Cesur yürek Melis Alphan

Türkiye onu moda eleştirmeni olarak tanıdı. Ancak o artık sadece gündemi takip eden değil, yazılarıyla gündem yaratan bir yazar oldu. Melis Alphan, moda eğitiminden cesur yazılarına, çevreciliğinden gelecek umutlarına kendisiyle ilgili merak edilenleri Şalom’a anlattı

Selin SEVİNDİREN Yaşam
2 Nisan 2014 Çarşamba

Melis Alphan Türkiye’nin en lafını sakınmayan moda eleştirmeni ancak daha ötesi var; son yıllarda yazılarıyla siyasal gündemi takip etmekle kalmayıp adeta gündem yaratan bir yazar. 225.000 Twitter takipçisiyle yeni nesil yazarların en popüler isimlerinden

 

 Melis Alphan’dan önce İzmirli Melis Çelebi’yi tanıyalım. Saçlarını erkek gibi kestiren ilk kız olmuşsun Amerikan Koleji’nde. Hatta sonra herkes peşinden saçını kestirmiş. O yaşta bir trend setter olmuşsun. Moda okumaya nasıl karar verdin?

Annem beni proje çocuk gibi büyütüp her etkinliği denetiyordu. Sonunda 12 yaşındayken beni bir ressamın atölyesine verdi. 10 yıl ciddi resim eğitimi aldım. 13 yaşında ressamlar sürünür diye düşünerek hem yaratıcı olabileceğim hem de endüstrinin içinde yer alan, para kazanabileceğim bir iş hayal ettim ve moda tasarım okumaya karar verdim. Hedefimi çok erken belirledim; oysaki bugün keşke daha toplumsal bir eğitim alsaydım diyorum; siyaset bilimi, sosyoloji gibi. Çocukluğumda çok kitap okurdum öyle ki babam sofrada kitap okuma yasağı getirmişti. Moda yazarlığının gazetecilikte tanınmam için bir sıçrama tahtası olduğunu inkâr edemem.

 Bir Alsancaklı olarak Yahudilerle içli dışlı büyüdüğünü tahmin ediyorum. Anılarında hiç yer etti mi bu arkadaşlıkların?

En yakın arkadaşlarımın neredeyse yarısı Yahudi’ydi. Çok özgür büyütüldüğüm ve Alsancak çok güvenli bir yer olduğu için birlikte gezdik, tatillere çıktık. Hamursuz bayramları aklımda kalmıştır; matsaya bayılırdım. Yahudilerle olan arkadaşlığım bana her zaman hoş gelmiştir. Dedem, babaannem hacıydı, kurban bayramında kurban keserdik, dine inanan ama evde dini mevzu etmeyen, ayırım yapmayan bir aileydik. Alsancak’ta her dinden insan iç içe yaşıyorduk.

 London College of Fashion mezunusun ama kariyer yolun sürpriz bir istikamet alıyor.

Mezun olduktan sonra moda camiasından pek haz etmediğimi anladım. Yüzeysel ve tuhaf egoların çatıştığı bir sektördü. Okulun son yılında ‘giysilerle iletişim’ konulu tezimi verirken, işin sosyolojisini yazmanın koleksiyon hazırlamaktan daha keyifli olacağını anlamıştım. Nitekim tekstil firmasındaki işimi bırakıp Vizyon dergisinde moda editör yardımcılığı yapmaya başladım, mutluluğu yazı yazmakta buldum. Şefim Elçin Yahşi’ye Radikal’den teklif gelince, kendisi, her şeyi hemen hayata geçirebildiğimi ve bende gazetecilik tılsımı gördüğünü söyleyerek beni yanına aldı. İki sene Radikal Gazetesi’nde toplumsal yaşam konularında muhabirlik yaptım. Oradan Milliyet’e geçtim. ‘Boy Aynası’ moda yazılarımı tamamen gündemle ilişkili ve gazeteci gözüyle ele alıyordum.

 Kıyafet orucuna girmişsin bir yıl. Nedir o?

Tüketim kültürüyle büyümüş, zaten tamamen tüketime yönelik olan moda okumuşum. Bir günah çıkarma gibi kendimi terbiye etmek istedim. Giysilerim dolaplara sığmıyordu ama bir beyaz tişört bile bulamıyordum. İngilizlerin bir lafı vardır: “Ucuz mal alacak kadar zengin değilim.” Bir bütün yıl hiç kıyafet almamaya karar verdim. Oruçtan sonra artık çok az alışveriş yapıyorum; yalnız gerekli ve kaliteli şeyler. Çok yararını gördüğüm için insanları teşvik etmek istedim.

 2009’da “35 yaş üstü kadınlar mini etek giymesin” dedin.  Bugün tam o yaşta bir kadın olarak demecini geri almak ister misin?

O zaman daha vaktim var diye düşünüyordum (gülüşmeler) Mini etek ve bikini dünyada da tartışılan bir konu. Her yaşın bir tarzı olmalı. Nasıl 18 yaşında bir kız frapan giyinmemeliyse, 35-40 yaşlarındaki kadınlar kalkıp ponpon kız eteği giymemeli. Bunu mutaassıplık anlamında söylemedim. Bana gelince mini kışlık şortlar giyiyorum.

 

 

Birkaç moda yasaği sayabilir misin, okurlarimiz sana müteşekkir olsun?

 Küçük saplı çantaları dirsekte taşımayın.

 Sloganlı tişört bir yaştan sonra çok abes oluyor giymeyin.

 Kendini öven sloganların olduğu tişörtleri ergen olsanız da giymeyin.

 Moskova’da yaşamıyoruz, kürk giymeyin.

 Eskiden olsa lacivert ile siyah giymeyin derdim ama artık hiç renk kısıtlaması yapmıyorum.

 Oradan buradan bakıp giyinmeyin.

 Giyinmek kendini ifade yoludur, doğallıktan kopmayın, aşırı çabalamayın.

KÜRK KONUSUNDA ÖZELLİKLE ÇOK HASSASSIM

Çok üşüyorsan son derece teknolojik hem de şık kumaşlar var. Kürk giyenlerin bir kez bile oturup bu kürklerin nasıl elde edildiğini bilmediklerini düşünüyorum. 

Bilgi çağında bunu  şimdiki kuşağa yakıştıramıyorum.

Eleştirdiğin siyasilerden veya ünlülerden sonrasinda keşke bulaşmasaydim dediğin biri oldu mu? 

Başımı ağrıtanlar oldu. Sanıyorlar ki onlara bir garezim var. Onları tanımıyorum bile. Milleti yerin dibine sokmaya çalışmıyorum; önüme gelen fotoğrafa esprili bir şekilde fikrimi yazıyorum. Eleştirilere çok alıştım, umursamıyorum.

 Yazı üslubun doğrudan, yalın ve nükteli. Sarkazm ve ironi yazılarında belirgin şekilde hissediliyor. Kelebek’ten sonra ana gazetede teklif almanda bunun bir etkisi var mı?

Olabilir. Normal konuşmalarım da öyle. İngilizlerde müthiş bir sarkazm ve mizah anlayışı var, orada okurken kapmış olabilirim. Bizim neslin tarzı da bu aslında. Gezi olayından sonra bu yönümüz iyice ortaya çıktı. Gerginliğimizi alan yeni bir dil gelişti.

1,5 yıl önce teklif geldiğinde aynı zamanda gazetede bir gençleştirme operasyonu yapılıyordu, kadınlar da ön planda tutuluyordu. Hürriyet aile içi şiddet konusunda sosyal sorumluluk projeleri yapıyordu. Pozitif ayrımcılıktan ben de nasibimi aldım.

 Hürriyet’teki köşe yazılarının içeriği nasıl oluştu? En tutkulu olduğun konu hangisi?

Bana illa gündem yazmam söylenmedi. İlk başlarda biraz yan gündemler seçtim. Dert edindiğim konularda, yazarsam faydalı olabileceğimi düşündüğüm, işçi ölümleri, kadın meseleleri, çevre sorunları hakkında, esasında gündem olması gereken ama yüksek siyasetten bir türlü sıra gelmeyen konularda yazdım.

İnsan, özü aynı kalsa da büyüyor, olgunlaşıyor ve değişiyor. Tüm bu toplumsal meseleleri birbirinden ayıramam, her biri çok önemli ancak çevrenin kendini savunacak durumu yok. Diğer konularda yazan da çok var. İnsanlar çevreyi kendi malları gibi görüyor. Hoş kadını da öyle görenler var. Toprak, eşeleyim içinden maden çıkarayım; ağaç, keseyim odun yapayım diye var anlayışı. Batıya göre çok geride kaldık çevre duyarlılığında.

   Karşıyım karşı her şeye karşı tarzında, hakkını arayan, düşüncesini sonuna kadar savunan birisin. Son zamanlarda oldukça cesur siyasal gündem yazıların dikkat çekiyor.

Köşe yazılarıma başladıktan altı ay sonra Gezi olayı patladı. Gezi çevre hassasiyetiyle başlayan bir konuydu ama siyasi konu olunca, ilgi alanım da ana gündem konusuna dönüşmüş oldu. Bu beni çok memnun etti.  O güne kadar çevre haberleri hiç okunmazdı, şimdi çok okunuyor çünkü siyaset çevre konularına bulaşmış durumda. Bana kalsa hep çevre yazayım ama siyasal gündemde öyle çarpıcı olaylar oluyor ki, insanlar da onu okumak istiyor, ben de onu konuşmak istiyorum zaten.

 Röportajlar da yapıyorsun ara sıra. En aklında kalanı hangisi?

Çok fazla röportaj yapmıyorum. Ama ‘Lost’ dizisi çok revaçtayken dizi oyuncularıyla yaptığım söyleşide inanılmaz keyif almıştım. Bomba röportaj fırsatları yakalarsam asla kaçırmam. Örneğin 2013’ün mayısında Mehmet Ali Hatemi ile Hürriyet’te yaptığım röportaj için en iyi ve cesur işim diyebilirim.

 Azınlıklar, nefret söylemi, antisemitizm için neler söyleyebilirsin?  Seçim atmosferinde basında antisemit demeçler adeta katlandı.

Twitter’da dinin istismar edildiği yönünde sarkastik bir tweet atmıştım. Resmen bana karşı bir linç kampanyası başlatıldı, gelen tepkilerde ‘Yahudi’,’ Ermeni’ sözcükleri birer hakaret olarak kullanılmıştı. Maalesef ülkemizin saklayamadığımız bir gerçeği. Ucuz popülizm yaptıklarını düşünüyorum. Oy devşirmek için bu denli nefret pompalama daha evvel hiç olmamıştı. Antisemitizmin seçimden sonra azalacağını hiç sanmıyorum. Geçen nefret söylemi yasasının içi boş. Çocukluğumda en çok etkilendiğim olay Madımak’tır. Kanımca o günden bu güne bir gıdım ilerlemedik.

Ülkemizde twitter diğer ülkelerdeki kullanım amacının tersine ciddi konuların tartışıldığı bir mecra. Neden böyle sence?

Hükümetin montaj olduğunu iddia ettiği tapelerden medyaya baskı olduğunu gördük. Bir de twitter kendini ifade edebilme yerine dönüştü. Batı’da bu denli siyasi nedenle kullanılmıyor çünkü bu kadar sıkıntı yok. Her ne kadar karşıt görüştekiler ağır saldırılarda, baskıda bulunsalar da bunlara göğüs gerebiliyorsanız özlenen demokratik ortamı bulabiliyorsunuz.

 Twitter yasaklandığı anda delme yolları bulundu, kullanıcı sayısı yüzde 17 arttı. Sosyal medyanın tamamen engellendiği bir Türkiye düşünebiliyor musun? Yasakla ilgili köşe yazın sosyal medyada gündem yarattı.

Sosyal medya susturulmaz ancak interneti kapatman lazım ki bu kendini asman gibi. Küresel ekonomide kimse interneti yasaklayamaz. Yazımda özgürlükler asrında yaşanan bu baskıların karanlık çağa girdiğimizi gösterdiğini söylüyorum. Çadırların yakılmasından bir gün önce ağaçlar kesilmesin diye tepkimizi göstermek üzere Gezi’deydim. Fazla erken denilebilecek, şöyle bir tweet atmıştım: “Kendimi Nazi Almanya’sındaki Yahudi gibi hissediyorum.” Tabi kıyaslama açısından Yahudilerden de çok tepki aldım. Teşbihte hata olmaz diyerekten hislerimi abartarak yazmıştım, ama bugün artık neredeyse onu söyleyeceğiz. Tabi ki bugünün şartlarında insanlar o şekilde katledilemez. Her ne kadar inanılmaz boyutta bir insanlık suçu olmasa da, yine de insanlık suçu var. Polisin hunharca topluluklara girişmesi, insanların ölmesi veya twitter’ın yasaklanması Nazi Almanya’sı dönemini hatırlatıyor. O dönemin kitap yakmaları, kültürel, siyasal ve medyayla ilgili baskıları bugünlerle örtüşüyor. ABD twitter yasağı için boşuna ‘kitap yakmakla eş değer’ demedi.

 Türkiye’de olup bitenlere rağmen tweetler’inden umut içinde olduğun algısına kapılıyoruz. Seçimlere beş gün kala yaptığımız fakat okurlarımızın sonuçlar açıklandıktan sonra görecekleri bu röportajın zorlayıcı sorusu geliyor şimdi: Melis Alphan ülkenin geleceğini nasıl görüyor?

Dünyadan kopuk düşünemeyiz. Dünyada da sistem sıkıntısı var. Sosyal devletler çökmeye başladı. Geleceğimiz dünyadaki gelişmelerle bağlantılı olacaktır. Benim her zaman umudum var; ama uzun vadede. Toplumların dönüşümü, gelişimi yüzyıllara dağılan bir şey. Daha dibe vurduk mu bilemem ama eninde sonunda çıkış ve ileri doğru bir ivme olacaktır. Ömrümüz bunu görmeye yetmeyebilir. Bireysel düşünmemek ve sabırlı olmak lazım. Herhangi bir muhalefetimizde bizi hemen vatan haini ilan ediyorlar. Halbuki ben bu son olaylarla tam tersine vatan sevgimi iyice keşfettim. Kısa vadeli çıkarlar, kazanımlar peşinde olmamalıyız, iyileşme için uzun bir zaman gerektiğinin bilincinde sebat göstermeliyiz.