“Çocuklar dünyanın güvenli bir yer olduğunu ebeveynlerden öğreniyorlar”

Nancy’i uzun yıllardır tanırım. Kendisi uzman klinik psikolog. Üniversite’de okurken çalışmaya başlayan Nancy, 2009 yılındaki Marmara Bölgesi Sel Felaketi ve THY Amsterdam uçak kazasının ardından bölgede gönüllü psikolog olarak görev aldı. Sürekli eğitimlere katılıp mesleki açıdan kendini geliştirmeye devam eden Nancy Koen Levi ile bir çeşit oyun terapisi olan Theraplay ile başlayarak, günümüzde çocuklar arasında oldukça yaygın olan bilgisayar oyunları ve zararlarına uzanan oldukça bilgilendirici bir sohbet gerçekleştirdik.

Rayka NAYIR GÜVEN Çocuk-Aile
26 Mart 2014 Çarşamba

Nancy kendini tanıtabilir misin?

Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden onur derecesi ile mezun olduktan sonra Okan Üniversitesi Klinik Psikoloji yüksek lisansımı tamamladım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi, Balıklı Rum Hastanesi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, AMATEM ve Robert Kolej’de gözlemci psikolog olarak staj yaptım. Beş yıldır, Süperçocuk Evi’nde sorumlu müdür ve psikolog olarak çalışmaktayım. Aynı zamanda gönüllü psikolog olarak BÜREM’de (Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde) öğrencilerle bireysel psikoterapi seanslarına devam ediyorum ve Nadis Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’nde çocuk, ergen ve genç yetişkinlerle çalışıyorum.

Üniversiteden sonra da kendini geliştirmeyi hiç bırakmadığını ve bir sürü eğitime katıldığını biliyorum. Son aldığın Theraplay adlı eğitimle başlamak istiyorum. Theraplay tam olarak nedir?

Theraplay Amerika’da ve dünyada birçok yerde kullanılan, terapist tarafından yönlendirilen bir oyun terapisi. Ülkemizde de yaygınlaşmaya devam ediyor. Theraplay özellikle ebeveyn çocuk bağlanması, öz saygı ve başkalarına olan güven duygularını geliştirir. Ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin dört temel özelliği üzerine odaklanır. Bunlar; yapı, besleme, bağlılık ve mücadele. Yapı özellikle birçok ebeveynin yakındığı çocuğa sınır koyma ve kurallara uyma konusuyla ilişkili. Besleme ve bağlılık ise, ebeveyn-çocuk arasında aslında doğal olarak gelişmesini beklediğimiz sevgi ve şefkat bağı ile bu bağı beslemek ve çocuk ile daha da ‘birlikte’ olmak için yaptıklarımızı ifade ediyor. Mücadele ise çocuğun var olan potansiyelini özgüven ile ortaya koymasıyla ilgilidir. Oyun terapisi başlamadan evvel ebeveynler ve çocukla yapılan öngörüşmede hangi özellikler üzerinde çalışacağına karar verilir ve ardından terapide o konunun çalışılması ile çocuklar ve ebeveynler arasında daha güçlü, aktif iletişim ve empati içeren bir bağ yaratılmış olunur.

Theraplay sadece çocuklara uygulanan bir terapi mi?

Esas olarak 2-12 yaş arası olarak geliştirilmiş bir terapi yöntemi olmasına rağmen ergen, genç, yetişkin ve yaşlılar için de kullanılabilir.

Sonuçlarını ne kadar zaman içinde görebiliyoruz?

Bildiğin gibi her ailenin kendine göre bir hızı vardır, bu hıza bağlı olarak cevap alma süremiz değişebiliyor. Ancak şunu söyleyebilirim ki, ailelerden gelen bildirimler ve bizim seans içerisinde gördüğümüz değişimler çok hızlı.

Bu terapiye katılmak için mutlaka yaşanan bir sıkıntının yaşanıyor olması mı gerekli?

Tabii ki ilişkisini daha da kuvvetlendirmek isteyen herkes Theraplay’e gelebilir. Mutlaka mevcut bir sıkıntı ile başvurulmalı diye bir kısıtlama yok. Çocukluktan itibaren kurulan sağlıklı bağlanmanın mirası sonraki nesillere kalmaktadır. Bizim yetişkinlerde gördüğümüz birçok problemin aslında çocukluktaki ebeveyn ile olan bağlanmayla ilgili olduğu birçok araştırmada ortaya çıkıyor. Öte yandan, dikkat eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan, Travma Sonrası Stres Bozukluğu olan, içine kapanık, depresif, korkuları olan, utangaç, öfkeli, uyum problemleri yaşayan vb. gibi sıkıntıları olan aileler de Theraplay’e başvurabilir.

 

 

Anne –çocuk bağlanması tam olarak ne demektir?

Bağlanma, gerek beslenme gerek bakım hizmetleri gibi hayati önemi olan ihtiyaçlar olarak karşımıza çıkar. Bebeğin, tamamen başkasına muhtaç olarak doğduğu dünyada, ihtiyaçlarının karşılanması, kucaklanması ve korunması hayatı güvenli ya da güvensiz bir yer olarak algılamasına yardım eder. Bebekler ihtiyaçlarını belli etmek için ağlarlar ya da gülerler. Örneğin karınları acıktığında, ya da canları yandığında ağlayarak tepki verirler. Bu ihtiyaçları karşılandığında ise bunu karşılayan kişiye gülümserler ve süreç karşılıklı olarak işler, dolayısı ile bebek güven duymaya başlar. Bu ihtiyaçların iyi algılanması ve ihtiyaçlarına cevap verilmesi sağlıklı bağlanmanın en temel prensibidir. Ayrıca, az evvel bahsettiğim gibi çocuğun kucaklanması, onunla oynanması, fiziksel temas kurulması da bağlanmayı kuvvetlendirici etmenlerden. Bağlanmaya katkı sağlayan başka bir kaynak ise ebeveyn odaklı bakım yerine çocuk odaklı bakım uygulanmasıdır. Aslında buna ‘bebeği dinlemek’ de diyebiliriz, bu noktada annenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda değil de bebeğin istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda bebeğe cevap verilmesinden bahsediyorum.

Elbette bağlanma ile bağımlılığı da birbirinden ayırmak gerekiyor. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanması, onun duyulması, ona duyulan sevgiyi ve kendisini güvende hissetmesini sağlayacak ortamın hazırlanması demek, ebeveyne bağımlı çocuk yetiştirmek anlamına gelmez.

Ebeveyn ile çocuk arasında bağlanma tam olarak ne zaman başlıyor?

Bağlanma daha çocuk anne karnında başlarken çocuk doğduktan sonraki dönem büyük önem taşıyor.

Güven duygusunun özellikle çocuklarda çok önemli bir yer var değil mi?

Daha bebeklikten itibaren dünyanın güvenli bir yer olup olmadığın bebekler ebeveynlerden öğreniyorlar. Az evvel bahsettiğim gibi bebeğin ihtiyaçlarına verilen cevaplar doğrultusunda bebek dünyanın güvenli ya da güvensiz bir yer olduğunu öğreniyor.  İlk birkaç yılda ebeveyn ya da bakım veren kişiler ile deneyimlediği yaşantılar ileriki yıllarında başka kişilerle olan ilişkilerinde model olacak ve adeta belirleyici bir rol oynayacaktır.

Sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisi nedir?

Sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisi hayat boyu devam eden bir süreçtir. Bebeğe bakım veren kişi ile gelişmekte olan bağlanma, ergenlik dönemi ile birlikte kendi yaşıtı olan kişilere doğru yönelir. Temel olarak değişmeden devam eden bu bağlanma örüntüleri kişinin gerek birebir ilişkilerinde gerekse sosyal hayatı, profesyonel ilişkilerinde gerekse stres kontrolü gibi birçok alanda etkili olur.

Bebeklik döneminde sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisini geliştirmiş kişiler hem ergenlik hem de yetişkinlik dönemindeki, kurduğu ilişkileri sağlıklı gerçekleştirebilmekte ve karşılaştığı sorunlar ile daha iyi baş edebilmektedirler. Ancak, tam tersine güvensiz bağlanması olan kişiler, ilişkilerinde problem yaşayabilirlerken hem hayatlarındaki sorunlarla başa çıkmakta zorlanırlar hem de kurdukları ilişkiler problemi olabilir. Ayrıca yapılan birçok araştırma çocuklukta kurulan güvensiz bağlanmanın ergenlik ve yetişkinlik döneminde kaygı bozuklukları, depresyon gibi birçok psikopatolojik rahatsızlığın gelişmesinde önemli rol oynadığını gösteriyor.

Özgüven sahibi çocuklar yetiştirmek için ebeveynlere ne gibi görevler düşüyor?

Yine bebeğin doğduğu döneme dikkat çekmek istiyorum. Bu dönemde ihtiyaçlarına cevap verilen çocuk özgüvenli olarak yetişmeye başlıyor. Diğer önemli dönem ise okul öncesi dönemi ve aile ortamı. Çocuğa karşı kullanılan her kelime, yüz ifadesi, mesajlar ile tüm bunların dinlenmesi, duygularına cevap verilmesi öz değeri hakkında olumlu yönde katkı sağlamaktadır.

Bu konuda hem ailelere hem de özellikle okul öncesi dönemine önemli bir pay düşüyor. Bireysel özellikleri takdir edilen çocuklar da kendi özelliklerine ve varlıklarına değer verirler. Çocuğun bulunduğu ev ortamı da özgüveni için önem taşıyor. Sınırlarının belli olduğu ve mutlu olduğu ev ortamında yetişen çocuklar, akademik ve sosyal yaşantısında özgüvenli olmaktadırlar. Çocuğu başkaları ile kıyaslamak yerine iyi yaptığı şeylerle yüreklendirmek özgüvenine katkı sağlar.

Çocuğa güvenmek, çocuğun sorumluluk almasını desteklemek başarı hissini arttırır. Ayrıca,  çocukların yaşlarına uygun risk almaları için fırsat tanınmalıdır. Çocuk risk aldıkça yanlış yapabilir. Yanlış yaparken yargılamaktansa bunu normalize etmek ve doğrusu için yüreklendirmek de özgüvene destek sağlar. Okuldaki yetersizliklerinden çok, başarabildiği alanlar üzerinde durulmalı, herhangi bir dersten aldığı kötü not, diğer dersteki beceri ve başarılarını engellememeli. Son olarak, özgüvenli çocuk yetiştirmek için aile, çocuğu başlamış olduğu işi tamamlama konusunda motive etmeli ve ona destek olmalı.

“TABLET OYUNLARI İLETİŞİMİ OLUMSUZ ETKİLİYOR”

Theraplay’in temelinde oyun yatıyor. Oyunun bir çocuğun hayatındaki yeri nedir?

Çocuğun kendini ifade etmekteki en büyük yardımcısı oyun ve oyuncaklardır. Oyun ve oyuncak çocuğun, dünyayı, hayatı, insanları ve kendisinin hayat içerisindeki konumunu güvenilir bir ortamda keşfetmesini sağlar. Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimi için oyun ve oyuncaklar çok büyük hazinelerdir. Çocuklar oyun oynarken kurallara uymayı, sırasını beklemeyi ve hedefe doğru çalışmayı öğrenir. Aynı zamanda çocuk oynarken kazanmayı, kaybetmeyi, hırslanmayı, sevinmeyi ya da üzülmeyi deneyimler. Gerek ailesi gerek arkadaşları ile oyun oynarken çocuk sosyalleşir dolayısı ile sosyal kuralları da beraberinde öğrenir.

Oyun demişken günümüzde çocukların gittikçe telefon ya da tabletlerdeki oyunlara yöneldiğini görüyoruz. Örneğin puzzle’ı bile tablet üzerinden yapıyorlar.

Geçtiğimiz on yıl içerisinde bilgisayar renkli bir hayat sunarken son 3-4 senedir tabletlerin renkli dünyası içindeyiz. Biz yetişkinler bile kimi zaman kendimizi kaybedebilirken çocukları bu eğlenceli dünyada tanıştırdıktan sonra geri almak kimi zaman güç olabiliyor. Puzzle çok güzel bir örnek çünkü tablette 24 parçalık puzzle’ı çok rahat yapan çocuğun masa başındaki puzzle’da 12 parçada zorlandığını görebiliyoruz. Masa başında yapılan puzzle üç boyutlu dolayısıyla çocuğun birden fazla parmağını kullanıp evirip çevirmesi ve ince kaslarını kullanması gerekiyor. Tabletler iki boyutlu olduğundan işaret parmağı puzzle yapmak için yeterli oluyor. Parçayı çevirmek gerektiğinde parmakla üstüne iki kez tıklayınca puzzle parçası dönüyor.  Aslında emek gerektiren oyun sadece keyif haline geliyor.

İletişimin ve sosyalleşmenin de olumsuz yönde etkilendiğini düşünüyorum bu şekilde.

Kesinlikle sana katılıyorum;  iletişim ve sosyalleşme son derce olumsuz yönde etkileniyor. Sen de yemeğe gittiğinde ya da herhangi bir arkadaş ortamında her çocuğun elinde bir tablet olan masa mutlaka görmüşsündür. Anneler bir masada sohbet ederken çocuklar da diğer masada kafalarını tabletlere gömerek kendi dünyalarında geziniyorlar. Aslında hep küçük yaş çocuklarından bahsederken ergenlik çağındakileri atlamamak gerekiyor. Ergenlik çağı tam sosyalleşmenin ve arkadaş ilişkilerinin önemli olduğu bir dönemdir. Ancak sanal dünyanın gitgide artmasıyla tabletleri ve internetleri ile mutlu olan sadece okuldan eve, evden okula giden gençler görüyoruz. Neden diye soracak olursan, sanal dünyada iletişimde olmak çok daha az zahmetli ve kolay. Örneğin, kız arkadaşı ile ilk kez yemeğe gidecek olan 15 yaşında bir genç düşünelim. Yeni bir deneyim olacağından mutlaka heyecanlanacaktır. Ancak sanal dünyada sohbet ettiği kız arkadaşına çok daha rahat olacaktır çünkü kendi duygu düşüncelerini ekranın arkasına çok rahat saklayabilir, savunmalı davranabilir ve kendi istediği kişiyi rahat rahat yansıtabilir.

Bu konuda aileler nasıl bir tutum içinde olmalılar?

Öncelikli olarak ailelerin bu konuda onlara örnek olmaları gerekiyor. Çocuğunun tabletle oynamasını istemeyen ebeveyn ona oyuncak verip kendisi uzun saatler ekran karşısında vakit geçiriyorsa aynısını çocuk da talep edecektir. Ayrıca, aileler çocukların sosyalleşebilmeleri için onlara destek olmalıdırlar. Çocukların keyif alabileceği sanat ya da spor aktivitesine yönlendirilebilir. Örneğin yaratıcı drama atölyeleri gibi grup halinde yapılacak aktiviteler çocuğun sosyalleşmesine yardımcı olur. Onun sürekli olarak evde odasına vakit geçirmesine göz yummaktansa dışarıda arkadaşları ile olabileceği fırsatlar yaratmalılar.