KARAKUTU TİYATRO yorumu ile Friedrich Dürenmatt’ın ‘Uyarca’sı

Beyoğlu - Tünel’deki alternatif tiyatrolardan birisi olan Karakutu Tiyatro’nun ‘Uyarca’ isimli oyununu, oyunun yönetmeni Erşan Özhim ile konuştuk

Sanat
26 Şubat 2014 Çarşamba

Melisa Sürücü


Oyun metnini seçerken Karakutu en çok neye dikkat eder? Uyarca’yı seçme süreci, Dürenmatt metni oynama fikri nasıl gelişti?

Aslında Karakutu’ya geçen sene ‘Yaka Paça’ isimli oyunla dâhil oldum. Bu sene de ‘Uyarca’ ile. Karakutu’nun kurucularından Egemen Sancak konservatuvardan arkadaşım. Okurken hangi oyunu çıkarsak diye düşünürken aklımda bu metin vardı. O dönemde de Friedrich Dürenmatt ve Eugène Ionesco metinlerini çok severdim. Sevmemin sebebi de aslında benzer dünya görüşlerimizin olmasıydı. Dünya kötüye gidiyor ve biz ne yaparsak yapalım düzelmeyecek. İnsanın var olduğu her yerde bu böyle olmaya devam edecek. Bu anlayış, absürd yazarların genel bakış açısı. Fakat biz okuldayken de bu oyunu çıkaramadık, bitirme projesi olarak da olmadı, başka şeyler çıktı. Bizim için lanetli bir oyun haline gelmişti. Ta ki geçen sene Egemen bana, Karakutu’da bir oyun yönetmek isteyip istemediğimi sorana kadar…

Normalde Karakutu’nun politikası bellidir. Sert, seyirciyi tokatlayarak kendine getiren metinler daha çok tercih edilir. Bu anlamda genel Karakutu anlayışından biraz farklı ama bütün bunların dışında çok sevdiğimiz bir metin. İlk düşündüğümde daha çok reji atraksiyonları eklemek peşindeyken şimdi seyirciye ne anlatmak istediğimiz meselesine daha çok kafa yoruyoruz.

Oyundaki ana karakterleri kimyacı Doc, cinayet şebekesinin lideri Şef ve polis/Cop. Ana karakterlerin oluşturduğu üçgen üzerinden toplumu kendi amaçları için yönlendiren bir çıkar dünyasına ulaşıyoruz. Kadınların sadece yan karakter olabileceği bir dünya… Bununla ilgili ne düşünüyorsun?

Oyunu bizim algılama şeklimiz, simgeler üzerinden. Örneğin Şef’in takım elbisesi kahverengi. Kahverengi aslında Nazi subaylarının kullandığı bir renktir. Belli çevrelerde milliyetçilik ile özdeşleşmiştir. Her karakterin o anlamda bir yeri var ve o düzen içerisinde kadının yeri yok denecek kadar az. Hatta kadın, seks objesi. Meta durumunda. Dürematt da bu şekilde kullanmış, biz de bunun altını çizmeye özen gösterdik.

İnsanlık ne zaman kayboluyor sence, yoksa en baştan beri hiç olmadı mı?

I.Dünya Savaşı sömürgeler üzerine yapıldı, II.Dünya Savaşı da artık ekonomik krizlerin, payın daha farklı yoldan gitmesi ve sanayileşmeyle beraber daha başka krizler meydana getirdi. O dalganın etkisi daha sonra Amerika’da bir ekonomik kriz yarattı. Biz II.Dünya Savaşı’ndan sonra artık ulus-devlet kavramını yitirdik. Tabii ki o andan itibaren çok zengin tüccarlar veya para baronları diye ifade edebileceğimiz güçler, güçlü olmaları sebebi ile yöneten konumuna geçtiler ve biz o andan itibaren her şeyimizi yitirdik. Çünkü insanların başka insanların tepesine basmasını doğru olarak algıladık. İnsanın güzel bir karısının, bahçeli evinin ve evinde bir köpeğinin olmasını ideal insan olmak olarak algıladık. Örneğin oyuncular dizide oynamıyorsa çok da oyuncu sayılmıyor ama ben mesela dizide oynamak istemiyorum. Tiyatro yapmayı tercih ediyorum. Bu anlamda tuzum kuru ve kendimce sisteme çomağı ben de böyle sokuyorum. Tabii ki aslında bu dünyanın gidişatı bakımından bir şey ifade etmiyor ama en azından kendimi iyi hissediyorum. Baktığınız zaman, Cop’un anlattığı hikâyedeki çocuktan farkımız kalmıyor…

Aslında her zaman başkasının üzerine basmadan bir yere gelememek söz konusu değil mi?

Aslında değil. Sonuçta hepimiz öğrenci olduk. Öğrenciyken evimizde kalan arkadaşımıza ihtiyaç duyduğunda yardım ettiğimizde, bana paramı geri ver diyor musun? Hayır. Bu çok insani bir şey. Bunu işte dünyaya yaymak gerekiyor. Bu dünyanın bütün zenginliğini nüfusun yüzde birinin kullanıyor olması çok tuhaf değil mi? Hâlbuki hepimiz ıssız bir adadayız. Bu düzene ayak uydurduğun zaman insanlığını bir şekilde yitiriyorsun. Toplum bilimcilere göre bunun olması, ulus-devlet kavramının kaybolup, tüccarların yöneten konumuna geçmesi ile başlıyor.

Oyunun adı ‘Uyarca’; Türkçe’de kullanılan bir kelime değil sanırım. Oyunu izlemeyenler için oyunun adı ile ilgili neler söylemek istersin?

Türkçe’de böyle bir kelime yok aslında. Almanca adından (Der Mitmacher) Türkçe’ye tercümesi tam karşılığı olmasa da ‘İşbirlikçi’ gibi bir şey. Yücel Erten bu şekilde kullanmış. Bizim de oyunun adını bu şekilde kullanmak hoşumuza gitti.

Devlet Tiyatroları’nda Uyarca’nın oynandığı dönemde oyunu izleme fırsatın olmuş muydu?

Oldu. Şakir Gürzumar benim hocamdı. Aslında ben dört farklı ‘Uyarca’ izledim. İki tanesi amatör bir topluluğun, birisi Devlet Tiyatrosu’nun ve sonuncusu yabancı bir tiyatro topluluğunun Türkiye’de sergilediğiydi. Hepsinde beğendiğim ayrı ayrı şeyler vardı ve onları mümkün olduğunca kullanmamaya çalıştım. Mesela en çok kafamı yoran fareler metaforuydu. DT’da Şakir Hoca’nın onu cücelerle yapmış olması çok etkilemişti beni. Nasıl farklı yapsam diye düşünürken, kendi kendine aklıma geldi. İstemsiz olarak biz bu sistemi değiştiremiyoruz diye, bari bu sisteme uyalım dediğimiz için, sistemi değiştiremiyoruz. O zaman da işbirlikçi oluyor. Bu sebeple fare metaforu bana çok yeterli gelmemişti ama görsel olarak da çok hoşuma gitmişti. Onu nasıl daha sade ama daha işlevsel kullanabilirim diye düşündüm.

Oyun, izleyicinin aynı anda birçok şeyi düşünmesine sebep oluyor: intikam, para, güç, hırs, cinayet, bilim, kişisel menfaatler; sizin için bu oyunca hangi tema en önde?

Aslında oyunda bence bambaşka bir şey var. Oyunda Bill’in dediği gibi, “Dünya kötüye gidiyor ve biz hiçbir şey yapmıyoruz.” Bir şey yapmayarak bu düzene uyuyoruz. Bunlar hep sistemin kendisi ile olan doğrudan bağlantı. Ann ve Doc’un aşkının bozulması da sistemin ona izin vermemesi sebebi ile. Tesadüfe bak, günümüze de çok uyuyor.

Uyarca için hazırlanırken veya oyunlardan birinde başınıza gelen ilginç bir olay var mı?

Lanetin kalkması. Oyun yine çıkmayacak zannediyorduk, çıktı.

Uyarca ile ilgili aldığın en güzel yorum nedir?

Bir seyirci oyundan çıkınca, “Devlet Tiyatrosu’nda oyunu izlediğimde anlamadığım birçok şeyi daha iyi anladım.” dedi; gerçekten çok mutlu oldum.

Uyarca sene sonuna kadar devam edecek. Karakutu’da ayrıca ‘Yaka Paça’ ve ‘İleri Sar Geri Sar’ isimli oyunlar da devam ediyor.

Karakutu’nun kuruluş hikâyesi:

2010 yılında Egemen, Ceylan ve Ercan Haliç Üniversitesi’nde tiyatro okurken bir araya geliyor ve Karakutu’yu kuruyorlar. Sonradan Ercan ayrılıyor. Şimdi Egemen ve Ceylan birçok oyuncu, yazar, çevirmen ve yönetmen ile ortak çalışıyor.

Karakutu adres:

Tünel, Asmalımescit Mah., Ensiz Sok. No: 4/2 Beyoğlu

 

ALTERNATİF TİYATROLARIN İŞBİRLİĞİ

Seni bulmuşken, son dönemde alternatif tiyatroların durumundan da bahsetmek isterim. İkincikat, Karakutu, Kumbaracı50, D22, Mekân artı, Sahne Hâl, Şermola, Performans, Asmalı sahne, Sekizincikat birlikte www.alternatifsahneler.com’u kurdu. Son dönemde aranızdaki işbirliğinin güzel bir örneği oldu bu site.

Son dönemde alternatif tiyatrolar bir araya gelerek ortak kararlar almaya başladı. Bunun örneklerinden birisi Şehir Tiyatroları’nın ve Devlet Tiyatroları’nın başına gelenler aslında alternatif tiyatrolara yaradı. İnsanlar artık Şehir ve Devlet Tiyatroları’nın oyunları yerine alternatif tiyatroların bağımsız oyunlarını daha çok merak ediyor. Toplulukların devletten ödenek almayarak kendi söyleyecekleri söylemek istemeleri bence çok etkili. Benim çevremde tiyatro yapanları çok heyecanlandıran bir durum bu.  Tek korku acaba bu ilgi tükenmeye başladı mı? Çünkü dünya popülist bir topluluk ve bu ilgi hemen dağılabilir. Bana göre bu uzak bir ihtimal. Çok ilgili oyuncular ve sürekli bir oyun değişikliği var; bunlar seyircileri ateşliyor, oyun kalkamadan “bunu izlemeliyim!” dedirtiyor onlara. Alternatif tiyatroların diğer güzel yanı, toplulukların hayata bakışını da yansıtması. Karakutu çoğunlukla sert metinleri seçerken, Şermola Kürtçe oyunlara yer veriyor. Seyircinin bir oyuna giderken ne tarz bir oyun izleyeceğini bilmesi de önemli. Ben öğrenciyken Ferhan Şensoy’un oyunlarına ve Dostlar Tiyatrosu’na örneğin bu anlayışla giderdim.