‘PARA AVCISI’nda MARTIN SCORSESE projektörünü yatırım dünyasının karanlığına doğrultuyor
Deliliğe yakın, hastalıklı ruh ve beyin sahibi, çizgi dışı karakterleri sinemaya taşımayı seven Scorsese, Wall Street’in eski hızlı borsa simsarı Belfort’un hatıralarından yola çıkarak, finans dünyasındaki yozlaşmayı gözlerimize seriyor. Suç dünyasının toplumsal hayatımıza verdiği tahribatı sinemaya taşımadaki becerisiyle ünlü yönetmen bu kez komedi türünü seçiyor. Bir görsellik ve kurgu ustası, deneyimli bir öykü anlatıcısı olarak Scorsese, filmin üç saatlik süresine rağmen, temposu hiç düşmeyen mizanseniyle, izleyicisini avucunun içine almayı başarıyor. Yönetmenle beşinci çalışmasında Leonardo Di Caprio kariyerinin belki de en başarılı kompozisyonunu çiziyor
Suç dünyasında gezinmekten pek hoşlanan Martin Scorsese ‘Para Avcısı/The Wolf of Wall Street’te projektörünü yatırım dünyasının karanlığına doğrultuyor.
Deliliğe yakın, hastalıklı ruh ve beyin sahibi, çizgi dışı karakterleri sinemaya taşımayı seven yönetmen, Wall Street’in eski hızlı borsa simsarı Jordan Belfort’un hatıralarından yola çıkarak, finans dünyasındaki yozlaşmayı gözlerimize seriyor.
Kitabın sinema hakkına sahip olmak için Brad Pitt ile kıyasıya yarışıp, bu hakkı altı yıl sonra kazanan Leonardo Di Caprio, senaryonun yazılımını ‘Soprano’ ve ‘Broadwalk Empire’ ile ustalığını kanıtlamış Terence Winter’e emanet etmiş.
Suç dünyasının toplumsal hayatımıza verdiği tahribatı ve yozlaşmayı sinemaya taşımadaki becerisini sayısız yapıtıyla ortaya koymuş bir yönetmen olarak Martin Scorsese için ‘Para Avcısı’ eşi bulunmaz kaftandı.
1980’lerin ikinci yarısında Wall Street’e çaylak bir borsacı olarak giren, 19 Ekim 1987’de Kara Pazartesi (Black Monday) yıkım günüyle iflas eden, olağanüstü zekâsıyla ayağa kalkmayı becerip müthiş bir servetin sahibi olan Jordan Belfort’u ise, şüphesiz ki filmin yapımcılarından biri olan Leonardo Di Caprio canlandıracaktı.
Film, düşük bir maaşla işe alınan Jordan’ın, kıdemli broker Mark Hanna’dan (Matthew Mc Conaughey) yalan ve aldatmaca dolu borsa dünyası üzerine aldığı derslerle başlıyor. Lisansını alır almaz, boynuz kulağı geçer misali ustasını geride bırakan, ayda 500 bin dolar kazanıp, 26’sında 49 milyar dolarlık bir servet biriktiren Belfort’un önlenemez yükselişini film keyifli bir komedi atmosferi içinde anlatıyor.
Martin Scorsese, ‘The King of Comedy’ ve ‘After Hours’dan sonra, bir komedi ustası olduğunu ‘Para Avcısı’ ile kanıtlamış oluyor.
Bir görsellik ve kurgu ustası olarak, deneyimli bir ‘öykü anlatıcısı’ olan Scorsese, filmin üç saatlik süresine rağmen, temposu hiç düşmeyen mizanseniyle, izleyicisini avucunun içine almayı başarıyor.
KARA MİZAHLA ÖRÜLÜ EPİK KOMEDİ
Para kazanmak dışında bir hedefi olmayan, etik, ahlak ve hukuk kurallarına saygısı olmayan, gayeye ulaşmak için ahlak dışı tüm yolları kullanan Makyavelist Belfort’un iş ve özel hayatı, filmde baş döndürücü bir kurgu eşliğinde anlatılıyor.
Kandırabileceği herkesin parasını alan Belfort’un şahsında, borsanın hiçbir şey üretmeden, yatırımcıların paralarını gasp eden bir sistem olduğunu görüyoruz.
Belfort’un, yardımcısı ve sağ kolu Donnie(Jonah Hill) ile kurduğu finans imparatorluğunda kazandığı paraları satın aldığı evlere, uyuşturucu ve seks partilerine harcadığını görürüz. Dünya güzeli Naomi (Margot Robbie) ile evli olmasına rağmen, herkesin uyuşturucu kullandığı, çılgın havuz partilerinin, uçakta yapılan orjilerin müdavimi olan Belfort’un, kokainden ötürü iki ay gözüne uyku girmediği olur.
Filmde ille de bir kusur aramak gerekirse, Scorsese’nin kahramanı ve ekibinin yaşadığı görkemli hayatı tasvir ederken, ahlaksız bir adamı sempatik göstermek gibi bir yanlışa düştüğünü söylemek mümkün.
Keyifli müzikler ve göz alıcı bir atmosfer içinde yaşayan borsa simsarlarının para kazanmadaki hünerleri ve güzel kadınlarla kurdukları ilişkiler, öylesine özendirici bir tonda anlatılıyor ki neredeyse onları sevmeye başlıyorsunuz.
Belfort’un işine aldıklarına, seans açılışlarında çalışanlarına yaptığı konuşmalarda, savaş öncesinde komutanların askerlerine, ünlü koçların oyuncularına attıkları nutuklara benzer şekilde motive etmesi, filmde abartılı bir üslupla anlatılıyor. Paranın satın alabileceği bütün lükslerle akıl sınırlarını zorlayan eğlence âlemleriyle, deliliğin sınırlarını zorlayan başkahramanıyla, ‘Para Avcısı’ bizlere bir ‘Anti Amerikan Rüyası’ anlatıyor.
MODERN TRAJEDİ
Görkemli havuz partilerinde hedef tahtasına fırlatılan cüceler, kurulan yer altı şirketleriyle borsayı manipüle etmek, hisse sahtekârlığı ve para aklama işlerinin muhakkak ki bir sonu gelecekti.
Belfort’un adeta küçük bir gemiyi andıran lüks teknesinde ağırladığı, teklif ettiği rüşveti elinin tersiyle iten namuslu FBI ajanları, uzun süredir gözaltında tuttukları borsa simsarının açığını bulurlar. İsviçreli bir bankacı (Jean Dujardin) ile kurdukları para aklama operasyonu duvara toslayınca, taraflar tutuklanır.
Karısı tarafından terk edilen, servetine el konulan banker, hapishanede geçirdiği uzun yıllardan sonra, hayata tekrar sıfırdan başlar. Topluma olan borcunu ödemek için konferanslar veren, namuslu bir hayata başlamak için danışmanlık hizmeti veren Jordan Belfort günümüzde New York’ta yaşıyor.
Konusu itibarıyla Oliver Stone’un ‘Wall Street’iyle akrabalık taşıyan ‘Para Avcısı’nın kahramanı Belfort’un yaşadıkları, Fitzgerald’ın ‘Muhteşem Gatsby’sinin yaşadıklarına çok benziyor. Kâbusa dönüşen Akdeniz turunda fırtınaya yakalanan tekne sekansı, kıdemli broker Matthew McConaughey’in çaylak Belfort’a verdiği borsa dersi, filmin akılda kalıcı sahneleri.
Kariyerinin en başarılı performanslarından birinde, Leonardo Di Caprio, yorumuyla ahlaksız borsa brokerini inandırıcı kılıyor. En İyi Yardımcı Aktör Oscar’ı adayı Jonah Hill usta bir karakter oyuncusu olma yolunda önemli bir adım atıyor.
Ancak oyuncu kadrosunun en önemli keşfi, Belfort’un ikinci eşi Naomi’yi canlandıran Avustralyalı aktris Margot Robbie, muhteşem fiziği ve tebessümüyle ekranı aydınlatıyor.
‘THE WOLF OF WALL STREET”
Yön: Martin Scorsese
Sen: Terence Winter
Kurgu: Thelma Schoonmaker
Oyuncular: Leonardo Di Caprio- Jonah Hill-Margot Rubbie-Matthew McConaughey-Bob Reiner- Kyle Chandler-Jean Dujardin- Jon Fevreau- Joanna Lumley
SİNEMANIN EN BÜYÜĞÜ
Martin Marcantino Luciano Scorsese adıyla 1942’de New York’ta doğan, yönettiği filmlerle 20 Oscar ve 10 Altın Küre Ödülü kazandırmış, yönetmen-senarist-yapımcı Scorsese, belki de günümüzün en önemli sinema adamı.
1970’li yıllarda, ‘Mean Streets’(1973), ‘Alice Artık Burada Yaşamıyor/Alice Doesn’t Live Here Anymore’(1974), Cannes’dan Altın Palmiye ödüllü ‘Taksi Şöförü/Taxi Driver’ (1976) ve ‘New York, New York’(1977) ile ilk başyapıtlarını veren Scorsese, 1980’li yıllarda fırtına gibi esmeyi sürdürdü.
Sinema tarihinin en iyi boks filmlerinden biri olan ‘Kızgın Boğa’, Jerry Lewis’li komedi ‘Kahkahalar Kralı/The King of Comedy’(1982), Cannes’da En İyi Yönetmen seçildiği ‘After Hours’(1986), aynı ödüllü Venedik’te aldığı ‘Sıkı Dostlar/Good Fellas’ (1990) Scorsese’nin ününe ün kattı. Amerikan sinemasının en başarılı manik-depresif karakterlerini ‘Taksi Şöförü’, ‘Para Avcısı’ gibi filmlerle yaratan Scorsese, Hollywood’da suç dünyasını en iyi yansıtan yönetmen olarak tanınır.
‘Casino’(1995), En İyi Yönetmen Altın Küre Ödüllü ‘New York Çeteleri’(2002), müthiş Mafya filmi ‘Köstebek/The Aparted’(2007) sinema tarihinin suç dünyası odaklı başyapıtları arasındadır.
Sayısız kez En İyi Yönetmen dalında aday gösterildiği Oscar’ı nihayet 2007’de ‘Köstebek’ ile almıştı. Fetiş aktörü Robert de Niro’yu sekiz kez, Leonardo Di Caprio’yu ise beş kez filmlerinde oynatmıştır. Martin Scorsese son yıllarda, klasik sinemanın eskimiş kopyalarını canlandırıp sinemaya kazandırarak hizmetini sürdürüyor. 49 yıllık Cannes Film Festivalleri serüveninde kendisini 1998’de jüri başkanlığı yaptığı festivalde, sayısız basın konferansında dinleme mutluluğuna eriştim.