Yad Vashem’deki günlükler ünlü besteci Zbigniew Preisner’e ilham kaynağı oldu

O, çağımızın Bach’ı… Müziğini dinlediğinizde boğazınızda bir şeylerin düğümlendiğini, yüreğinizi derin bir hüznün kapladığını hissettiğiniz, derin, dingin, insanı bu dünyadan kopartan müziklerin bestecisi… Yapı Kredi Bankası’nın 70. yıldönümü münasebetiyle 8 Mayıs’ta İstanbul Kongre Merkezi’nde son albümü ‘Diaries of Hope’u İstanbul Senfoni Orkestrası ve Avustralyalı şarkıcı Lisa Gerrard eşliğinde seslendirecek olan ünlü besteci Zbigniew Preisner, geçtiğimiz hafta İstanbul’daydı. Rixos Pera Otel’de düzenlenen basın toplantısında konser ile ilgili açıklamalarda bulunan Preisner’e ben de birkaç soru sorma fırsatı buldum

TUNA SAYLAĞ Sanat
12 Mart 2014 Çarşamba

Yaşamını Varşova’da sürdüren 58 yaşındaki Polonyalı kompozitör Zbigniew Preisner’in gerçek ismi Zbigniew Antoni Kowalski. Birçok filmde ‘Van Den Budenmayer’ mahlasını kullanan sanatçı, müziğe yirmi yaşlarında başladı. Krakow Üniversitesi’nde felsefe ve tarih okuyan Preisner, ülkesinin 19.yüzyıl bestecilerinden etkilendi ve sözden çok melodiye ağırlık vererek film müzikleri konusunda çağımızın duayen isimlerinden biri haline geldi.

PREISNER VE KİESLOWSKİ

Zbigniew Preisner, sadece müzikseverler değil sinema kolikler tarafından da çok iyi bilinen bir isim. O, vatandaşı usta yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin can arkadaşı ve 17 filminin müziklerinin bestecisi. Bunların arasında Polonya devlet televizyonu için hazırlanan, on bölümlük ‘Dekalog’ kısa film serisi; ‘Veronique’in İkili Yaşamı (1991)’, ‘Üç Renk: Mavi (1993)’, ‘Üç Renk: Beyaz (1994)’ ve ‘Üç Renk: Kırmızı (1994)’ yer alıyor. Sanatçının, 1996 yılında bir kalp ameliyatı sonucunda yaşamını yitiren ve acısını hala yüreğinde hissettiği dostu Kieslowski’nin anısına bestelediği ‘Requiem For My Friend’ ise adı gibi gerçek bir ağıttır. Preisner’in arkadaşını anmadan geçen neredeyse tek bir cümlesi bile yok; “Onunla çalışmak değildi olay. Önemli olan içten dostluğumuz ve birbirini tutan frekansımızdı. Bir araya gelmekten çok zevk alır, aynı hayalleri gerçekleştirmek için çalışırdık”. 

Kieslowski’ler dışında başka birçok film ve belgesele müzikler yapan, sayısız festivalde ödüller alan Preisner, Türkiye’ye ilk kez 2008’de Antalya Film Festivali’ndeki jüri üyeliği vesilesiyle gelmiş. O zaman İstanbul’u görme fırsatı bulamayan besteci, daha sonraları David Gilmour’la (Pink Floyd) albüm yaptıkları bir dönemde Gilmour’un şehri çok övdüğünü ve ona inanarak gelmeye karar verdiğini anlattı; “Gelmeden önce Orhan Pamuk’un ‘İstanbul’unu okudum. Şehri o kadar güzel anlatıyordu ki… Mayıs’ta konser için geldiğimde okuduklarımın izini süreceğim İstanbul’da”.

DIARIES OF HOPE

Diaries of Hope, Preisner’in Holokost’un anısına bestelediği ilk müzik; “Diaries of Hope (Umut Günlükleri) bir film müziği değil; bu çalışmada ağıt dâhil değişik müzik türlerini bir araya getirdim, zaten bu şekilde çalışmayı seviyorum. Yıllar önce dostum Kieslowski ile Küdüs Film Festivali’ne gitmiştik. Orada gezdiğimiz Yad Vashem Müzesi’ndeki bir sergi, bizi çok etkiledi. İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen 1,5 milyon Yahudi çocuğa adanan bu sergide gördüğümüz Dawid Rubinowicz ve Rutka Laskier adlı iki Polonyalı çocuğa ait günlükler ile yine Polonyalı Abram Koplowicz ve Abram Cytryn’in şiirleri içimizi acıttı. Biri hayallerinden söz ederken diğeri onları sadece ölümün beklediğinden söz ediyordu ama yine de umut doluydular. O zaman Kieslowski bana ‘Bu olayların unutulmaması gerekir, bunun için bir müzik yap’ dedi. İşte ‘Diaries of Hope’, orada hissettiklerimin bir yansıması... Ancak iki sene önce yazabildim bu müziği. Daha güçlü ve umutlu olmak için…   Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bu tür acılar unutulmuyor.  Tarihi iyi anlamalı ve ders çıkartmalıyız.

Albümün galası geçtiğimiz Ekim ayında Londra’da yapıldı. Türkiye prömiyeri de 8 Mayıs’ta gerçekleşecek, o yüzden burada bulunmaktan mutluyum. Unutulmaz, farklı ve teatral bir konser olacak, adeta çekilmemiş bir film gibi… 40 kişilik bir senfoni orkestrası eşliğinde; koro, Lisa Gerrard ve metinlerin seslendirilmesi olmak üzere üç bölümden oluşacak konsere Türkiye’den bir oyuncunun da dâhil olması planlanıyor. Lisa’nın konsere katkısı çok büyük; sesi ve performansından dolayı gösteri daha çarpıcı bir hale geliyor”.

YAZDIĞIM MÜZİK DİNLEMEK İSTEDİĞİM MÜZİKTİR

Zbigniew Preisner, 40 yıl kadar önce başlamış film müziği yapmaya. İlk çıkış noktası ise politik kabareler olmuş. Bazen film dışı müzikler de besteliyor. Buna ilk örnek olarak Kieslowski için yaptığı Requiem’i gösteriyor. Her ne için olursa olsun ancak motive olur ve içinden gelirse beste yapabildiğini anlatıyor.  Çalışırken herhangi bir müzik aleti kullanmıyor. O inanılmaz müziğini kulaklarıyla değil kalbiyle işitiyor. Bir kalem ve bir parça kâğıt yeterli onun için. En büyük ilham kaynağı ise edebiyat, hayat ve duygular… Adele’i, Radiohead’i dinlemeyi seviyor. Hayattaki mottosunu ise “Var Olmak yeter!” cümlesiyle açıklıyor.

Gelecekle ilgili olarak teknolojiyi kontrol edememenin kendisini korkuttuğunu belirten Preisner; “Allah’tan çok teknolojiye inanıyoruz; artık mektup yazmıyoruz, konuşmuyoruz, göz göze bakmıyoruz. Hep çok acelemiz var. Günün birinde birileri uyduları kapatacak, her şey çökecek. Şahsen teknolojinin iflasını bekliyorum ben. Sekiz dönümlük bir arsa aldım, patates ekip, keçi besleyeceğim,” diyor.

Hüzün, Preisner’in müziğinin bir başka adı bana göre; sıram gelince ilk önce bunu soruyorum ünlü Yahudi besteciye; “Kimi insanlar kötümser kimileri de iyimser olarak doğarlar. Ben kötümser doğanlardanım. Bu elimde olan bir şey değil. İyimserlerin bu hayatı daha iyi geçirdiklerine inanıyorum,” cevabını veriyor.

Polonya, İkinci Dünya Savaşı’nda en çok etkilenen ve birçok ölüm kampının kurulduğu bir ülke. Bu yerler günümüzde hâlâ mevcut. Bu durum müziğinizi nasıl etkiledi şeklindeki sorumu da; “Tabii ki çok etkiledi, özellikle o dönemi anlatan edebi eserler çıkış noktam… Hayatım boyunca sadece iki kez Auschwitz’e gittim. Orayı gördükten sonra insan, içinde bir yerlerinde saklı olan en çirkin ve en derin nefret duygularını bir şekilde ortaya kusuyor,” diyerek yanıtladı.

İstanbul’da ilk kez konser verecek olan bu eşsiz müzik adamını ve teatral gösterisini kaçırmamanızı öneririm.