladı.

Eskiden sofrada uygulanan ritüellerin büyük baba tarafından yönetildiğini fakat günümüzde babalar tarafından bile zor idare edildiğini söyleyen Haleva, "Büyük baba belki çocuğuna aktarmış ama çocuk gereken öğretiyi alamadığı için sofradaki duaları etmiyor. Her sofrada haham yok, her sofrada baba var. Eğer baba bilgisizse baba bu konuda gereken bilgiyi bir şekilde alamadıysa bu, sofraya yansır ve o sofra içerisinden herhangi bilge bir çocuk çıkmazsa, zaten o sofra belli bir müddetten sonra kaybolacak. Biz çocuklara bunu öğretmeye çalışıyoruz ki bu öğreti kaybolmasın" ifadelerini kullandı.

Yahudi bilginlerine göre, her Yahudi sofrasında bilge, isyankâr, soru sormayı bilmeyen ve saf olmak üzere dört tipte çocuk olabileceğini belirten Haleva, sofrada hangi tip çocuk olursa olsun ritüelleri uygulamak ve olayları anlatmakla yükümlü olduklarını kaydetti.

ESRA KAYMAK - TURGUT ALP BOYRAZ

http://haberciniz.biz/istanbulda-hamursuz-bayramina-yeni-neslin-ilgisi-azaldi-2797235h.htm

 

  • İNSANLARIN HAKLARINI AYAKLAR ALTINA ALAN ÜLKELER İSTİKRARSIZLIĞIN VE ŞİDDETİN TOHUMLARINI EKTİLER

Bugün İsrail, ki bugün bu devleti Birleşmiş Milletler'de temsil ediyorum, Ortadoğu'da Hristiyan nüfusun arttığı tek ülkedir. 1948 yılında 34 bin olan Hristiyan toplumu bugün 140 bine çıkmıştır. Büyük ölçüde Hristiyanlara sunulan özgürlükler nedeniyle.

Mahkeme salonlarından sınıflara, Parlamento odalarından ticaret odalarına kadar Hristiyanlar her alanın ve idarenin liderleri oldular. İsrailli Hristiyan Arap Salim Joubran 2003 yılında bu yana Yüksek Mahkeme'nin adaletine hizmet ediyor. Aynı şekilde Makram Khoury İsrail'de en çok bilinen aktörlerden birisi ve İsrail Ödülü'nü kazanan en genç oyuncu.

İsrail'de yaşayan Yunan Ortodoks papaz Gabriel Nadaf yakın zamanda bana şunu söylemişti: "İnsan hakları verilen bir şeyi almak değildir. Hristiyanlar, inançları nedeniyle Ortadoğu'nun çoğunda katledildi ve zulme uğradı. Ancak burada İsrail onları koruyor."

İnsanların haklarını ayaklar altına alan ülkeler istikrarsızlığın ve şiddetin tohumlarını ektiler. Ortadoğu genelinde patlak veren ayaklanmalar bölgenin Kutsal Kasesi'nin özgürlük, demokrasi ve eşitliği takip ettiğinin bir kanıtı. Umarız bu macera bölgede kalan Hristiyanlar için çok geçmeden meyvelerini verir.

Ron Prosor

http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424052702304311204579511542780226328.html

 

  • ANADOLU AJANSI AYNI YIL DOĞRUDAN BAŞBAKANLIK BASIN DAİRESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NE BAĞLANMIŞTIR. YAHUDİ KÖKENLİLERİNİN KAPININ ÖNÜNE KOYULMASI TALİMATI İSE BİZZAT BAŞBAKAN REFİK SAYDAM’DAN GELMİŞTİR

Doğum günü partisinden üç yıl sonra, yine 20 Nisan’da Anadolu Ajansı, basın merkezindeki Yahudi kökenli çalışanların tümünü, 26 kişiyi aynı anda işten atar.

Yine aynı gün, yani 20 Nisan 1942’de Türkiye’de kız öğrencilerin ipek çorap, topuklu ayakkabı, kısa etek giymesi ve saçlarını kıvırması da yasaklanır.

Anadolu Ajansı aynı yıl doğrudan Başbakanlık Basın Dairesi Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.

Yahudi kökenlilerinin kapının önüne koyulması talimatı ise bizzat Başbakan Refik Saydam’dan gelmiştir.

Tebrik ve destek de Alman Büyükelçiliği’nden:

“Anadolu Ajansı’nın düşmana yakınlık duyan Yahudi ögelerden temizlenmiş olmasının, haber dağıtımı üzerinde olumlu etkiler yapacağını umut ediyoruz.” (Johannes Glasneck: Türkiye’de Faşist Alman Propagandası)

Türkiye’de yayınlanan gazeteler yayımladıkları haberlerin çoğunu Anadolu Ajansı’ndan alıyordur, o dönem.

Anadolu Ajansı ise, servise koyduğu haberleri çoğunlukla Nazi Ajansı DNB’den ve dönemin Alman haber ajansı Reuter’dan...

Yaşar Sökmensüer

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26255976.asp

 

  • DAHA MUTEDİL İNANMIŞLAR, YANİ MASORTİ KADINLARA DA TEKRAR GERİ DÖNMEM GEREKİYOR. HASİDİK KADINLARDAN FARKLI OLARAK NORMAL GİYİSİLERE BÜRÜNMÜŞ VE FAKAT KAFASINDA YA MEYVE SEPETİ GİBİ YA DA ÇİÇEK BAHÇESİ BENZERİ, ÇOK RENKLİ VE TAS GİBİ ŞAPKA GİYEN BU KADINLAR DA SOKAKLARIN SAKİNLERİ ARASINDA YER ALIYORDU

1990’lı yılların ortalarında ilk kez İsrail’i akademik nedenlerle ziyaret ettiğimde, Küdüs sokaklarında gördüğüm Hasidim (Ultra ortadoks) kadınlar, bizdeki türbanlı kadınların pardösö benzeri bir elbise-entari modasını sürdürüyorlardı. Ellerinine taktıkları eldivenleri ve kafalarındaki saçın üstüne geçirdikleri perukları ile sokaktaki diğer kadınlardan hemen ayrılıyorlardı.

“Çoğu İsrailli Yahudi, kendini "laik" (hiloni), "gelenekçi" (masorti), ve "dindar" (dati veya Haredi) şeklinde tanımlıyor.” Bu tanımlarda sınırlar çok gri; örgüleri birbirine karışmış durumda. Örneğin hiloni Yahudilik, daha çok Batı (Avrupa) kökenli İsrailli aileler arasında revaçta. "Gelenekçi" (masorti) lik ise, en çok "Doğu" kökenli İsrailli aileler tarafından, kendilerini tanımlamakta kullanılıyor. Bu aileler Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’nın çeşitli coğrafyalarından İsrail’e göç etmişler.

Dindarlar, yani datiler veya Haredi olanlar ise tam bir mezhepler çorbası. Hasidiklik, genel mezhep spektrumunda tayfın en güçlüsü. Bu mezhebin yolcularına Hasidim deniyor. Hasidim erkeklerinin sokak görüntüsü de, tıpkı kadınları gibi, toplamdan hemen ayrışıyor. Bir defa çoğu kez küçük gruplar halinde geziyorlar. Siyah takım elbiseler giyiyorlar. Beyaz, yakası açık gömlek (bazıları kravat da takıyor), siyah fötr şapka veya kuzu-koyun postundan yapılma kocaman bir kalpak, iki kulağın yanından aşağı sarkan zülüf, uzun saç ve/veya sakal diğer alamet-i farikaları. Belde bir cins bez kuşak ve pantolan cepleri yanından sarkan bir dizi iplik işin cabası ve her bir iplik parçası bir dini motife karşılık geliyor. Bunlar Yahudi şeriatının en keskinleri ve hatta İsrail devleti karşıtları. Bu nedenle askerlik falan da yapmıyorlar. Gün boyu ibadet ediyorlar; gelenekçi içe kapalı bir yaşam düzeni içinde doğum hızını arttırıcı faaliyetlerde bulunuyorlar…

Daha mutedil inanmışlar, yani masorti kadınlara da tekrar geri dönmem gerekiyor. Hasidik kadınlardan farklı olarak normal giyisilere bürünmüş ve fakat kafasında ya meyve sepeti gibi ya da çiçek bahçesi benzeri, çok renkli ve tas gibi şapka giyen bu kadınlar da sokakların sakinleri arasında yer alıyordu. Kafalarının o rengârenk bezeli hali, hayli dikkatimi çekmiştir. Bu kadınların saçları ya çok kısa kesilmişti veya usturaya vurulmuştu; üstüne de çorap benzeri bir tül ve şapka geçirilmişti…

Nurettin Abacıoğlu

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/pesinden-gidecek-cesaretin-varsa-butun-hayaller-gercek-olabilir-91091

 

  • KİM DEMİŞ “TÜRKİYE HOŞGÖRÜ TOPLUMUDUR” DİYE? ERMENİLER KADAR HEDEF GÖSTERİLEN BİR DİĞER GRUP, YAHUDİLER: BAL GİBİ ANTİSEMİTİZM BESLENİYOR

Kim demiş “Türkiye hoşgörü toplumudur” diye? Ermeniler kadar hedef gösterilen bir diğer grup, Yahudiler: Bal gibi antisemitizm besleniyor.

Üçüncü sırada Hıristiyanlar geliyor. Yılbaşında Hıristiyanlara yönelik nefret söylemi muhafazakâr basında patlama yapmış.

Bu üç grubu sırasıyla Kürt, Rum, gayrimüslim ve Aleviler takip ediyor. (Kürtlere yönelik nefret söylemi, barış süreciyle birlikte artışta) Batı ve Suriyeli mülteciler de ayrımcılıktan nasibini alan gruplar.

Nefret söyleminin doğrudan hedefi olan grupların yanında Budist, komünist, mason, vicdani retçi, Arap ve Gürcülere yönelik ayrımcı dil üretilmiş. Yeni bir “hedef” grup, Suriyeli mülteciler: Hem yerel, hem ulusal gazetelerde.

Gezi’yle ilgili nefret söylemi, önceki dönemde çok daha yoğundu ancak 2013’ün sonunda bitmiş değil. Rapor, “kışkırtıcı tonun arttığına” dikkat çekiyor.

Mehveş Evin

http://www.milliyet.com.tr/musluman-olmayana-nefret-artti/gundem/ydetay/1870029/default.htm

 

  • Netten okumalar
  • KIRMIZI İPİN GİZEMİ – AVRAHAM İŞCEN

http://www.haberrevizyon.com/kirmizi-ipin-gizemi-avraham-iscen-haber-revizyon-dergisi-subat-2013/

 

  • NEDİR ARKADAŞ SİZDEKİ BU İSRAİL AŞKI? – TURGAY GÜLER

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/turgay-guler/nedir-arkadas-sizdeki-bu-israil-aski/haber-300939

 

  • SOYKIRIMDA MAL GASPLARI TARTIŞILDI – ELİF AKGÜL

http://bianet.org/bianet/toplum/155075-soykirimda-mal-gasplari-tartisildi

 

  • İSTANBUL SİNAGOGLARI

http://www.tas-istanbul.com/index.php/ekalliye/sinagoglar?limitstart=0

 

  • Netten seyredin
  • İSTANBUL'DAN BARCELONA'YA SEFARAD SERGİSİ TRTTÜRK 14 NİSAN 2014

http://vimeo.com/92123984