Ne hikâyeler var, fotoğrafların ardında!

Bu hafta bir kitap var gündemimizde. Bir öykü kitabı. Yazar kitabı yazarken, belki de kitap yazarın yaşamını yazdı satır aralarında. Biz ise, yazarı ile kitabı konuştuk, daha çok da kitabın üzerinden, yazarı konuştuk. Sohbetimizin ötesini gelip size sunduk

Dalia MAYA Toplum
12 Mart 2014 Çarşamba

Gözlerin gördüğü yüreğin gerçeğini yansıtmaz bazan. Göz geçmişi bulamasa da baktığı adreste, yürek her daim bilir yaşanmışlıkları. Tıpkı anlatıcının kız arkadaşının bir haftalık bir seyahat için gittiği İngiltere’den dönüşünde uçakta yanında oturmasıyla başlayan sohbetin ardından birlikte geldikleri ve yıllar sonra adaya yeniden ayak basan Mösyö Jak’ın öyküsü  boyunca yerinde yeller esen evinde ve çocukluğunun hayaletleriyle tekrar karşılaşması gibi... Bazan çöpten çıkan bir fotoğraf taşır bu yaşanmışlıkları geçmişten günümüze. Bazan şamdanlı, kuyruklu bir piyanoda yaşamının melodisini anlatan bir kadının bakışlarında, bazan da oymalı kapıların ardında şekillenir öyküler. Yaşanmış hikayelerin geleceğe mirası olan fotoğraflar bir öykücü/fotoğrafçının gözünden yüreğine, oradan da kalemine yepyeni zamanlarda bambaşka hikayelere dönüşerek akar. Yaşanmışlıkların ve kırılmaların naif öyküsüdür yazılan, yazıldıkça kitap sayfalarını dolduran, doldurdukça yazarın hayatını dönüştüren.

Profesyonel yaşama harflerden çok rakamların, kelimelerden çok sayıların arasında başlayan yazarın 17 yıllık bir muhasebecilik deneyiminden sonra, tam da müdür yardımcısı olacağı bir dönemde, kırılır yazgısı. Öyle değil midir zaten yaşamda çokça olan? En güvendiğimiz an en güvensizlik dolu an değil midir? Profesyonel kırılmanın yanı sıra, annesinin geçirdiği kaza, hastane günlerinin gelmesi de daha çok üzecektir yazarımızı. Kırılma ağır ve acıdır. Yıllarını verdiği mesleğine küsmüştür artık. Kırılmanın ağırlığınca, yeni bir yol da açılmaktadır önünde. En yakınındaki insan, eşi, hayat arkadaşı Rozet’in sezgisidir ona, o zor dönemde yol gösteren. Sayı döneminin sona ermesiyle görsel döneme geçiş başlayacaktır. O an, gençliğinden beri merakı olan fotoğrafçılığı bir iş olarak yapmasına aracı olur Rozet. Çoğumuzun yaşamına da bundan sonra  girecektir kahramanımız. Profesyonel bir fotoğrafçı olarak başladığı yeni kariyerinde cemaatimize hizmet vermeye başlayacaktır. Diğer işlerinin yanı sıra, düğünlerimizi, bar mizalarımızı, mutlu anlarımızı sabitleyerek sonsuza dek tanıklığını yapacak fotoğraflarını çekecektir. Şimdi anladınız kimden bahsettiğimi: Alberto Modiano. 

Fotoğrafçılıkta giderek daha da yoğunlaşan Alberto bir dönem İfsak yayın biriminde fotoğraf yazıları da yazmaktadır bu arada. Yorumlar, eleştiriler yazar. Bir çeşit kurtlar sofrası! Sakin ve hassas kişiliği ile devam edilesi bir iş değildir bu onun için. Bırakır fotoğraf yayıncılığını. Ancak, yazma ateşi düşmüştür bir kez yüreğine. Ne yazmalı, nasıl yazmalı derken Rozet yetişir yeniden imdada, o inanılmaz sezgisi ile: “Evet” der, “bir de hikaye denemek lazım!” Yeni bir yolculuk, yeni bir deneyim, yeni bir dönüşüm için keyifli ama başlangıçta zorlu bir adımdır bu.

Mario Levi’nin yaratıcı yazarlık atölyelerine katılır. Kolay değildir öykü yazmak. Morali bozulur bir ara, “yaratıcı yazarlık bana göre değilmiş” diye düşünür. O bırakmak ister atölyeyi, Mario bırakmaz Alberto’yu. Neyi nasıl yazacağını keşfetmemiştir henüz. Mario açar bu sefer kapıyı: İlk göz ağrısı fotoğraflardan gelişmekte olan yoldaşı öyküye bir yol açılır önünde. Fotoğraftaki bir detay, yaşamdaki bir insan, bir söz, belki babaannenin komşu kadına o lezzetli borekitasların yapılmasını öğretmesi birer kıvılcım olur; kıvılcım öyküye dönüşür.

Fotoğrafçı dostu Tahir Ün’ün aracılığıyla Can Yayınları ile tanışır. Sunar dosyasını. İki ay ses çıkmayınca, gider sorar Alberto dosyasının akıbetini.

- A size haber vermediler mi?

- Hayır. O yüzden geldim.

- Sizin dosyanız okundu, kabul edildi, çok beğenildi. Ancak bu arada bir iç nedenden dolayı sizin dosyanız kayboldu. Ve şirketimiz prensip olarak kaybolan dosyaların kitaplarını basmıyor”

Dosyası kabul edilmiş, beğenilmiş ama yine de o sevilmeyen damgayı yiyivermiştir nedensiz: “Basılamaz”. Murat Gülsoy atölyesine de katılmıştır bu arada. Başka bir fotoğrafçı arkadaşı Şeniz Özbey başka bir kitabevinin, Arkeoloji ve Sanat yayınları, Arkeopera’nın yetkilisi Nezih Bey ile tanıştırır Alberto’yu. 15 dakika içinde basım kararı çıkar.

Hayatın karanlık köşeleri yepyeni yolların açılma anlarıdır. Siyasal dönemler yaşamları değiştirir. Bir dönem çalıştığı Centropa Projesi kapsamında geleceğe bir arşiv yaratmak üzere büyüklerimizin hayatlarını kayıt altına almak için dinlerken öykücülüğün de ilk adımlarını atıyordu Alberto. Yine projeye daha bilgi sahibi olarak katkıda bulunabilmek için projenin yöneticisi Karen Şarhon’un yönlendirmesi ile yakın tarih okumaları yaptığında yazacağı öykülere tarihsel siyasi bir perspektif katmak üzere de hazırlanmış oluyordu: “Bütün öyküleri tarihin bir süzgecinden geçiriyorum ve böylelikle yaşayan bir tarihe yeniden yaşam katıyorum. Bu öykülerde gerçek olan bir şey var. Fotoğrafa konu olan kişiler belki bu öyküleri yaşamadılar ama her öykü sonuçta bu ülkede fotoğrafın çekildiği dönemin siyasi, sosyo ekonomik geçmişin faturası ile biten bir olayla sonlanıyor. 20 kur asker, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları gibi.”

Yaşadıkça görüyoruz. İnsanlar sıklıkla farkında olmadan hazırlanıyorlar misyonlarına doğru. Bir yerlerden yardımlar geliyor. Büyük plan gerçekleşiyor insana rağmen. Bağımlısı kalmayıp geçmişin kırılmalarına, açık oldukça kişi yeni gelen ipuçlarına, yapabileceklerinin sınırsızlığını görüyor. Yardım ise hep orada. Elimizi uzatıp almamızı bekliyor. Alberto da uzatıyor elini, kaybolmuş hayatların görsel kırıntıları olan fotoğrafları alıp yepyeni yaşamlar yaratıyor

Fotoğrafçı, arkadaş, temiz yürekli, edebiyat sevdalı insan Alberto Modiano ‘Fotoğrafın Öteki Yüzü’ isimli öykü kitabı ile yaşamın öteki yüzüne çağırıyor okurunu.  

 ÇÖPTEN ÇIKAN HİKÂYE

Fotoğrafçılığın 150. yılının kutlandığı 1988 yılında, bir gazete haberi çok ilgimi çekmişti: “Mediha ve Sadettin Aşkın isminde karanlık oda siyah beyaz fotoğraf hizmetlerini veren bir çift Maçka’da işyerlerinden evlerine dönerken ya da işyerlerinden evlerine giderken çöpte bir cam negatif arşivi buluyorlar. Tabi ki fotoğrafçı oldukları için bir yerde çağırıyor. Hazine bulmuş gibi oluyorlar, negatiflere sahip çıkarak Cumhuriyet Dergi’de yayınlıyorlar”

- Cam negatifi bir açıklasan?

- Fotoğraf 1839’da bulundu 1888’e kadar fotoğrafçılar fotoğraf peliküllerini ince cam üzerine gümüş nitrat dökerek kendileri hazırlardı Bu çok meşakkatli bir işti.

Büyük bir ihtimalle o buldukları cam negatifler 19.yy sonu- 20.yy başları gibi bir döneme tekabül ediyor. Ben onları ismen tanıyordum ama tanışıklığımız yoktu. Derken 1992 yılında rahmetli bir fotoğrafçı arkadaşım Seyit Ali Ak Türk fotoğrafında kadın konulu bir sergi açmıştı ve orada Sadettin ve Mediha Aşkın’ın çöpten çıkan cam negatif koleksiyonundan bu fotoğrafı sergilemişti. Benim piyano öyküme konu olan bu fotoğrafı. Ve o zaman ben Aşkın çifti ile tanışmıştım. 2003 yılında yazı serüvenim başladığı sırada bu fotoğraf bir şekilde Seyit Ali Ak’ın evinde çekmiş olduğum bir fotoğraf da duvarda asılıydı ve bu fotoğrafın bana bir öykü konusu olabileceğini düşünmüş oldum.  Fotoğraf çok basit, sadece piyano çalan bir kadın , güzel bir piyano şamdanları ve arkada evin işlemeli kapıları var. Fazla bir unsur yok fotoğrafta. Ama bu unsurlar fotoğrafın hikâyeye dönüşmesine neden oluyor.”