Usta tiyatrocular ve ´ Yaşamak denen bu zahmetli iş´

İsrailli ünlü tiyatro yazarı Hanoch Levin’in ‘Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş’ adlı oyunu Devlet Tiyatroları sahnesinde Türk izleyicilerle buluştu. Oyunun Türkiye’de oynanmasında büyük katkısı olan deneyimli tiyatrocu Ülkü Duru ve oyunda birlikte rol aldığı yine deneyimli tiyatrocu eşi İşdar Gökseven’le keyifli bir söyleşi yaptık

Sanat
5 Mart 2014 Çarşamba

Yaşar Bildirici

Yanımda iki dostum var. Babamın Gaziantep’ten en samimi arkadaşı, mahalle komşusu, senelerce dostluklarını devam ettirdiği merhum Emekli Paşa Remzi Gökseven’in oğlu, tiyatrocu/aktör İşdar Gökseven ve yine tiyatrocu olan eşi Ülkü Duru. Babalarımızın dostluğunun ardından biz de ikinci nesil olarak bu dostluğa devam ediyoruz. Sevgili İşdar ve Ülkü İstanbul Devlet Tiyatroları’nda sahne alan İsrailli yazar Hanoch Levin’in ‘Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş’ oyununda hem yönetmen yardımcılığı hem de oyuncukları ile büyük katkı veriyorlar.

 Ülkü, seninle başlayabilir miyiz? Sanat geçmişinden bahseder misin lütfen?

Ülkü Duru: Sanat hayatıma çok küçük yaşta başladım. Konservatuarın bale bölümünü bitirdim ancak sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi’nin tiyatro bölümüne girdim ve tiyatrocu olmaya karar verdim. Mimar Sinan’dan mezun olduktan sonra Devlet Tiyatrosu’na girdim. Bu, Devlet Tiyatrosu’ndaki otuzuncu yılım. Bu süreç içerisinde sadece tiyatroda oynamadım; sinema filmlerim oldu, televizyon dizilerinde oynadım. Televizyon dizileriyle ‘ünlü’ olduk diyebilirim. Televizyon dizilerinde oynamak bir yandan güzel, çünkü sizi görmek için oyununuzu seyretmeye geliyorlar. Diğer yandan ise yorucu ama zevk alarak yapıyorum.

Ancak benim için önemli olan tiyatrodur. Tiyatroda ara vermeden çalışmayı çok seviyorum; şimdilik de ara vermeyi düşünmüyorum. Seyirciye bir şey anlatabileceğime inandığım, yaşamdan dertlerini bir-iki saatliğine de olsa paylaşabileceğim, sonrasında onları biraz düşündürtebileceğim oyunlarda oynamayı tercih ediyorum her zaman. Seyirci-oyuncu buluşmasının böyle olacağını, tiyatroyu böyle sevdirebileceğimizi düşünüyorum.

 İşdar ile tanışmanız nasıl oldu?

ÜD: İşdar ile zaten meslektaş olarak ismen birbirimizi biliyorduk. Tanışmamız yurtdışında oldu. Kısacası arkadaşlığımız New York’ta başladı. Her ne kadar birbirimizi yeni tanıyorsak da baktık ki ortak yanımız ve zevklerimiz var. Dostluk aşka dönüştü. Amerika’dan döndükten sonra da evlendik.

İşdar Gökseven: Evlilik insanın yaşlandığı zaman gerekli olan bir müessese. Yaşlandıkça da aşık olmanın keyfi daha fazla çıkıyor. Oyunumuzda da bu fikir var zaten. Adam evden gitmek istiyor, kadın “nereye gidiyorsun, ne yapabilirsin” diyor. Bizim meslek gece işi olduğu için muhteşem bir hayat sürüyormuşuz gibi gelir insanlara. Her gece oyun çıkışı barlarda, meyhanelere falan gittiğimiz düşünülür. Aslında hiç öyle değil, bu mesleğin en önemli şeyi disiplindir. Kendine çok daha dikkat etmen gerekiyor. Derler ya sanatçı toplumun bir adım ilerisindedir. Daha çok okuman, kendini daha çok geliştirmen gerekiyor. Evli olursan ya da birisiyle birlikte olursan o sana disiplin ve sorumluluk getiriyor. Bu durum da işe de yansıyor zaten.

 Rahmetli Remzi Ağabey’in aileden gelme bir tiyatroculuğu var; abisi Gaziantep’in yegâne tiyatrocularından biri – Nuri Gökseven. İşdar sen de sanat hayatını biraz anlat istersen…

İG: Liseyi Ankara’da okurken edebiyat bölümüne geçmek için tiyatro dersini seçtim. Aktör olmak gibi bir niyetim yoktu aslında. Babam asker olmam için zorladı. O zaman sağ-sol hikâyeleri vardı. Kuleli Askeri Lisesi sınavlarına soktu beni; ancak ben istemedim, iyi ki de istememişim. Pek asker karakterim yoktu.

 Sen de dizilerle tanındın diyebiliriz…

İG: Dizilerin hem avantajı hem dezavantajı var. Restorana gittiğin zaman daha çok hesap getiriyorlar, “bunlarda para çok,” diye. Eskiden oyuncuların yüzüne bakılmazdı, kız bile verilmezdi. Şimdi herkes çocuğunun oyuncu olmasını istiyor. Eskiden işadamı, doktor olsun derlerdi; şimdi oyuncu olsun, dizide oynasın, meşhur olsun diyorlar.

 İşdar en meşhur olduğun dizi hangisiydi?

İG: Şunu söyleyeyim hiç kadın hayranım yoktur; hep kötü adam rolleri oynadım. En son meşhur olduğum dizi Leyla ile Mecnun. Öncesinde Deliyürek filmi var. 90’lı yılların başında Ruhsar ile çıkış yaptım sayılır. Televizyonda şöyle bir durum var, iki dakika görünürsün iki yıl tanırlar, ama üç dakika görünmezsen üç yıl unuturlar. Çok nankördür televizyon. Bir de televizyon şöhretini kanıksarsan, tanınmamaya başladığında gazeteci ararsın; çok tehlikeli bir durumdur.

 


Ülkü bu oyunu seçme sürecinizi biraz anlatır mısınız?

ÜD: Levin’in Almanya’da festivalde oynanan bir oyununu gördüm. Çok beğenilmişti, ilgimi çekti, ancak sadece Fransızca çevirisini bulabildim. Türkçe çevirisi yoktu. Fransa’dan diğer oyunlarını getirttirdim ve okumaya başladık. Diğer oyunlarını da okuduktan sonra bu oyun çok ilgimi çekti. Kadrosu da, konusu da çok uygundu. 50-52 yaşında, bizim yaşlarımızı anlatan bir hikâye… Sonra süreç gelişti. Devlet Tiyatrosu’nda önce projenizi sunarsınız… Önceleri biraz korktuk, acaba nasıl bakarlar, İsrail oyunu diye istemezler mi acaba diye düşündük. Ama hiçbir problem çıkmadan hemen kabul edildi. Sonra, Devlet Tiyatrosu tarafından Hanoach Levin’e telif hakkı için teklifte bulunuldu. Karşı taraf da oyunun Devlet Tiyatrosu’nda oynanmasından çok memnun olduklarını belirten bir yanıt gönderdi.

İG: Hemen bir parantez açalım, yazarın eşi, Ağlama Duvarı’na gidip oyunun başarılı olması için dua etmiş. Bir ay sonra bizim haberimiz gelmiş. Sonrasında tekrar gidip, “inşallah çok tutar” diye dua etmiş.

ÜD: Sonrasında da çok güzel bir çalışma süreci geçirdik. Ben, İşdar ve 34 yıllık arkadaşım Musa Uzunlar

 Hanoch Levin hakkında ne düşünüyorsunuz?

ÜD: Gerçekten mizah duygusu çok yüksek olan önemli bir yazar. Böyle bir yazarla tanışmış olmak, oyununu oynuyor olmak bizi çok mutlu ediyor.

İG: Görüştüğümüz İsrailli gazeteciler “İsrail’in Woody Allen’ı” dediler.

 Oyunun sosyal bir mesajı da var bu yaşlarla ilgili…

ÜD: Evet, evrensel bir hikaye. Bu oyunu dünyanın neresine koyarsanız koyun, bu üç kişiye rastlayabilirsiniz.

 Devlet Tiyatroları’nın onay verdiği bir İsrailli sanatçının eserini ülkemizde oynayarak Türkiye-İsrail arasındaki kültürel ilişkilerin pozitif yönde gelişmesi adına ciddi bir katkıda bulunmaktasınız. Oyun hakkında biraz fikir verebilsen seviniriz.

İG: Konu politik değil, bir yatak odasında geçiyor. 50+ yaşlarında bir adam, gecenin ikisinde kalkıyor ve karısına “ben gidiyorum” diyor. Karısı, “Nereye gidiyorsun, 30 sene beraber olduk böyle bırakıp gidemezsin, bana bir şey söylemen lazım,” diyor. Oyunun finalinde ise adam “her gece gitmek istedim,” diyor. Her zaman bastırılmış bir gitme eğilimi vardı. 

ÜD: Oyunun esas derdi şu; H.Levin biraz karamsar bir yazar. Hayatı güzel bir şey olarak görmüyor, “hayat sıkıntılardan ibarettir,” diyor. Doğumla ölüm arasında zorluklarla geçen sıkıntılı bir dönemdir diyor. Zahmetli bir iştir yaşam diyor. Oyunda bunu erkek karakter üzerinden anlatıyor. Ama kadın tam tersi, hep umutlu… Levin’in başarısı, kadını ve erkeği çok iyi tanımış olması. Bir de orta sınıfı çok iyi anlatıyor. Hayattan çok fazla beklentileri olmayan bir sınıf. Çocuklar büyümüş, romantizm bitmiş, sadece yiyip içebilmek olmuş hayatları.  Adam da diyor ki, “bu mu benim hayatım.” Evliliğin, 30 yıllık beraberliğin tekrarından sıkılmış, birbirlerinin ne diyeceklerini bile biliyor. Oyun çok ciddi bir kara mizah ve de çok matrak.

 Umarım bu oyunu bir gün İsrail’de yaşayan Türk kökenli vatandaşlarına oynarsınız. Orada da çok ciddi bir Türk Musevi Cemaati var. Hatta Türkiye’den bir sürü tiyatrolar oraya gidip oynanıyor. Bu güzel sohbet için teşekkür ediyorum.