I. Dünya Savaşı, Milli Mücadele yılları ve Cumhuriyet: Bağlılığa rağmen antisemitizm

Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye bağlılıklarını her fırsatta gösteren Türk Yahudileri, bu dönemde yine de antisemit kampanyaların kurbanı olmaktan kurtulamadılar

Yusuf BESALEL Perspektif 0 yorum
22 Ocak 2014 Çarşamba

İttihat ve Terakki’nin yönetimde bulunduğu Osmanlı Devleti’nin savaşan ülkelerinden biri olduğu I. Dünya Savaşı ve bu savaşı izleyen  yıllar, Türkiye Yahudilerinin devlete olan bağlılıklarının somut olarak kanıtlandığı bir dönemdi.

Yahudiler seferberlik çağrısına uyarak askerlik görevine katıldılar, Osmanlı vatandaşı olsun veya olmasın Yahudi bankerler savaş giderlerini karşılamaya çalıştılar. Örneğin, Filistin Yahudileri, Kudüs’e havadan ulaşmak isteyen Osmanlı havacılarının yitirdikleri uçaklar yüzünden uğranılan zararı kısmen karşılamak için aralarında para toplayarak Osmanlı hükümetine bir uçak bağışlamışlardı. Ancak Türklere düşman uluslar, Yahudilerin bu tutumlarını pahalıya ödetmişlerdi. Örneğin,1915’te Rus orduları, Kuzey Doğu Anadolu’ya girdiklerinde Türkler ile birlikte Yahudi halkı da katletmişler, 1917’de Yunanlılar Selanik’teki Yahudi mahallelerini yakmışlardı.



Mondros Anlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri’nin amirali Dickson’un İzmir’e gelmesi üzerine Rumlar Splandit Palas’taki Türk bayrağını indirip, yerine Yunan bandırasını çekmişlerdi. Otel müşterilerinden Nissim Navaro asılan bayrağı indirmişti.



YAHUDİLERİN MİLLİ MÜCADELEYE KATKISI

I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin yenilgi ile çıkması ve işgali, Yahudilerin ülkeden ülkeye kovulurken sığındıkları toprakların yitirilmesi anlamını taşımaktaydı. Yahudiler, bu karamsar ortamdan kendilerini çabuk kurtararak ve Milli Mücadele’de Türklerin yanında yer alarak bazı yerlerde kahramanlık öyküleri yazmışlardı. Örneğin, 1314 Bursa doğumlu takım çavuşu Salamon Baruh, İstiklal Madalyası almıştı. Mondros Anlaşması’nın yapıldığında taşkınlıklar yapan diğer azınlıklara Yahudiler katılmadılar. Rum ve Ermenilerin tersine Yahudiler 1919 Meclis-i Mebusan seçimlerine katıldılar. Mişon Ventura, 25 Ocak 1920’de Misak-ı Milli’yi kabul ederek tarihsel bir görev yapmış ve meclise İstanbul Milletvekili olarak girmişti. Mercan’da kösecilik yapan Nesim Danon, gizlice milli hükümete silah ve cephane sevkiyatına yardımcı olan Yahudiler arasında yer almıştı…

Mondros Anlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri’nin amirali Dickson’un İzmir’e gelmesi üzerine İzmirli Rumlar coşmuş ve Splandit Palas’taki Türk bayrağını indirip, yerine Yunan bandırasını çekmişlerdi. Otel müşterilerinden Nissim Navaro adlı bir Yahudi vatandaşı, asılan bayrağı indirip çiğnemişti. Bayındır’da Jak Uziel, Mustafa Kemal Paşa’nın casusu olarak suçlanarak Yunanlılarca tutuklanmış; Söke Mal Müdürü Albert Kadranel  vergi giderlerini İstanbul hükümeti yerine Ankara’daki Misak-ı Milli Hükümetine göndermeye başlamıştı. Aydın’ın işgalinde Yahudiler Yunan bayrağı asmamış, Kuvay-ı Milliyecileri evlerinde saklayıp, onları Yunanlılara vermeyi reddeden Katan ailesinin evi ateşe verilmiş ve Katan ailesinin bazı fertleri ile evde saklanan bazı Kuvay-ı Milliyeciler yanarak ölmüştü. Bunun üzerine Aydın Yahudilerinin çoğu civar illere göç etmişlerdi. İstanbul’un işgal altında bulunduğu dönemde Sirkeci Sinagogu’nun açılış töreninde Türk bayraklarını gören Merkez Komiseri Tahsin Bey, Yahudi unsurunun sadakatini dile getirmişti. Karaköy İskelesi’nde yıllarca elinden binlerce bavul ve çanta geçen ‘Emanetçi Sultana’nın cepheye sandıklarla cephane, silah ve asker sevk ettiği de herkesçe bilinmez.

Merhum Şair Berta Özgün Brudo’nun amcası Nahman Varon, Zonguldak PTT Müdürü olduğu 1915 yılında Rus donanmasının top ateşinin menzil dahilinde olmasına rağmen kenti terk etmeyerek İstanbul’u telgrafla haberdar etmiş ve bu sayede Türk donanması Rus gemilerini kovmuştu. Varon Efendi bu nedenle madalya ile onurlandırılmıştı. Keza Berta Brudo’nun  tabip olan babası H.Bensusen, Anafartalar’da ve Şark cephesinde binlerce yaralıyı tedavi etmişti, kendisi Enver Paşa’nın mührünü taşıyan bir madalya belgesi ve harp madalyası ile taltif edilmişti.

14 Haziran 1920’de Kilis’in Kefergani köyünde Fransızlara karşı direnen Kuvay-ı Milliye’ye katkı sağlama konusunda anlaşmaya varan Kilis’in ileri gelenleri ve seçkinleri arasında Kilis Yahudi Cemaati Başkanlığını yapmış Murdok Şireym de vardı. Şireym, üslendiği görevi yerine getirmiş, bu nedenle kendisine beyaz şeritli İstiklal Madalyası verilmişti. Murdok Şireym, bağışlarına karşılık 1942 yılında Türk Hava Kurumu’ndan da bir madalya ile ödüllendirilmişti.

CUMHURİYET’İN İLK YILLARI

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olmakla beraber, Cumhuriyet’in temel ilkeleri İmparatorluğunkilerle taban tabana zıttır. I.Dünya Savaşı’nın bitiminde özellikle Ege bölgesi Yahudileri büyük zarar gördü. Binlerce Yahudi kadın ‘aguna’ (eşlerinin ölümü kesinleşmediğinden evlenemeyen), binlerce çocuk ise öksüz kaldı.1923 Temmuzunda imzalanan Lozan Barış Anlaşması’nda azınlıkların lehine maddeler vardı. Bu durumda Yahudilerin geleceğe iyimser bir gözle bakmaları doğaldı. Bir heyet, cemaatin kurumlarının yeniden düzenlenmesi için faaliyete geçti.

Ne var ki 1923 yılında Yahudi karşıtı bir kampanya başlatıldı. Kamuoyu Rum ve Ermeniler ile Yahudiler arasında fark görmüyordu ve azınlıklardan arınmış bir Türkiye özlemleniyordu. Hıristiyan azınlıklara Avrupa ülkeleri sahip çıkıyordu fakat Yahudilerin ardında kimse yoktu ve böylece milliyetçilerin yabancı düşmanlığı Yahudi düşmanlığına dönüştü. Tasvir-i Efkar gazetesinin sahibi Ebuziyya Tevfik, gazetesinde Yahudileri aşağılayan yazılar yazdı, diş tabibi Sami Ginzburg’u Almanlar lehine casusluk yapmakla suçladı. Ginzburg 1928’de beraat etti. Bu arada birçok azınlık devlet memurluklarından ihraç edildi. Yahudi basın, Yahudilerin savaşlarda verdiği kayıpları  ve Yahudilerin sadakatini vurguladı, fakat bu pek etkili olmadı.1924’te anayasal ayırım olmamakla beraber, azınlıklar hiçbir kamu görevine alınmadı; yedek subay bile yapılmadılar ve silah taşımayan amele taburlarına alındılar.

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in “Türk Yahudilerinin Türk ulusu ile bütünleşmiş ve ulusun ayrılmaz bir parçası olarak” gördüğünü söylemesine karşın, Yahudi karşıtı neşriyat süregeldi. Yahudilerin sömürücü oldukları savına karşın birçok Yahudi cemaat kuruluşu parasızlıktan tarihe karıştı. Yahudi okulları bağımsızlığını yitirdi. 1926’da basın Yahudilerden önde giden 300 kişisinin İspanya’ya sadakat telgrafı gönderdiklerini yayınlayarak onları nankörlükle suçladı fakat bu telgraf hiçbir zaman kanıtlanamadı. Olayın kökünde azınlıklara karşı düşmanlık, Yahudilerin Judeo-Espanyol konuşması ve özellikle Lozan’daki haklarına duyulan öfke vardı. Bu baskılardan yılan Yahudileri temsil eden hukukçu Simon Levi, hukukçu Nissim Masliah, Prof. Avram Galante ve Hanri Soryano’nun dahil olduğu bir heyet, Ankara’ya giderek Lozan’daki medeni (evlenme, boşanma, miras…) haklarından  kesinlikle ve resmen feragat ettiler. Böylece Hahambaşılığın Yahudi kurumları üzerindeki etkisi kalmadı. Hahambaşılığa modern bir nizamname de verilmedi; Yahudi toplumu parçalanmış ve yöneticisiz kaldı. Bu feragatten sonra Yahudi karşıtı kampanya zayıfladı.

ELZA NİYEGO OLAYI – TRAKYA OLAYLARI

Ağustos 1927’de İstanbul’da ‘Elza Niyego Olayı’ meydana geldi. Osman Ragıp adlı evli bir adam aşık olduğu Elza’yı öldürünce, cenazesinde olayların çıkmasını bahane eden basın, Yahudileri ‘kanunsuz vatandaşlar’ ilan edecek kadar  ileri gitti. Aleyhteki kampanyayı yürüten yazarlar arasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mahmut Esat Bozkurt da vardı. Olayda tutuklananlar bir ay sonra beraat ettiler, yöredeki tecrit kaldırıldı.

Bu arada Yahudilerin sayısı da azalıyor ve finansman sıkıntılarının yanı sıra Hahambaşılık kurumunun da yetkileri giderek daralıyordu. Değerli Hahambaşı Kaymakamı Ribi Moşe Becerano’nun 1931 yılında ölümünden sonra 1953 yılına kadar Yahudi Cemaati resmen tanınmış bir hahambaşılık makamından yoksun kaldı.1930’larda azınlıklar ve Yahudiler konusunda amaç, onları Türkleştirmek oldu; mesele onları kültürel olarak ve dil açısından Türkleştirmekti…

1933 yılında İstanbul Üniversitesi reformu için çalışmalar yürütülüyordu. Avram Galante Eski Çağ tarihi profesörü, Mişon Ventura Roma hukuku profesörü olarak yerlerinde kaldıkları gibi; Almanya’daki ırkçı yönetimden kaçan 34 Yahudi ilim adamına da İstanbul Üniversitesi’nde görev verildi. Almanya ve başka ülkelerden de Türkiye’ye birçok Yahudi göç etti ve Türkiye’nin bu tutumu gerçekten övgüye değer, bir nitelik kazanmaktadır.

Ne var ki Nazizm’i öven kişi ve gruplar da çıktı. Bunların önde geleni Cevat Rıfat Atilhan idi; gazetesi ve kitapları ile devamlı Yahudilere saldırıyordu. İdeolojik olarak Turancıydı. Keza 1934’te Cevat Rıfat, Mustafa Nermi de antisemitizm ve Nazi mezalimini savundular. Diğer bir Pan –Türkçü Hüseyin Nihal Adsız ‘Orhun’ dergisinde Yahudi meselesini ilk halleden memleketin Almanya olduğunu savunacak kadar ileri gitmişti. Nazizm’in amacı Avrupa’yı Yahudilerden arındırmaktı. Nitekim Uzunköprülü Osmanoğlu Rasih, Trakya Yahudilerinin öldürülmesini talep edecek düzeyde ağır bir antisemit yazı yazmıştı.

1934 yılının haziran ayında Çanakkale’de ticari boykot ilan edildi. Mecburi İskân Kanunu’nu istismar eden antisemitlerin ‘Trakya Yahudilerinin İstanbul’a sürülmesinin istendiği’ şayiasını yaymasıyla Çanakkale’de olaylar başladı. Yahudilere ırza geçme dahil  çeşitli fiziki saldırılarda bulunuldu. Yahudiler İstanbul’a sığındı. Kırklareli’ndeki Yahudiler de aynı akıbete uğradı. Edirne’dekiler paniğe kapılıp kaçtılar ve mekânları yağmalandı. Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lâpseki’deki Yahudilere de saldırılar oldu. Trakya Yahudilerinin çoğu İstanbul’a kaçtı. İstanbul Yahudileri aç, çıplak ve fiziki ve ruhsal zarar gören dindaşlarına yardımcı oldu. Olaylardan sonra devlet yörede sıkıyönetim ilan etti; resmi makamlar kınama mesajları yayınladı. Ancak olayların koordineli olarak başlaması, tek elden yönetilmiş olduğu sanısını doğurmaktadır…

1935 yılında azınlıkların Türkleştirilmesi konusunda olumlu bir adım atıldı. Dr. Samuel Abravaya Marmaralı seçimler sonunda bağımsız olarak milletvekili seçildi. Ancak 1936’da azınlıkların faaliyetlerini sınırlayan kurumlarla ilgili bir yasa ve her vakfın bir mütevelli heyeti tarafından yönetilmesini öngören diğer bir yasa bazı Yahudi örgütlerinin kapanmasına rol açtı ve toplumun bir yönetim heyetine sahip olmasına engel olunan bir kargaşa ortamı doğdu. 1938’de TBMM’ye sunulan yasa tasarılarında Türkiye’ye Yahudi mültecilerinin girişinin sınırlandırılması, azınlıkların Türkçeden başka dil kullanmamaları ve Türk adlarını almamaları talep edildi. Yasa tasarıları reddedildi. Yeni Başbakan Celal Bayar, dış etkiler altında böyle bir sorun istenmediğini belirtti. Reşit Saffet Atabinen ve Ulus gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, Yahudiler lehinde  ve antisemitizm aleyhinde yazılar yazdılar.

Öte yandan Avram Galanti Türkçeyi yerleştirmek için Yahudilerin Türkçe tedrisat yapan okullarda okumalarını öngördü. Munis Tekinalp (Mois Kohen,1883-1961) ise ateşli bir Türkçülük ve Kemalizm taraftarıydı ve Yahudilerin Türk toplumu ile kaynaşması için her şeyin yapılmasını savunmuştu. Türk Yahudilerin Atatürk’e olan saygı  ve sevgileri ise çok yüksek düzeyde olup, Atatürk de onların “…millete ve vatana sadakatlerini ispat ettiklerini…” ifade etmiş, Hahambaşı Hayim Becerano Efendi ile ilgilenmiş, okuyucu (hazan) din adamı İsak Algazi’ye bir imzalı Kuran-ı Kerim hediye etmişti.

II. Dünya Savaşı yılları döneminde ise Türk Yahudilerinin sıkıntıları daha da artmıştı.

1 Yorum